Malafa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Malafa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2013 Salı

Ziyan


      
         Ziyan
         Hakan Günday
         Doğan Kitap
         “Beyaz gövdeli zenci köpeklerimiz var. Adları da var. Ama onlar birer heykel. Çağırınca gelmiyorlar artık. Cennetin kapısını bekliyorlar. Karla karışık toprağa gömülebilmek için kulakları dik donuyorlar! Öyle bir cennet ki, paslı demirin bile ak sakalı var. Bizi saran tel örgüler beyaz angoradan örülmüş. Havası havlamayı bırakmış, ısırıyor. Beyaz ağzı etimizle dolu. Bu yüzden sessiz bir ayaz var. Saçaklardan sarkan mızrak dişleri ensemize saplanmış. Gazete kağıdı gibi buruşmuş derimizde mor diş izleri, bekliyoruz. Cennetten kovulmayı. Bembeyazız. Soğuk. Donmak. Çözülmek. Tekrar donmak. Daha fazla hiçbir şeye gerek yok. Filleri çekmeye bile. Herkes kalsın yerinde. Bıraksınlar, yaslansın göğsüm sırtlarına, ılıklaşsın enseleri nefesimle. Yavaş yavaş sokayım dilimi derilerine. Aksın içlerine hayatımın zehri. Yirmi adet mermi. Muhteşem! Hepinizi geberteceğim! Ama hepinizi!”
            (Arka kapak…)

         Hakan Günday ilk kez Kinyas ve Kayra’sını okuduğumdan beri hep en sevdiğim yazarlardan biri oldu. Neden bilmiyorum ama son 10 yıldır beni etkileyebilen kitap çok nadir karşıma çıkıyor. Ama Hakan Günday’dan ne okusam bir yerlere dokunuyor bende.
         Bu kitabı da güzeldi ama bence ben bu kitap için yanlış bir zaman seçtim. Çünkü çok çok uzun zamandır elimde. Bitirmeye çalışıyordum. Araya da vize sınavlarım falan girince daha fazla zorlamamak adına bir kenara bıraktım. Sınavlardan sonra elime alınca bir çırpıda bitti. Dediğim gibi benden kaynaklı zamanlama hatası vardı.
         Yine çok ilginç bir kitaptı. Her zamanki gibi tahmin edilenin aksine tamamen farklı bir sonla bitirmiş Günday.
         Bu da bittiğine göre okumadığım sadece 2 kitabı kaldı. Zargana ve Piç. Yakın zamanda onlar da okunacak.

        İmza koleksiyonuma bir kitap daha. Bu kez erkek arkadaşıma imzalı. Ama ben el koydum. :)

         Kinyas ve Kayra’nın yazısını görmek için tık tık.
         Az’ın yazısını görmek için tık tık.
         Malafa’nın yazısını görmek için tıktık.
         Azil'in yazısını görmek için tık tık.
         

2 Şubat 2013 Cumartesi

Azil

         
         Azil
         Hakan Günday
         Doğan Kitap
         Deha ile delilik arasında seyreden bir hayat…
            “Önemli olan, Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden, Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir.”
           
            Sahip olduğun her bilgi, içinde çürüttüğün bir hücredir.
           
            Azil, içinizdeki derin uçuruma, düşünme, fark etme ve görme uçurumuna düşmek için bir fırsat. Ayaküstü düşebilirseniz ne âlâ! Aksi takdirde Hakan Günday’ın bir sonraki romanını bekleyeceksiniz.
            (Arka kapaktan…)

         Tamam diyorum tamam. Artık bu adamın tarzına alıştım. Ama olmuyor. Tamam, alıştığım bir kısmı var. Hep uçları yazması hep uçlarda dolaşması. Onun dışında yeni bir kitabına başladığımda “Hah, bunun sonu kesin böyle bitecek!” diyorum ama nafile, bambaşka bir şey oluyor. Ve bu beni hem şaşırtıyor hem de mutlu ediyor.
         Yıllardır okuyorum. Okumayı öğrendiğim günden beri okuyorum. Hatta okumayı biraz geç sökmüş olmamdan dolayı hıncımı ala ala okuyorum. Babamın okumam ilerlesin, akıcı olsun diye söylediği “Kızım, ne görürsen oku!” sözünü hayat felsefem haline getirdiğim için okuyorum. Balıkesir’deki kitaplığım, Kuşadası’ndaki kitaplığım, okulun kütüphanesinden aldıklarım, arkadaşlarımdan aldıklarım, Balıkesir kütüphanesindeki tüm kitapları okuyup, okuyacak kitap bırakmayışım… Yine de çok değiller. O kadar çok kitap varken dünyada ve her gün sürü halinde de çıkmaya devam ediyorlarken hiç de çok değiller.
         Arık okuya okuya olsa gerek bir yazarın kitabın sonunu nasıl bağlayabileceğini tahmin edebiliyor insan. Hatta bir sonraki cümlesini bile. Hakan Günday’da ise bu pek mümkün olmuyor. Tamam, bu kitapta biraz daha fazla hissettim. Bir sonraki cümleyi olmasa da hangi düşüncelerle yazdığını anlamaya başlıyorum. Ama sonunu bilmek asla mümkün olmuyor.
         Yine beni çok şaşırtan, çok etkileyen bir romandı. Yine rüyalarıma girdi, yine tüm hücrelerime işledi. Başka ne denilebilir ki başka?! Alın, okuyun. Pişman olmazsınız.

         Bu arada bu kitap adıma imzalı. İkinci kez. Daha önce de okuyup bitirdiğim Az’ın imzalısı geçti elime.
         Ama bu kitapta çok önemli bir şey daha var benim için. Hakan Günday’dan “Yaz!” cümlesi.
         Artık yazıyorum.

         Kinyas ve Kayra’yı okumak için tık tık.
         Malafa’yı okumak için tık tık.
         Az’ı okumak için tık tık.

         



18 Nisan 2012 Çarşamba

Malafa



         Malafa
         Hakan Günday
Doğan Kitap

“Topaz Jewellery Center evrenin en büyük kuyumcusudur. Temeli Kapalıçarşı’da, çatısı Antalya’dadır. Çatının altında dört kat yatar. Her biri yedi yüz metrekaredir. Topaz’ın penceresi yoktur. Havalandırma sistemi eşsizdir. Bina, var olmayan bir ülkenin büyük elçiliğine benzer. İçine adam atıldığında Türkiye’den çıkılır. Dışarıdan Kâbe’ye, içeriden ana rahmine benzer. Topaz, üç delikli bir kasadır. Her deliğin şifresi farklıdır. Birinci delik ana giriştir. Ön cephenin balina grisi rengindeki duvarı, hayat geçirmez camdan üretilmiş kapılar taşır. Girerken yüksek, çıkarken alçak görünmesinler diye doğu cephesinde ikizleri vardır. Topaz’ın ikinci deliği doğu cephesindeki siyah camdan kapılardır. Binanın bağırsağına denk düşen arka cephedeyse duvarla aynı renkte tokmak taşıyan balina grisi demir bir kapı vardır. Topaz’a giren birinci deliği, çıkan ikincisini kullanır. Çünkü Topaz’a girmiş olan turistle, girecek olan turist karşılaşmamalıdır. Topaz’da çalışansa girip çıkmak için, duvara gömülmüş, görünmez delikten geçer. Topaz Jewellery Center, evrenin en büyük kuyusudur.”
Arka Kapak

Hakan Günday’ın okuduğum ikinci kitabı bu. İlki Kinyas ve Kayra’ydı. Yazısı burada.
Alışılmışın dışında bir tarzı var Hakan Günday’ın. Çok fazla argo kelime vardı mesela bu kitapta. İlk başta bir şey anlamıyorsunuz hatta bunlardan. Ama sonra bir bakıyorsunuz ki olayların tam ortasındaki adam siz olmuşsunuz. Anlayıp anlamadığınıza bile karar verememişken ‘olay’ siz olmuşsunuz.
Bu kitabın bu kadar ilgimi çekmesinin bir nedeni de konusunun turizmle ilgili olması. Okuduğum alan üzerine okuduğum ilk roman bu. O yüzden okurken tüm algılarım açıktı. Belki de bu yüzden bu kadar çok etkilendim.
Bu arada Hakan Günday, tüm kitaplarını okumaya niyetlendiğim yaşayan ender yazarlardan biri.