güzel de yaşlanır insan..

bu resmi dün 19:30 sularında çekmiştim, denizden çıkmıştım ve annem yanıma gelmişti. birşeyler içtik, sohbet ettik plajda.

muhtemelen bu yazı sonrasında aynı saatlerde aynı yerde yine bişeyler düşünmüş olacağım..

güneş batıyordu, hemde çok güzel yok olup gidiyordu denizin üstünden..

öyle dalıp gittim,

tatil ve işimi nisandan beri bu küçük sahil beldesinde yürütüyorum. işlerim bunalttıkça kendimi günün veya gecenin herhangi bir saati denize atıyorum, boyle karmaşık yaşıyorum işte. tam da istediğim gibi.

evet dalıp gittim,
mesela sabah farkettiğim biir ayrıntıyı düşündüm.
saçımda bir kaç beyaz tel, hatta bir santime ulaşmayan bıyığımda da bir tel beyaz farkettim.

nasılda canım sıkıldı..

kahretsin.. yaşlılık belirtileri mi bunlar?!
hassiktir!

nihayetinde 32..

neyse, yazmak için yazdığım ve canımı sıkan bu ayrıntıyı paylaşmak istediğim bir yazıydı işte.. saçma işte öylesine..

tamam kabul,
yaşlanıyorum..

ama çok güzel yaşlanıyorum..

neyse şimdi yine oraya gidiyorum..

öylesine dalıp gitmeye...

beyaz bir sayfa ve dalgalar..




sen bir beyaz sayfa açarsın hayata,
yok sayarsın bir öncekini,
yalanların, dolanların ve kahpeliğin
kalın harflerle yazıldığı..

bir beyaz sayfa açarsın,
bir önceki kirli ve kapkara sayfaya inat..

bir beyaz sayfa,
bir öncekinin yerini tutacak,

bir beyaz sayfa,
tıpkı önceki gibi kirlenecek..

ve defterleriniz, kağıtlarınız sizin olsun,

hayatıma hiç yeni bir beyaz sayfa açmadım,
dalgalar silsin istedim, yeri ve zamanı geldiğinde..

bir önceki sayfanın kirlenmişliği yoktu artık..

sonra dalgalar sildi,
ben yenisini yazdım.
.

bir önceki yazılanlarsa..

hiç kirli kalmadı..

benimle ölürmüsün?


nedense bende herkes gibi zamanında,
farklı bir evlilik yapayım zamanı gelince istedim.

aslına bakarsanız zamanı hiç gelmedi.

biliyorum ki gelmeyecekte..

iş, güç, hayat v.s derken sanıyorum aşk'a adanacak en güzel yıllarımı sürekli şehir dışarında, iş seyahatlerinde, farklı limanlarda farklı kadınlarla geçirdim.

belki de düzenli bir hayatım olmadığı için de düzenli aşksal ilişkilerim çok olmadı.

bir gün orada, bir gün burada,
bir gün onun yatağında, bir gün bunun yanında..

gerek büyüdüğüm topluluklar, çevre yada adı her neyse..
çok evcimen di aslında..

çocukluğum güzel evliliklerin şahitliğiyle geçti
eş, dost, akraba..

"bir gün" diyordum.. "bir gün.."
"dilerim düşerim bir güzel evliliğe, veya en azından güzelleştirmek için çaba harcarım," 
"şununki, bununki gibi olmasın,"
"farklı olsun" derdim hep..

olmadı..

yani henüz olmadı..

nedense artık "evlilik" gibi kutsal bir müessesenin varlığına inanmıyorum.
inançsızlığımın nedeni tabiki bu müessese değil,
insanlar..

şimdi, filmi biraz geriye sarıyorum..
yazları çeşit çeşit düğünlerle evlenen insanların bir sonraki yazları "dul", "boşanmış" rütbeleriyle geçirdiklerini düşünüyorum..

hayatımdaki kadınları düşünüyorum..
yani evli olupta evli olduğu adamla veya o adamın verdiği an'larla yetinemeyen,
bu nedenle evliliğinide bitirmeyip ama aşk'ı, sex'i, mutluluğu başka adamlarda arayan kadınları..

düşünüyorum..

düşünüyorum da,
bazen o adamların yerine koyardım kendimi.. o kadınların kocaları, eşleri olan adamların yerine..
ne kâbus'tu ama..
yani biraz empati ile o aldatılan adamların yerine konmak bile içimi karartıyordu..

karartıyordu çünkü;
"ya benim de başıma gelirse?" düşüncesi beni yiyip bitiriyordu..

sanıyorum şu an boşanma davalarının sayısı yapılan düğünlerin de ötesine geçti.
adına teknoloji, internet, telefon, ekonomi falan filan ne derseniz deyin..
artık yürümüyor bu işler nedense..

bir sebepten işte, yürümüyor. yürütemiyorlar..

eş, dost, akrabalardan gördüğüm o ki,
evlilik çok kolay şey, ayrılıklara göre..

sicilim çok temiz, sözlenmişliğim bile olmadı..
hayatımda çok ama çokça kadın oldu..
üç'e ulaştı belki bir erkek olarak aldığım evlilik teklifi..

ama yapmadm..
yapamadım..

"doğru insan"la, "doğru bir evlilik" hayalim vardı çünkü benim..
yani içinde ayrılığın "a"sı bile olmayan..

beraber yaşlanılacak bir ömrün tutanaklarında kadınımla yaşamak,
yaşlanmak,
gülmek,
ağlamak,

ve hatta ölmek..

evet evet ölmek..

ne kapkara bir kelimedir.. duyunca insanın içini gıcıklatan..

belki hayatımdaki kadınlardan 20sine deyesydim ki,
"benimle evlenirmisin?"
bir ihtimal 19 ini çıkartırdım baştan ve attırırdım imzayı..

ama imza herşey değil ya,
hangisi benimle yaşlanırdı,
benimle ölürdü orası meçhul..

sanırım evlilik zor değil..
evleneceğin insanın karakteri şekillendiriyor geleceği..

ben benimle evlenecek değil,
benimle gülecek,
ağlayacak,
kavga edecek,
film izleyecek,
müzik dinleyecek,
sevişecek,
kötü günümde yanımda olacak,
kötü gününde yanında olacağım,
cüretkar,
karakterli,
cesur
benimle yaşlanacak,
onunla yaşlanacağım;
benimle ölecek,
onunla öleceğim

bir kadın aradım hep..

ama olmadı..

evlenecek kadın çoktu elbet..

hiç bir kadına "benimle evlenirmisin?" demedim zaten..
ben benimle evlenecek kadın istemiyorum galiba..

"benimle yaşlanırmısın?"
"benimle ölürmüsün?"
"son nefesine kadar benim olurmusun?"
sorularına evet diyecek bir kadın istedim hep..

olmadı..

evlenebileceğim kadın çok oldu..

ama benimle yaşlanacak,
benimle ölecek bir kadın olmadı daha..

olursa olur..

ama olmazsa, sırf evlilik yapayım diye evlenmeyi de asla düşünmüyorum..

bir kadın olacak..

kadın gibi kadın..

öyle bir kadın..

asla ona "benimle evlenirmisin?" demeyeceğim..

denk gelirsem tabiki..
öyle bir kadına, hayır deme ihtimali olsa bile, şunu soracağım belki bir gün..

"benimle ölürümüsün?"

çünkü;
 
"ben seninle ölürüm"...

seni en çok..


gök gürülderken uyandığımda yüzüm hep güler benim,
dışarıya yağmur,
çünkü,
dışarıya hayat yağıyordur..

seni en çok,
o yağmurlarda yalnız yürürken düşüneceğim.
eline verip biletini, getireceğim aklıma.

seni en çok,
o ıslak kaldırımlarda adımlarımı atarken düşleyeceğim,
o an nerede ve nasıl adım attığını mesela.

bir belediye otobüsü gürültüsünde,
"yaşlıya" yer vermişken en saygılısından bir çocuk,
işte o belediye otobüsünde,
işte o koltukta otururken düşüneceğim seni en çok..
o an, hangi yollarda olduğunu merak ederek.

kulaklarıma taktığım kulaklıklarla düşüneceğim seni en çok,
"kimbilir şimdi ne dinliyordur" diye..

seni en çok,
denizin mavisinde düşüneceğim,
teninde halen eskisi gibi mi duruyor diye su kabarcıkları.

seni en çok,
gittiğim bir sinemada,
içtiğim bir kahvede,
ettiğim bir kavgada düşüneceğim..

o an ne yaşıyorsam zamanı durdurup,
düşüneceğim..
en çok seni..

gökyüzünün mavisine bakarken,
gözlerine bakar gibi
seni en çok bir mavi'de düşüneceğim..

içimdeki haylaz çocukta,
gece oturduğumda baktığım yıldızlarda,
seni en çok işte o yaldızlı gecelerde düşüneceğim..

iskelenin ucunda,
ya da yattığım şezlongun boş olan yan tarafında..
seni işte orada en çok ta dalga sesleriyle düşüneceğim..

seni en çok,
en çok seni..

ve sanırım çokça seni..

düşüneceğim..