04 Mayıs 2012

deneme bir ki üç...


Selamlar..

Ben yokken neler neler olmuş burda böyle.  Blogger kendine yeni kıyafetler almış.  Yalnız ben senin bu yeni kıyafetlerini pek beğenmedim sevgili  blogger, söyleyeyim.  Pek bir demode duruyor.  Zaten buralara yabancılaşmıştım, işte şimdi sayende iyice tam oldu.  Yapacak bir şey yok artık, alışacağız.  Nelere alışmadık ki, öyle değil mi?

Hadi hayırlsı bakalım...


Twitter'den size biraz twit toplayıp getirmiştim, onları paylaşayım dedim.  Hiç olmazsa biraz buranın havası değişsin öyle değil mi?...Aslında arada  bir buralara uğrayıp  havalandımak  gerekiyor. Şöyle arada bir blogun, tozunu isini pasını almak lazım, çok pasaklı gördüm blogumu.  Ve çok mahzun.  Yazık ben yokken kimsecikler ilgilenmemiş blogumla.  Üstelik bana da kırgın..Eee haklı tabi garibim, ne arayıp ne soruyor sahibi, tam da hayırsız blogger profili..
Neyse..Geldik ya sonunda, bu da bir şey.

Twitter'dan esintiler getirdim demiştim değil mi en son?
Evet..

İşte kayıp blogger'ın kayıp cümlelerinden esintiler...

Buyursunlar bakalım;

-Kuşların şamatasına hüzün makamında şarkılar eşlik ediyor..Gün maviye boyanmış...Bahar dalgalı...

-Sustuğun kadar,sustukların büyür içinde..

-Her doğru doğru değildir aslında, bazıları yanlışın doğruya bürünmüş halidir.

-Ne giysem yakışmıyor üstüme, yağmurlardan başka..

-Hayat bazen Ömer Çelakıl'ın saçları gibi....Karmakarışık..Şifreli..

-Düşüncelerimizin en iyi aynası, yaşamlarımızın akışıdır..

-Çok şey düşünen, aslında hiç bir şey düşünemez..


-Siz sabahları dünyaya bakarsınız şehirlerden..Şehirler sizi s/üzer yalanlarınızdan..Ölüler güler, siz ağlarsınız..

-Aklının tümleyenlerini, kalbinin suspusluğuna ört, uyu.


-Anlamsızlıkları bile anlamlandıran bir kalbin varsa,gölgen olmasa da olur..

-Yanıltıcı yanılsamalarla doluydu; hayatın ışık alan tarafı..

-Ya kendini kaçır hayattan...ya da aklını...

-Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle..kendi kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz

-İnsan en çok kendisine yalan söyler ve en çok kendisi inanır o yalanlara...

-İyi ki "belki"ler var, yoksa "keşke"lerle hayat zor geçerdi..


-...?

Devamı  mı?

Haftaya inşallah..Haftaya dediysek artık hangi hafta olur, orası meçhul:)....Çok fazla uzatırsam, belki sıkılırsınız diye düşündüm. Öyle de düşünceliyimdir işte, görüyorsunuz:)
Bir dahaki sefere bizim bu metruk blogun tozunu almaya geleceğim ya hani..
Heh işte o vakit size  yine twitter'den esintiler getiririm...
Anlaştık mı?..
Tamam...

Öyle işte..


/derin(seylabe)/

****

minik not;
Arkadaşlar unutmadan söyleyeyim de, artık bir ismim daha var benim:)..derin..göçebe..name-i nur derken  yeni bir isim daha eklendi isim listeme..seylabe :)
twitterdaki ismim olur kendileri :)
bu arada bende isimler tükenmez, yarın öbür gün,  bir bakarsınız başka bir isim...kimbilir..
hayat işte..


24 Şubat 2012

işin aslı...

“İnsan istediği şeylerin kölesidir, istemediği şeylere karşı alabildiğine özgürdür….”
Ataullah İskenderi


Farkındaysanız istekler arttıkça mutsuzluğumuz da bir o kadar artıyor. Çünkü istediğimiz şeylere çoğu zaman ulaşamıyoruz.  Hadi ulaştık diyelim hemen peşi sıra başka istekler yerini alıyor.  Mevki makam istiyoruz, mal mülk istiyoruz, hep somut şeyler.

Çok sonraları bunları elde ediyoruz elde etmesine de, lakin mutluluğu yakalıyor muyuz, hayır. Özgür olabiliyor muyuz, hayır. Hepimiz kendi isteklerimize zincirlerle bağlı modern köleler şeklinde hayatımızı idame ettirmeye çalşıyoruz.


Ve Ataullah İskenderi yine der ki;
“Kendileriyle sevindiğin şeyler az olursa, kendilerine üzüleceğin şeyler de az olur…”
Bu sözü durup düşündüğümde çok şeyler ifade ettiğinin farkına vardım, ya da ben öyle sanıyorum.

Durup biraz daha mı düşünmeli?
Evet evet, düşünmeli…

“Canımı yakıyor dünyanın güzelliği…” demiş ya İbrahim Tenekeci, bu sözü de ayrıca not düşüyorum bir kenara…

17 Şubat 2012

algılarımızdaki fay kırıkları...


"Yalan dünya çatırdıyor artık, bu belli. Tutunacak gerçek bir dünyamız var mı peki?"


Var mı gerçekten tutunacak bir dünyamız.  Yıkılan bir dünyanın altında kalanlar sadece yaşama dair hayallerimiz mi.  Yoksa "bir hiçliğin koca gövdesi" mi.  Gerisi nasıl anlatılabilir bilmem. Avutulabilir mi, bir noktanın şiddetinden kopup gelen umutsuzluğun gözyaşları.


Acizlik kavramının tsunamisine kapılan duyguları kurtarabilmek mümkün mü? Boşlukta sallanıyoruz demiştim de bir zamanlar, kendim bile buna inanmamıştım. Ya şimdi. Kainattaki boşlukta salllanan bizlerin; bir nokta kadar cürmümüz olduğunu anlamanın artık "bir gereklilik olduğu" bilincini, şu kalbimize, şu kendinden geçmiş ruhumuza nasıl anlatabiliriz?

"Nokta"yım..."Nokta"sın..."Nokta"yız...
"Nokta"dayız...
"Nokta içinde nokta"

Ben, Sen, O...
Biz, Siz, Onlar...
Susuyorum...

Susmak belki de, içinde seninle konuşmaya çalışan bir "sen" daha olduğununun farkına varmanın en güzel yolu...

Bir başlangıç noktası belki de...


/derin(seylabe)/

20 Ocak 2012

insan için alem kendisi kadardır..

"Hayat güzel diyor herkes ama, hayat ne? Öyle çok söyleniyor ki güzel olduğu, kurt düşüyor en saf insanın bile içine. Güzelse neden bunu söyleyip duruyoruz? Neden ihtiyacımız var buna. 
Madem bir hayatımız var ve madem çok güzel her şey, bir de "yaşanmışlık" diye dramatik derecede gülünç bir lafı ne diye icat ettik. 
"Yaşanmışlık" diye bir şeyi varsa insanın, bir de "yaşanmamışlık"ı olmaz mı o zaman? "
Geriye yaşanmışlıklar kaldı" gibi laflar dolanıyor ya şimdi ağızlarda, geriye kalmayan ne peki?


Neden hayat hafızalarımızın hatıra defterlerindeki üç beş "yaşanmışlık"la sınırlı kaldı? En iyi ihtimalle, pek az yaşadığımız için olabilir mi?.."
*****
"Kendini bırakıp gölgesinin peşine düşen nereye varır? Heves kovaladıkça, gölge kaçar. Sonu olmayan bir kovalamacadır bu; ama insan tükenir kalır bir yerinde.."


*****
"İnsan için alem kendisi kadardır. Alem akıl almaz büyüklükte olsa da, insanın dünyası kendi idrakinde başlayıp biter. Nereye kadar görebiliyor, nereye kadar duyabiliyorsa, nereye kadar hissedebiliyor, nereye kadar idrak edebiliyorsa, oraya kadar uzanır hikayesinin tabii sınırları."
****
Kendini bilmemeyi ve kendinden bakmamayı adet edinmiş insan, biricik hikayesini de elinden kaçırmış olur böylece. Bu kendini ıskalamak değildir de nedir? Bu kendini hikayesiz, yani varlıksız bırakmak değildir de nedir? Ömür boyu, başkalarının hikayesine tutunarak, ilişerek, sığınarak yaşayabilir mi insan? Aldığı bütün nefesleri başkalarına harcayabilir mi? Kendinde var değilken, bir başka yerde var olabilir mi?


"Yeni insan, bütün gücüyle yaşadığı sarhoşluğa tutunan insan... Oynadığı oyuna kendini kilitleyen insan... Yegane güvencesi kaçabiliyor olmak... Kendine ait ve kendinden gelen bütün sorulardan, bütün meraklardan, bütün kuşkulardan, bütün kaygılardan... Yeni insan, karnını başkalarıyla doyuran insan... Kendi yüzüne bakamayan, kendini yeryüzündeki bütün insanlara beğendirerek ispata çalışan insan... 
Aynayı, hiç kendi başına kalmayacağı kadar kalabalık tutmaya çalışan insan.."


Hep tükenen ve tüketen insan..


/Gökhan Özcan/

***
Dedim kendim yazamıyorum madem,  bari yüreğime yakın yazılarıyla takibe çalıştığım Gökhan Özcan'dan alıntı yapayım..
Yazacağım günleri özledim doğrusu.
Hisleri kaybolanın, izleri de kaybolur mu ki acaba?
Ya da izleri kaybolanın hisleri..?
Ne dersiniz?
Kafamda hep deli sorular..