Mart
ayını oldum olası sevemedim, yaşadığım kötü şeyler genelde marta denk geliyor,
belki de ben öyle koşullanmak gibi bir hata yaptım… sonuç; bu Mart’ta da pek
yüz güldüren şeyler yaşanmadı. Ben hayatın stresini evlilik hazırlıklarından
ibaret zannederken geçmiş yıllarda yaşanan hastalıklar kabusu çıkıp bi selam
verdi ve “Ahhh Merve, sen takıl küçük detaylara hayatı ıskalayadur,
şükrediyorum diye kendini avut… Ama asıl şükretmen gerekenleri atla ve gerçek
mutluluğu yine unut!” dedi.
Silkelendim,
fena silkelendim…
İnsan bu
dünyada sevdikleriyle sınanmasın. Bazı şeylerden kaçmak mümkün değil ama biraz
rahat olamayan bi tipseniz her şey size normalden katbekat daha zor. Günde en
az 10 kez evi arayıp sevdiklerin hakkında minicik bi olumlu söz duymak bütün
gününün iyi geçmesini sağlayabiliyor. Aksi de tam tersini… Bu sırada geçmişte
sadece dilinde olan “Sağlık her şeyden önemli” lafının hakkını vermen
gerektiğini aklına kazıyorsun. Her şey normal olduğunda takıldığın ve dünyanın
en büyük sorunu olarak gördüğün minik dertleri görmeyip asıl sorunun dev
taşlarına vuran güneş ışığına, deliler gibi şükrediyorsun. Asıl mutlu olman
gereken zamanı kaçırıp zorluklarla savaşırken daha mutlu hissediyorsun.
Ama bu
insan yapısı… Etkisi geçince hissettiklerin de değişiyor.
Unutmamak isterdim.
Kabus
selam vere dursun, kendisine pek yüz vermeyince bi nebze geri çekilmiş gibi görünüyor. Çekip gitsem mi, kalıp savaşmaya devam mı etsem diye düşünüyor
olabilir. Biz de bu sırada dert sandığımız güzelliklerle ilgili yol kat
ediyoruz. Mobilya siparişleri, beyaz eşyalar, ev olaylarındaki gelişmeler,
balayı planları şimdiden halloldu. Az zamana az iş kaldı… Şimdi tek dileğimiz iyi gelişmeler, mutlu haberler… O yüzden yüzümüzü yeni yeni parıldayan güneşe
dönüyoruz. Aykut Oğut der ki; elinizdeki hortum siz nereye dönerseniz o yönü
sular. Yabani otlara dönüp onları büyüteceğimize; mis kokulu kır çiçeklerine
dönüyoruz. Bol bol dua edip, yaşadığımız güzelliklere “gerçek anlamda” düşünerek
hissederek şükrediyoruz.
Sabah
kalktığımıza, yüzümüzü yıkayabildiğimize, kendimizi görebildiğimize, bi kedinin
/ köpeğin başını okşayabildiğimize… Faso
fiso değil gerçekten bunu yapmalıyız. Sabaha hastane odasında gözünü açanlar,
kendini hiç görememiş ya da göremeyecek olanlar ve her biri diğeriyle yarışacak
dertlerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yarın ne yaşayacağımızı bilmiyoruz ki…
O yüzden küçük ama en büyük mutluluklardan “SAHİP OLDUKLARIMIZDAN” beslenelim,
farkında olalım. İyiye döndürelim, hem yüzümüzü hem zihnimizi…
İşte bu
yüzden;