SİYAH-BEYAZ FİLMLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SİYAH-BEYAZ FİLMLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Haziran 2020 Pazartesi

Im Lauf der Zeit

Wim Wenders’in “Yol Filmleri” üçlemesinin son filmi olan Im Lauf der Zeit / Kings of the Road / Zamanın Akışında filmi, izlenmek için 11 Mart 2020 tarihinden beri Covid-19 hastalığı sebebiyle tüm Dünya ile birlikte karantina altında olduğumuz günleri bekliyormuş meğer. Hemen belirteyim, üçlemenin ilk filmi 1974 yapımı Alice in den Städten / Alice in the Cities / Alice Kentlerde, ikinci film ise ise 1975 yapımı Falsche Bewegung / Wrong Move / Yanlış Davranış filmleridir. Arşive ilk iki filmle birlikte aynı tarihte giren ama seyredilmek için 2020 yılını bekleyen Im Lauf der Zeit / Kings of the Road / Zamanın Akışında, yol filmleri kategorisinde hakikaten bir kült film.
Filmde önce, kamyondan bozma karavanıyla Batı Almanya'nın Doğu Almanya sınırındaki küçük kasabalarında artık miadını doldurmakta olan sinema salonlarını tek tek gezip projeksiyon cihazlarının tamirini yapan Bruno (Rüdiger Vogler) ile tanışıyoruz. Rüdiger Vogler, Wim Wenders'ın "Yol Filmleri" üçlemesinin üçünde de başrolde olan oyuncu. Bruno (Rüdiger Vogler)'nun yolu karısından ayrıldığı için bunalıma düşmüş, kendi içindeki sorunları çözmeye çabalayan, huzursuz Robert (Hanns Zischler) ile kesişir. Filmin bundan sonrasında, küçük kasabalar boyunca birlikte yolculuk yapan ikilinin kendi hayatlarını sorgulamalarını gözlemlerken, bir yandan da II. Dünya Savaşı sonrası Almanya'sının nasıl bir süreç geçirmekte olduğuna tanıklık ederiz.

Wim Wenders ünlü Alman yönetmen Fritz Lang'a adadığı filmde Fritz Lang'ın (Ki bir tanesi de L'e Mépris' filminden alıntılanmıştır.) birkaç fotoğrafı da görülür.
Filmin son karesi hayli anlamlıdır. Adı Weisse Wand (Beyaz Duvar) olan sinema salonunun yarı sönmüş ışıklarında, "WW" ve "END" harfleri seçilmektedir. Farklı farklı yorumlayabilirim; Yani WW, Wim Wenders'ın filminin sonu ya da WW World War olarak okursam II. Dünya Savaşı'nın sonu ya da WW Weisse Wand yani sinema salonun adı olarak okursam salonun artık miadını doldurmakta olduğunu düşünebilirim. Sadece "END" harflerini algılamayı tercih edersem salt "SON". Kısaca, Alman sinemasının altın dönemleri artık geçmiştedir. Çünkü teknisyen Bruno (Rüdiger Vogler)'nun dolaştığı küçük kasaba sinemaları artık eski şaşaalı günlerini geride bırakmış, yoz Amerikan filmleri ile seks filmleri gösteren köhne sinemalara dönüşmüştür.

23 Aralık 2018 Pazar

Roma

Alfonso Cuarón'un çok yeni izlediğim, siyah-beyaz, 2018 yapımı Roma filmi uzun süredir kalbime ve ruhuma en çok dokunan film oldu. Alfonso Cuarón, kendi çocukluğuna döndüğü bu son filmi için şöyle demiş: “Tarihte, toplumları ve yaşamdaki anları bizi bireyler olarak dönüştüren, yaralayan zamanlar var. Zaman ve mekan bizi kısıtlıyor, ancak aynı zamanda bizi ve bizden farklı yaşamlara sahip olan başkalarını bir araya getirerek çeşitli bağlar yaratıp kim olduğumuzu da tanımlıyorlar. 'Roma', neredeyse elli yıl önce yaşadığım olayların anılarını yakalama girişimi, sınıf ve etnisitenin bu tarihlerde çarpıtıldığı Meksika'nın sosyal hiyerarşisinin keşfi ve hepsinden önemlisi beni, mekan, bellek ve zamanı aşan bir gizemle büyüten kadınların samimi bir portresi.”

Roma mahallesi Meksika'nın başkenti Meksiko'da, nispeten iyi halli ailelerin oturduğu güzel bir mahalle. Dört çocuklu, iki hizmetçili ailenin yaşamına göz atarken arka perdede 1970-1971 yıllarındaki siyasi çalkantıları, sınıf farklılıklarını, ana rollerden birindeki kadının da belirttiği gibi kadınların hep yalnız olduğunu izliyoruz filmde. Alfonso Cuarón, sevdiğim filmi Y tu mamá también'de olduğu gibi asıl öyküsünün üzerinden Meksika'nın toplumsal sorunlarını çok güzel yansıtıyor izleyicisine. Hizmetçi Cleo'nun aile bireyleriyle ama en çok en küçük oğlan Pepe ile olan ilişkisi etkiliyor beni. Ailenin en küçük oğlu Pepe büyüyor ve yönetmen oluyor... İyi ki de oluyor, bizlere hüzünlü güzel öyküler aktarıyor...

Alfonso Cuarón'nun Roma filmi elbette içinden geçen La grande vadrouille / Şahane Oyun ve Marooned / Fezada Kaybolanlar filmleriyle "İçinden Filmler Geçen Filmler" kategorime de yerleşiyor.

9 Ağustos 2018 Perşembe

Zéro de conduite: Jeunes diables au collège

Çok genç yaşta, daha sadece 29'undayken ölen Fransız yönetmen Jean Vigo'nun 1933 yapımı Zéro de conduite: Jeunes diables au collège / Zero de Conduite / Hal ve Gidiş Sıfır: Küçük Şeytanlar Okulda filmi anarşiye bir saygıduruşu ve bir manifesto niteliğinde. Jean Vigo’nun ilk kurmaca filmi olan 44 dakikalık Zéro de conduite: Jeunes diables au collège, gösterime girdiğinde Fransız hükümeti tarafından “ülke için sakıncalı” bulunup yasaklanmış ve özgürlüğüne ancak yapımından 12 sene sonra kavuşabilmiş bir film. Sinema tarihinde çocuklar üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri olan Zéro de conduite: Jeunes diables au collège, François Truffaut’nun Les quatre cents coups ve Lindsay Anderson’un If... adlı klasikleşmiş filmlerini de büyük ölçüde etkilemiş.
Yatılı okulda maruz kaldıkları baskıya karşı isyan eden çocukların eğitim kurumuna, dine, baskıcı tavırlara karşı sözünü sakınmayan direnişiyle her sinefilin arşivinde olması gereken bir film olan Zéro de conduite: Jeunes diables au collège, küçük yaşta yetim kalan ve yatılı okullarda büyüyen yönetmen Vigo’nun kişisel hikâyesinden dâhiyane yönetmenliği, gerçeküstü görüntüleri, özellikle çocukların yastık savaşındaki şiirsel sahneleriyle eşsiz bir filme dönüşmüş.

27 Temmuz 2018 Cuma

El extraño viaje

İspanyol yönetmen Fernando Fernán Gómez'in 1964 yapımı siyah-beyaz El extraño viaje / Strange Voyage / Tuhaf Yolculuk filmi izleyicisini ters köşeye düşüren, İspanyol sinemasının kayda değer örneklerinden, arşivlik bir film. Franco döneminde yasaklanmış olan El extraño viaje / Strange Voyage / Tuhaf Yolculuk filminde Madrid yakınlarındaki bir köye gidiyor ve iki kız (Ignacia ve Paquita) ile bir erkek kardeşten (Venancio) oluşan Vidal kardeşlerle tanışıyoruz. Abla Ignacia Vidal, çocuksu zihniyete sahip kız ve erkek kardeşi üzerinde mutlak bir hakimiyet kurmuş, kardeşlerini ezip korkutarak kendisi olmadan hiç bir şey yapamayacaklarına kanaat getirtmiş.
Köylülerin monoton yaşantısını canlandıran tek etkinlik her Cumartesi gecesi köye Madrid'ten gelen bir müzik grubunun çaldığı müzikler ve bu müziklerle köylülerin yaptığı danslar.
Elbette bu köy özelinde kırsal İspanya'nın gündelik yaşantısını gözler önüne seren yönetmen Fernando Fernán Gómez, köyden kente kaçış hayalleriyle dolu köy gençlerine de değinmeden duramamış. Köydeki tuhafiye mağazasındaki kentli giysilere duyulan özlem, sürekli bir köyden kaçıp kurtulma isteği fazlasıyla hissettiriyor kendini.
Filme dönersek köyün tuhaf kardeşleri Vidaller köy meydanında yer alan dans gösterilerine sadece köy meydanına bakan balkonlarından oturup izleyerek katılıyorlar. Yine bir Cumartesi gecesi tüm köy neşeyle müzik dinleyip dans ederken Vidal kardeşlerin evinde, Paquita'nın ablası Ignacia'nın odasından duyduğu seslerle filmin akışı bir anda değişiyor ve izleyiciyi bir kasıt olmaksızın oluşan üç cinayetle karşı karşıya getirtip, sürpriz sonuyla ters köşede bırakıyor.

Desiderio

IMDb kayıtlarına göre 1946 yapımı Desiderio / Desire veya Woman / Tutku filminin yönetmen koltuğunda iki isim var: Marcello Pagliero ve Roberto Rossellini. Aslında yönetmen Roberto Rossellini 1943 yılında çekmeye başladığı Desiderio filminden İtalya'daki savaş şartlarının kendisini çaresiz bırakması sebebiyle ayrılmak zorunda kalmış. Daha sonra başkalarının çabalarıyla yönetmen Marcello Pagliero projeye dahil olmuş ve filmi 1945'te tamamlamış. İtalya'daki bazı sansür müdahalelerinden sonra film, nihayet ertesi yıl 1946'da serbest kalmış.
Desiderio filminde Milano'da fahişelik yapan Paola Previtali'nin hayatından bir kesit izliyoruz. Paola Previtali rolünde Elli Parvo var ve oldukça başarılı. Paola bir akşam iş dönüşünde tanık olduğu genç bir kızın intiharıyla sarsılacak, yardımına koşan adamla yakınlaşacak ancak O'na kendisiyle ilgili gerçeği söyleyemeyecek, kapana sıkılmış hissettiği fahişelikten kendini kurtarmaya çalışacak ve çareyi iki yıl önce Roma'ya çalışmaya gittiğini söyleyerek ayrıldığı Abruzzi dağlarındaki bir köyde yaşayan ailesinin yanına dönmekte arayacaktır. Ancak köyde işler hiç de istediği gibi gitmeyecek ve Paola için hayat çekilmez bir hale gelecektir. Yakınlaştığı adam gelip Paola'yı köyünde bulacak mı diye merakla izleyicisini umutlandıran Desiderio filmi bir yumruk gibi boğazınızda düğümleniyor. Savaş sonrası koşullar, büyük kentlerdeki dış görüntüler çok fazla yansıtılmamış filmde ama fazlasıyla hissediyorsunuz umutsuzluğu Paola'nın gözlerinde.

31 Ocak 2018 Çarşamba

Sevmek Seni

Cengiz Tuncer'in yazıp yönettiği 1965 yapımı Sevmek Seni / Loving You filmi oldukça yoğun bir biçimde Metin Erksan'ın çok sevdiğim Sevmek Zamanı / Time to Love filmini hatırlatıyor. Filmin en hoş sürprizlerinden biri, yazar Giovanni Scognamillo'un da yer alması. Aile mirası olarak evde karga besleyen bir karakteri canlandırıyor Giovanni Scognamillo, filmin jeneriğinde adı Ciovanni Scognomillo olarak yazıyor. Kafası hayli karışık bir esas oğlan (Beklan Algan) var filmde, iki esas kız (Selma Güneri ve Ayfer Feray) arasında gidip geliyor. Felsefi konuşmaların ağrılıklı olduğu bir film Sevmek Seni / Loving You. Esas oğlan varoluşunu sorgulayıp duruyor, aşkı arayıp duruyor ama kendisi huzursuzluğunda kaybolup gidiyor daha çok!

Ölüm Film Çekiyor

Aydın Arakon'un 1961 yapımı, siyah-beyaz Ölüm Film Çekiyor / Death is Filming adlı filmi karizmatik Orhan Günşiray ve hüzünlü Muhterem Nur'u biraraya getiriyor. Orhan Günşiray kendisini oynuyor filmde, Muhterem Nur ise Orhan Günşiray'ın oynadığı filmde figüran olarak yer alan kızkardeşi öldürülünce İstanbul'a gelip hayatı tehlikeye düşen genç ve güzel kız rolünde. Muhterem Nur ve Orhan Günşiray'ın yolları kesişince hayli maceralı bir serüven içinde buluyoruz kendimizi. İstanbul'un o dönemdeki güzelliği ise filme ayrı bir hoşluk katıyor. Müzikler, klüpler, modern danslarla altmışlar'ın başlarındaki farklı bir İstanbul var filmde. İzleyiciye artık sadece filmlerde görebileceğimiz bu İstanbul'un, Türk yeni dalgası ile film noir karışımı Ölüm Film Çekiyor / Death is Filming filmiyle sonuna kadar tadını çıkarmak kalıyor.

Nihon no ichiban nagai hi

Kihachi Okamoto'nun 1967 yapımı Nihon no ichiban nagai hi / Japan's Longest Day / Japonya'nın En Uzun Günü, 14-15 Ağustos 1945 tarihinde Japonya'da gerçekleşen olaylar dramatize edilerek aktarılıyor izleyiciye. Hiroşima ve Nagazaki üzerine atom bombalarının atılmasının ardından, Japonya'nın II. Dünya Savaşı'nın sona erdirmek üzere teslim olma kararını kabul etmesindeki sancılı süreci izliyoruz yüzelliyedi dakikalık filmde.
Müttefiklerin Japonya'nın kayıtsız şartsız teslim olma talebi üzerine, Savaş Bakanı, her Japon vatandaşının ölümüne kadar savaşmayı teklif eden askeri subayların dileklerini iletir. Ancak İmparator Hirohito, bakanlar ile birlikte Japonya'nın barışçıl yollarla teslim olmasını tercih etmektedir.

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Tobenai chinmoku

Kazuo Kuroki'nin ilk uzun metrajlı filmi Tobenai chinmoku / Silence Has No Wings / Sessizliğin Kanatları Yok 1966 yapımı siyah-beyaz hayli ilginç bir film.
Filmin güzel adı Federico García Lorca'nın bir şiirinin adından geliyor ve bir tırtılın, tırtıl olarak Japonya'nın güneyindeki Nagasaki şehrinde başlayan ve kelebek olarak Japon adalar topluluğunun kuzeyinde yar alan Hokkaido şehrinde son bulan yolculuğunu anlatıyor. Hokkaido'da küçük bir çocuğun sadece Nagasaki şehrine özgü çatal kuyruklu bir kelebeği yakalamasıyla başlayan film, geriye dönüşlerle o kelebeğin nasıl Hokkaido'ya ulaştığının öyküsü olarak izleyiciye aktarılıyor. Ama elbette anlatılan o kelebeğin nasıl kelebek olduğu değil, yönetmenin sözleriyle Tobenai chinmoku / Silence Has No Wings / Sessizliğin Kanatları Yok filmi, Japonya'nın İmparator merkezli Japon siyasi ideolojisinden Amerikan Generali MacArthur'un temsil ettiği işgalci ideolojiye oradan da II. Dünya Savaşı sonrası demokrasiye dönüşme çabalarının bir kelebek üzerinden betimlenmesi imiş.

Siyah-beyaz görsel bir şölen Tobenai chinmoku / Silence Has No Wings / Sessizliğin Kanatları Yok, anlaması ve anlatması yer yer çok zor ancak inanılmaz güzellikte bir film! Filmde yer alan şarkı da ayrı güzel diyerek güncemi izleyenleri müzikle başbaşa bırakıyorum...

22 Mayıs 2017 Pazartesi

La Noia

Damiano Damiani 'nin 1963 yapımı, siyah-beyaz La noia / The Empty Canvas / Boş Tuval filmi, Alberto Moravia'nın "La Noia / Boredom / Can Sıkıntısı" adlı romanından uyarlanmış. Romanı okumadım ancak sanıyorum film romana oldukça sadık kalmış. Film Dino adındaki ana kahramanın boş tuvali parçalamasıyla başlıyor. Resim yapamayan, hayattan bezmiş, annesi zengin, dolayısyla para sıkıntısı değil ama can sıkıntısı çeken ressam Dino'yu Horst Buchholz canlandırıyor.
Dino'nun zengin annesini Bette Davis oynamış. Dino'nun annesine, annesinin parasına kızgınlıkla yaklaştığını ve mümkün olduğunca O'nunla az etkileşime girdiğini görüyoruz. Dino'nun annesiyle birlikte yaşamaktan kaçındığını, babasının evden uzaklarda sürekli seyahatte olmasından da annesini suçladığını görüyoruz.
Dino'nun yeknesak hayatı, kapı komşusu yaşlı ressamın modeli Catherine Spaak'ın canlandırdığı Cecilia ile tanışınca değişiveriyor. Cecilia, kendisine takıntılı olan yaşlı ressamın sadece modeli değil, kendisiyle ateşli bir ilişki de sürdürmekte. Ressamın ani ölümü üzerine, Dino ve Cecilia bir araya geliyor ve artık Cecilia'ya takıntılı olma süreci Dino'da başlıyor. Öyle ki Dino, Cecilia'ya olan takıntısının hayatını neredeyse yok etmesiyle karşı karşıya kalıyor...

29 Mart 2016 Salı

O slavnosti a hostech

Jan Němec'in 1966 yapımı O slavnosti a hostech / The Party and The Guests / Parti ve Konuklar filmi, çekildiği ve gösterildiği dönemin Çekoslavakyası'nda yönetimin "sahip olduğumuz cumhuriyet, sosyalizm ve komünizmle hiç bir ortak yanı yok" gerekçesiyle yasaklanmış bir film. Neyse ki, yönetmen Jan Němec, yetkililer çekimi durdururlar diye filmini beş hafta içinde sessizce ve çabucak tamamlamayı başarmış.
1960 ve sonrası Çekoslovakya’sının toplumsal / politik yapılanmasının aynası ve köşetaşlarından biri O slavnosti a hostech / The Party and The Guests / Parti ve Konuklar filmi! Bir grup Çek burjuvası taşrada piknik yaparken bir grup tarafından alıkoyulup görkemli bir parti yerine ulaşırlar. Nazik parti sahibinin tutumuyla rahatlayan konuklar hiçbir şeyin uzaktan göründüğü kadar güllük gülistanlık olmadığının farkına varacaklar, mumların söndürülmesiyle yavaş yavaş karanlığa karışacaklardır!

22 Şubat 2016 Pazartesi

İçinden Kitap/lar Geçen Filmler

Her karesini fotoğraf haline getirip saklamak istediğim Metin Erksan'ın 1965 yapımı Sevmek Zamanı / Time to Love filminde, 'esas kız' Meral, Ovidivs'in "Sevişme Yolu / Ars Amatoria" kitabını okumaktadır.

La ilusión viaja en tranvía

Luis Buñuel'in Meksika'da çektiği filmlerden 1954 yapımı La ilusión viaja en tranvía / Illusion Travels by Streetcar / Tramvayla Yanılsama Seyahati, hayatları boyunca çalıştıkları 133 numaralı tramvayın kullanım dışı kalacağını öğrenen iki tramvay sürücüsünün (vatman), sarhoş olup son bir kez sevdikleri tramvayla yolculuğa çıkmalarını anlatıyor. Farklı kesitlerden farklı bireyleri buluşturuyor tramvay...

6 Ocak 2016 Çarşamba

At Land

Maya Deren'in 1944 yapımı At Land / Karada filmi, sinemanın bu ayrıksı yönetmeninin en kişisel, büyüleyici, zamansız ve mekansız özgür bir yolculuğu gibi. Bende bıraktığı tat tam anlamıyla tuhaflıklar silsilesinin beynime ve ruhuma karıştırdıkları oluyor!..

4 Ocak 2016 Pazartesi

Meshes of the Afternoon

Maya Deren - Alexander Hammid çiftinin 1944 yapımı The Private Life of a Cat / Bir Kedinin Özel Hayatı filmini geçtiğimiz ay izlemiştik. 2016'nın hemen ilk günlerinde izlediğimiz ilk Maya Deren - Alexander Hammid filmi, Maya Deren'in yazdığı ve kocası Alexander Hammid'le birlikte çektiği 1943 yapımı Meshes of the Afternoon / Öğleden Sonra Kafesleri filmi oldu. 18 dakikalık bu deneysel siyah-beyaz filmde ayrıca karı - koca başroldeler. Amerikan "Avant-Garde" sinemasının öncüsü olarak Maya Deren henüz 26 yaşında olduğu bu filminde açık uçlu rüyalar ağında izleyicileri muhteşem görüntülerle büyülemektedir.

25 Aralık 2015 Cuma

Deadline - U.S.A.

Richard Brooks'un yazıp yönettiği 1952 yapımı Deadline - U.S.A. / Gazeteciler Savaşı filminde, sahipleri tarafından satışa çıkarılmış olan Day gazetesinin mücadeleci editörü Ed Hutcheson rölünde farklı bir Humphrey Bogart var karşımızda. Gazete baskıya girmişken mafya babasının "bu neyin sesi?" sorusunu her zamanki kendinden emin alaycı bakışlarıyla "basının sesi, bebeğim, basının sesi!" diyerek çok güzel yanıtlıyor!

25 Aralık yani bugün Humphrey Bogart'ın doğumgünüymüş bu arada!

The Dark Mirror

İyi ikiz, kötü ikiz!
Olivia de Havilland, Robert Siodmak'ın yönettiği 1946 yapımı The Dark Mirror / Karanlık Ayna filminde tek yumurta ikizleri rolünde tek kelimeyle muhteşem!