Kütür kütür dökülüyor mevsim dallardan, üst baş, sayılı mı sayısız mı kestiremeden, miyop ilerlediğimiz buzdan günlerle kaplı..
Çetin bir giriş oldu kuşkusuz.
Oysa tüm karman çorman, kendi etrafına düğümlü sorularıma rağmen tarçın bulaşmış küçük salonlarda, dar yatak odalarında yağmurlu şarkılar dinlemeye, dolaptan şarabı, etrafımdan rengini eksik etmemeye yemin etmiştim.
Gün insanı olmadığımdan geceye demirlenecek bir çizgi, birkaç kelime illâ ki edinecektim. Sonbahar koleksiyonundan mürdümler çekecektim sararık kağıtlara ve tüm artı sonsuz aksindeki mutsuzluklara inat, fısıltı fısıltı sevecektim umut kelimesini.
Yumuşak ve ağlamaklı ve yünün hiç değilse sırtımıza düşkün haliyle geçecektik beyaz, buz, gri, füme, siyah... Degrade ilerleyecektik zamanda.
Tepetaklak edilmiş bir yaza sahip olmayı çok diledim, olduramadım.
Şimdi sonbahar adeta striptiz yapıyor sahnede. Gerdanı açık, gerdanında bir aralık yaprağının pıhtılaşmış çizikleri. İnat ediyor ısınmamaya, sarılmamaya, ısınmamaya.
Cepsiz ceketler ne işe yarardı eksiklenmekten başka.
Şiirler hangi mevsimin kıyısından toplardı dizelerini, bir ekim olmasa.
Çikolatanın endorfinden çok kırık bir akşamüstünden kalma, dudaklarla anılan bir yutkunma olduğunu; süte çaldığını kim bilirdi.
Bilmesin.
Kilim renklerinden ördüğüm bir mevsim manzarasına bilet isteyen varsa, dünlerini çeyizlesin.
Portakal kokusunun bana yazı anımsatmasıydı tuhaf olan, oysa kıştaydık ve ortalık portakal mevsimi gibi kokuyordu.
Oda da.
Ben ilkyazlara ayırırken narenciye kokulu hatırayı, şimdi çoktan boran mektupları geliyor ve bu tarihe ayırdığım elmalı tarçınlı kokular kendini tamamlayamıyor.
Yine portakal mevsimi.
Yine yaklaşıyor.
Dünden yarına atlamaya kalktığım her rüya narenciye kokuyor.
Dün gibi.
Yazı anımsatan bir hatıranın nasıl da kıştan koptuğunu etrafa duyura duyura..
Ama sen yine de, şarkını o son yağmura sakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder