19 Temmuz 2013 Cuma

"Yaşansaydı eğer" parantezine veda..

“bir yastıkta kocayın” denmiş de, neden bir yastıkta yaşayın denmemiş diye düşünürüm zaman zaman eksik dualar aklıma geldikçe.. Yaşamadan kocamanın ne anlamı olabilir? Ya da, doyasıya yaşanarak yaşlanıp kocamanın neresi kötü?

Şarkılardan medet ummayalı çok oldu ama yine dertleri zevk edinmiş günlerle boğuşmaktayım.. Kelime oyunu falan yaptığım yok. Bir yastığı bile paylaşamadığım için değil, yastığımın başkasıyla paylaşıldığını gördüğüm için de değil bitmeyen isyanlarım.. Bu alçıya alınamayan eski kırıklar var ya.. hangisini geri itsem o kırıkların, öne geçen arkada kalana yol veriyor hûşû içinde.. Hangisine yansam ilk günki gibi, öbürü unutulduğunu sanıp dudak bükmekte..

Hepsini birden kucaklayıp taşımaya artık yetemiyor yürek.. Bir kere de, dertlerim beni kucaklayıp taşısın istiyorum!..

Yorgunum..
 
Hiç bu kadar zor gelmemişti ağlamak.. sanki doluymuş gibiyken bomboş oluşuna ilk defa şahit olmaktayım gözlerimin.. Her oturduğum yerden kalkışımda nedenini bilmeden gidip balkondaki minderlere oturup işte şimdi, tamam artık .. dediğim halde bir damla bile akıtamadığım göz yaşlarım, neredesiniz?? Kurudu mu yatağınız?

Oysa böyle sebepsiz günler için, kurutmamıştım pınarınızı.. neden inatlaşırsınız şimdi?? Sadece ben değilim isyanlarda olan.. gururum!, seni engelleyerek alıyor intikamını sanki! Yutkunmakta zorlandığım şiş boğazım, her bir hıçkırığa düğüm attıkça kendini muzaffer bir komutan zannetmekte.. Kendini böylesine sessiz ve ketum, naza çekmenin nedenini bir anlayabilsem?? Kim, ya da "NE" izin vermiyor sana bir bilsem??
Oysa sen bugüne kadar, bu yaşıma kadar serazat takılan.. kendi başına buyruk bir pınardın.. bana hiç sormadan, hiç esirgemeden suyunu, içimi pas tutturana kadar akıttın yıllardır.. Şimdi ne oldu? Şimdi BEN istediğim için mi kuruttun yatağını ? canın istediğinde bana sormadan, aktığın günlerin hatrına!..  bir damla bırak.. ben çoğaltırım onu!..
 
Günlerdir izin verdim özgür takılmana.. dalıp gitmene.. bir yangın yerine çevirmene oyuklarını.. yumup kapaklarını, iç perdende oynattığın filmi kaçıncı kez seyrediyorum biliyor musun?

Bir insana değil.. yaşanmışa da değil!.. “yaşansaydı eğer” parantezi içindeki  tarihime güle güle demek.. kolay mı?

Bir damla su.. ne olur!.

 







14 Temmuz 2013 Pazar

Ankara' ya... GİDİŞ NE GÜZEL!!!

 
Sabah erken kalkmama gerek yok.. otobüs 11.30 da.. Bavulum hazır, hatta sokak kapısı arkasına konuşlandırıldı bile. Sabah evden çıkarken yapacaklarımı kontrol ediyorum.. çöp: verildi.. su: sabah giderken kapatılacak.. doğalgaz: kapattım!.. çiçeklerim: bolca sulandı!! Tam o anda zil çaldı.. biraz isteksiz bir sesle "kim o" dedim.. billur gibi bir ses "bizzzzz" dedi.. Ah!!.. benim sarışınım bu! yarın gideceğimi biliyorlar.. Onlar da bugün döndüler Çanakkale'den..

Asansör kapısı açılıyor.... ve benim bir tanem.. İmgem "hapy birth day" i söyleye söyleye koşarak gelip boynuma sarılıyor.. elinde iki paket var!!.. Biri, resimde gördüğünüz!!! Nasıl mutluyum anlatamam.. Yılların ayak seslerinden korkmuyorum,:) öylesine mutluyum!! 
Öbür paket bizzat onun seçtiği bir şahane ayakkabı.. "bu alınacak" dediği için itiraz etmemiş annesiyle babası.. sadece uzun vadeli bir değiştirme kartı koydurtmuşlar içine.. Ama ben bu kadar rahat bu kadar güzel ayakkabı hiç giymedim.. Özürlü ayaklarıma milyonluk da olsa ayakkabı beğendiremem bir türlü.. Ama bu, işte bu önümdeki günler boyu neredeyse ayağımdan hiç çıkartmadığım bu ayakkabı ayaklarımın huzuru oldu.
TEŞEKKÜRLER İMGE'm..
benim güzel çocuklarım..
****
 
 ve.. ANKARA..
 
İkinci evimde gibiyim..
Hiç değişmeyen
7. kattaki 702 no' lu odadayım..
En köşede üstten 2 kat altta olan,
yanımda bitişik oda olmayan!!.. :)

Ve baktığımda göz alabildiğine,
öğrenciliğimi, öğretmenliğimi, gençliğimi, sözün özü
 tarihimi hatırladığım EMEK mahallesini seyrettiğim.. 
 Hiç bir manzaraya değişmediğim,
görecek olanın kesin deli teşhisi koymasından korkmadan,
 sesli olarak konuştuğum mekânla hasret giderdiğim... 
 
Hayranı olduğum el dokuması duvar halısını okşayıp,
 hasretimi dile getirdiğim.. 
 
Gizemli bahçesini ve muhteşem çayını özlediğim.. 
hâtıraların kötülerini kovup, güzellerine kucak açtığım
ÖĞRETMEN EVİ..
 
Özlediklerimin hepsini görmem mümkün değil..
Otobüsten ineli ve odama yerleşeli daha yarım saat bile olmadan Mehmedim beni aldı ve
okulunun açık hava restoranına yemek yemeye götürdü..
İçimdeki takdir duygularının ve çok ender duyduğum "keşke" hissimin tavan yaptığı ODTÜ.. Kapısında bu afişle karşılıyor gelenleri..

Güzel ve serin bir Ankara akşamının ilkine
bu muhteşem yerden merhaba diyorum..
Az daha elveda diyecek kadar şiddetli bir allerji krizi
geçirişimi anlatmaya hiç niyetim yok!! :)
 
****
 
 
Sabah daha çayımdan bir yudum içmeden,
"Hocam, ziyaretçiniz var" diyor müdire Derya hanım..  
 
Kimin olduğunu âmâ da olsam sağır da.. 
bilirim !..  
 
 
Bu sefer tutuyorum kendime verdiğim sözü.. ağlamıyorum!!
Benim Nihan'ım orkidem.. ilk gelen!
Aslında başka gelen de olmayacak tahminim..
Çünki Ankara boşalmış gibi..
Ve ben hiç kimseye Ankara'ya geleceğimi söylemedim
2-3 dostumun haricinde..
Onlarla da bire bir  buluşmak istedim..
Özelleri özel olarak konuşabilmek,
rahat dertleşmek
ve geçmişi yâd ederken kimseyle paylaşmamak için!!..
 
 
Ancak benim insan üstü bir vefası olan yeğenim beni yemeğe götürmeye ve akşamki kriz için (tedbir olarak) aldığı ilacı vermeye gelince,
güzel ve zevkli bir yemeğe hayır diyemedik..
Acıkmışız üstelik.. :))
 

Sonra akşama hatta gece yarısına kadar GÜN bizim..
Anılar... ah!! zamanında ağlatan ama şimdi anarken,
 ağlandığı için güldüren anılar..

Nihan'ımın butcuğu evde beni beklemekte.. annesini "ama sigara içiyor mami" diye şikayet edecek.. Bana İstanbul'a telefon açıp bu konuda yardım etmemi isteyen  olağanüstü bir çocuk o..
O, benim KAYRA' m..
Yanlarında huzur bulduğunuz insanlarla beraber olduğunuzda,
 iştahınız artar mı azalır mı??
Ben o güzel muhteşem yemekleri sadece seyrettim o gece..
***
 
 ve... LEYAL..
O, benim leylâğım..

O, beni anlayan çok ender insanlardan biri..
Muhteşem kelimesini gölgede bırakan bir arkadaş,
bir dost, bir meslekdaş..
İnanın mübalâğa etmiyorum,
dokunduğumda kırılacak diye korktuğum bir kristal kadeh gibi..
 
Saatlerce, sanki kuştüyü bir koltukta oturuyormuşum gibi tahta bir iskemlede rahat ettiğim arkadaşım o.. Her 3 çocuk doğuranın üçünü de getirdiği ciyak ciyak eniklerini ortaya salıp bağırtan ana bozuntularının en nadide mekanları biz gibilere (özellikle) zehir etmek için doldurduklarından, kulaklarımızı sağır edecek kadar ağlama sesine rağmen, yanında huzur bulduğum bana sükûn aşılayan dostum.. 
O, benim Leylâğım..
 
****
 
Araya giren mesafeler.. ve zaman denen kalleş süreç.. yıllar sonra..
eğer bıraktığın yerden, yeniden başlatıyorsa dostluğu.. arkadaşlığı.. sırdaşlığı..
bilin ki o dostluk ölümsüzdür..


ve HÜLYA' m..

"sanki dün gibi" denir ya hani.. işte aynen öyle..
Sen ne kadar kırılgan ve zarifsin Hülya'm..
İnsanın  sana dokunurken korkması gerekir..
Biliyor musun karşımda oturduğun o kısacık süreç içinde,
seni anlayamayanlara, kıymetini bilemeyenlere "ah" ettim..
Ve inandım.. sanki yüreğime bir ses, 
çok yakında tekrar beraber bir mutluluğa kadeh kaldıracaksınız.. dedi!
 
****
VE..
Ankara'daki gecelerin sonuncusunu,
çok eski bir tanıdığımın ve akrabamın çağrısını değerlendirerek geçirdim..
İster geçmişte kalsın, isterse gelecekte düşünülsün,
"güzel" olan düşünce ve duyguların,
insan ömrünü uzatan bir sihir olduğu konusunda  mutabık kaldık..
 
SONRA BAKTIM...
YENİ BİR AY DOĞUYOR..

HOŞÇA KAL ANKARA.. dedim..
GÜZEL GÜNLERDE BULUŞMAK ÜZERE..
 
 
 
 
 


 

5 Temmuz 2013 Cuma

Hatırlanmak güzeldir..




ama..
hatırlamak daha güzel!..
 
Çünki, ister daima hatırlanacak kadar güzel,
isterse unutulmayacak kadar acı olsun;  anılarıma saygım var benim!
Ve bu kısa cümle, aslında dilime pelesenk olmuş bir anlatıştır uzun uzun anlatamadıklarımı!. o nedenle uzatırım elimi gönlümde yer eden değerlere..
 
Hatırlanmayı sevdiğim kadar, hatta abartısız, hatırlamayı daha çok önemseyen bir iç dünyam olduğundan..  Tarihler.. yerler... aklımda asılı kalan cümleler... hiç zorlama olmadan, en ufak bir kayıt altına alınmadan, gönlümden çıkıp uygun adım gözümün önüne gelir zamanı geldiğinde..
Bazılarına ufak bir anı ile, bazılarına sesle, bazısına tek satırla.. onu unutmadığımı iletirim farklı  lisanlarla!..

Bugün 5/temmuz..

Bloğumdaki 5 temmuz tarihlerine göz attım az önce.. Yapılan tüm yorumları kısık sesle sanki duyan olabilirmiş gibi, sessizce okudum.. Artık aramızda olmayan dostlarımın yorumlarıyla ilettiği dilekleri okurken sesimin farklı yükselişini engelleyemeden!..
Ve düşündüm..
İsterim ki bir gün, yine bir 5 temmuz geldiğinde,
sayfalarımda artık yazılamayan ve tekrarlanamayan
seslenişim bulunmazsa;
bir önceki yıl yazılan okunsun yeni yazmışım gibi..
YİNE yazmışım gibi!..

Bugün 5/temmuz..

Kalan ömrün bir yılına daha veda ettiğim bugün, 
 değişmeyen tek şey:

 SENİ HATIRLAMAK!

ne güzel şey hatırlamak seni”
demiş Nâzım..
Zamanlar öncesinde
sanki benim adıma!.
Ben de,
desem ki usulca kulağına
“ne güzel şey hatırlamak seni…”
.. duyar mısın?
 
Biliyor musun
bazen bir evlâtsın anaç yüreğimde
meme uçlarımı sızlatan..
Bazen,
gölgesinden bile güç aldığımsın..
Vatanım gibisin sınırlarını çizdiğim,
uğruna can feda! ..
Doğan günümün alacası,
ömrümün son hatâsı
Sen!
sevmeye kıyamadığım,
öpüp başıma koyduğum nimet!..
Kıymetini bilemedin kıymetinin yazık,
bu yüzden
eğreti durdu yüreğinde ona verdiğim kıymet! 
Keşke.. ah keşke
yanlış görülen bir rüya gibi yorumlayabilsem
geçen zamanı
ve
‘cezir’ başladığında kumlara yazsam adını!
Tırnaklarıyla kazır gibi
sildiğinde dev dalgalar .. ‘met’ ile
yaşanmışları,
yazılanları,
kayıpları..
uyansam kan/ter içinde!..
Zaman,
yine sürükleye sürükleye
götürse geceyi içindekilerle,
ve
içinde hiç olmadığın sabahlara
uyansam seninle.
Her 'gün'  dün olduğunda
seni hatırlasam,
her hatırlayışımda çoğalsan mutluluk gibi
yarınlarımda bulsam seni
hiç bitmesen!...
 
Ne güzel şey seni hatırlamak
bilsen!





o5/o7