23 Nisan 2016 Cumartesi

Yeniden Doğdum Ben



Hemen hemen 3 ay olmuş ekranın başına geçip sesimi duyurmayalı. Şu 40 yıllık ömrümün belki de en zorlu, en duygu dolu, en yorucu ve en güçlü günlerini yaşadım. Yeniden anne oldum ben. Doğanın bana verdiği bu gücü tekrar hissettim ve yeniden o cennet kokusunu kokladım şükürler olsun. Tuğra' yı abi yapmak, onu hayatta daha güçlü kılmaktı tek amacım. Yolları daha kolay yürüsün, desteği olsun istedim hayatta. Biz varken değil, bizden sonrasıydı tek endişem. Kendimi bunu yapabilecek kadar  hazır hissetmesem de zorladım zorladım ve her türlü sağlık sıkıntısını halledip Yalın kuzumu 18 Şubat 2016 gününün sabahında kucağıma aldım. O da abisi gibi erken gelmeyi seçti, henüz 35 haftalıkken 2100 gr prematüre olarak hayatımıza katıldı. Tam 9 yıl öncesinin senaryosu tekrar verildi sanki elime. Yine minik prematüre bir bebek, yine yoğun bakım günleri, yine sabır yine sabır. 

Erken geleceğini haber aldığımızda durumu hiç riske etmemek için doğumun Hacettepe Üniversitesi Hastanesi' nde olmasına karar verdik Orhun' la. Doktorum hamileliğim öncesi ve süresince Prof. Dr. Özgür Deren oldu. Tuğra ' nın doğumuyla ilgili yaşadığım sıkıntılardan dolayı açıkcası çok araştırmış ve Özgür Hoca' nın işinin ehli olduğuna karar vermiştim. Şükürler olsun ki yanılmadık ve ona güvenerek bu yolu yürüdüm. Son haftalarda tansiyonumla ilgili çıkan sorunlardan dolayı doğum erken olmak durumunda kaldı. Tansiyonun yükselmesi sebebiyle karnımda bebeğin kilo alımı durunca beklemeden doğuma girdik. Öncesinde zaten akciğer geliştirici iğnelerimi olmuştum. İlk tecrübemden dolayı benim için korkulu bir rüyaydı doğumhane. Hele de doktorum doğumun epidural olacağını söylediğinde daha da heyecanlandım. Ama o anı yaşamak gerçekten herşeye değermiş. Kuzumun ilk ağlamasını duymak, onu koklamak ve herkesten önce onu görmek dünyalara değerdi. 

Yoğun bakım sürecimiz bu defa sadece 4 gün oldu. Ancak Tuğra' daki 21 günün aksine inanılmaz yorucu bir  4 gün oldu. Hacettepe ' de yoğun bakımda yatan bebeklerin durumları eğer çok riskli değilse, yani küvözden kısa süreli çıkabiliyorlarsa annelerden de bebekleri her 3 saatte bir emzirmeleri bekleniyor. Buraya kadar herşey oldukça doğal ve olması gerektiği gibi. Ancak hastanenin doğum katı ( 82 ) ile bebeklerin yoğun bakım katı (39- İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi ) arasında oldukça uzun bir mesafe var. Her seferinde o yolu gidip sonra geri dönüp neredeyse uyumadan bunu her defasında tekrarlamak. Yeni doğmuş prematüre bebeğin de emme performansının çok başarılı olamadığı ve süresinin oldukça uzun olduğu düşünülürse bu gidip gelmeler anne için inanılmaz yorucu. Sadece tansiyonumun çok yükseldiği birkaç defa dışında hep gidip emzirdim kuzumu, gidemediğim vakitlerde de sütümü sağıp yolladım. Annelik nasıl bir güçse işte o  güce sığınıp kendimi unuttum…



Tam yoğun bakım bitti, çıktık derken sarılık fena sardı başımıza. Yalın servise odaya geçtikten sonra sarılığı yükseldi ve 2 gece daha yoğun bakımda fototerapi almak zorunda kaldı. Ben de onun yakında kaldım elbette. Sürekli uyanık kalıp gözündeki bandı açıp açmadığını kontrol etmek ve sık aralıklarla emzirmek gereken cidden can sıkıcı bir süreç. Fakat orada çok daha zor durumda hastaları görüp halinize de şükrediyorsunuz. Sonrasında evimize yolcu edildik ama birkaç gün sonraki kontrolümüzde bilurubinin tekrar yükseldiğini hatta kan değişim sınırında olduğunu öğrenince tekrar hastane yolu gözüktü bize. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak beni çok yoran  bir süreç yaşadım diyebilirim. Yenidoğan sarılığı gibi aslında çoğumuza basit görünen bir sağlık probleminin bile beni çok yıprattığını söyleyebilirim. 

Eve döndüğümüzde her şeyin çok daha güzel ve tospembe görünmesi gerekirken artık 2 çocuk annesi olduğumu farketmemle sanırım üzerimdeki baskıyı kendi kendime artırdım. Bana hala çok fazla ihtiyacı olan Tuğra ile birlikte artık bir de minicik bebek katılmıştı hayatımıza. Evde bizimle olan babaanne ve anneanne de görevlerini tamamlayıp İstanbul' a dönünce işin rengi benim için tamamen değişti diyebilirim.
Evin alışılmış olan çarkının artık eskisi gibi dönmesinin çok da mümkün olamayacağını anladığım anda içimde telaş çanları çalmaya başladı. Huyum çok fena;  halbuki rahat ol,  gevşe,  bırak oluruna varsın değil mi ama ? Yok mümkün değil benim tarzım değil o iş. Nasıl yetişirim derken yetişemediğimi görüp kendimi yedim ve hatta hala yemeye devam ediyorum desem yeridir. Tuğra' nın sabahları okula babası tarafından bırakılması dışında her şey eskisi gibi benim sorumluluğumda olunca yükümün altında ezildim. Sadece öğle yemeklerinde okula gidip gelmeyi bıraktım, artık Tuğra da kendi başının çaresine bakmayı öğrendi, ya da bilmiyorum ne yapıyor. Bilmek de istemiyorum yemiş mi yememiş mi; aç mı kalmış doymuş mu diye düşünmeden en azından bu tarafını oluruna bıraktım. Öğleden sonraları okul çıkışı onu okuldan almak için Yalın kuzusunu bezi, yedek bezi ıvırı zıvırı ile komşum Nazmiye ablaya emanet edip koştur koştur gidip Tuğra' yı alıyorum. Sonrası zaten tam bir maraton şeklinde gidiyor. Akşam olup da babamız eve gelene kadar evdeki tempo fena, anlatılacak gibi değil. Hala doğru dürüst bir akşam yemeği masası kurup yemek yemeye başlayamadık örneğin. Ve bir süre daha olmaz gibi görünüyor.

Doğumdan beri hayatımızda yepyeni bir terim var; gaz… Evet Yalın tam gazlı bebek. Ikınıp kıvranıp da tüm günü ve geceyi uykusuz geçirdiği çok oldu. Annem sağolsun burada olduğu sürece geceleri bana son derece yardımcı oldu. Zaten yorgunluk ve stresten çok az olan sütümden dolayı mama takviyesi yaptığımız için çoğu gece beni hiç uyandırmadan mamasını verip uyuttu kuzuyu. İşin bu tarafı canımı çok acıtıyor maalesef, Tuğra' nın doğumunda fazlasıyla olan sütüm bu defa beni ters köşe etti. İştahlı bir bebek için annenin sütünün yetmemesi çok can acıtıcı. Evde doğum sonrası 2 ay boyunca hastane tipi Medela süt sağma makinesi de kullandım, sağdım ama sütüm ne yazık ki artmadı. Mamayı istemeye istemeye vermek zorunda kaldım. Arada kendimi telkin edip avutsam da hala üzülüyorum. Memeden son damla gelene kadar inatla emzirmeye devam edeceğim, ne kadar emse o kadar fayda. Böyle diye diye bugün inatla emzirdim mesela uzun süre. Emzirme sonrası Yalın' ın pembemsi renkte kustuğunu görünce artık memeden sütle birlikte kan geldiğini anladım. Şimdi mama vermeyeyim de ne yapayım ?

Sütün az olmasını stres, yorgunluk ve uykusuzluğa bağlıyorum. Neredeyse doğumdan beri kesintisiz uyuduğum tek gece olmadı. Tansiyonumun yükselmesi ve gece gittiğimiz acilde verdikleri ilaçtan sonra evde sızdığım geceyi saymazsak. Sabaha karşı 4 gibi uyandığımda Aslı tam anlamıyla bitmişti ve nöbeti bana devrettiğinde bu işin kaçarı olmadığını anlamıştım. Yaklaşık 2 haftadır düzenli tansiyon hapı da almaya başladım. 40 yaşımda tansiyon hastası da oldum sonunda. Daha fazla kaçamadım. Hamileliğimin 29. haftasında başlayıp doğumla birlikte bıraktığım tansiyon ilacı artık bir daha bırakmamak üzere hayatımda. 


Fakat her zorluğuna rağmen bir tek şey var ki bu süreç beni mutlu etmeye yetiyor. İşte tam da şu tablo. Oğullarım. Hayattaki en büyük gücüm onlar benim. Tuğra' nın da kardeşini böylesine kollayıp kucaklaması beni inanılmaz mutlu ediyor. Yalın' dan önce gördüğü hiçbir bebekle ilgilenmeyen kuzum kardeşini sevdiğini her haliyle belli ediyor. Daha yoğun bakımın dışından camdan bakıp kardeşini gördüğü ilk andan itibaren onun iyi bir abi olacağını biliyordum. Hayat onların ellerini birbirinden asla ayırmasın, en büyük dileğim bu. Yalın doğduğundan beri içimden atamadığım suçluluk duygusunu ise hemen her anne yaşamış anladığım kadarıyla. Sanki 9 yıldan sonra Tuğra' yı aldatıyormuşum gibi bir his var içimde sürekli. Hayatımızın ortasına düşen bu minik adam benim neredeyse tüm enerjimi alıyor çoğu gün, Tuğra ile ilgilenemeden geçen her gün içimdeki suçluluk büyüyor. Ama geçecek biliyorum. Ben 2 çocuklu anne olmaya alışacağım, Yalın evin düzenine alışıp uslu bir bebek olacak umuyorum. Ve Tuğra da abi olmanın kolay olmadığını, fedakarlık yapması gerektiğini anlayacak. 


İşte kısaca böyle… 2 ayı böyle koşturmaca, telaş, gaz, emzirme, sarılık, hastane, okul, tansiyon, uykusuzluk, stres vs derken neredeyse nefes alamadan geçirdik.  İnsan geriye dönüp baktığında  en güzel geçmesi gereken günlerinin aslında telaşla geçtiğini görünce üzülüyor sonradan. O yüzden kendimi not: Rahat ol, keyfini çıkart, bırak dağınık kalsın, bırak bırak bırak…