Eve Dönüş...
Roma’dan döneli birkaç gün oluyor. Hala her köşesini defalarca gezdiğimiz sokaklarının görüntüsü zihnimizde. Gitmeden önce, güzel bir şehre doğru yol aldığımı biliyordum ancak Roma’ya sadece güzel demek büyük bir haksızlık olur. Geçmişten günümüze bir süreklilik içerisinde yaşaya gelmiş bu muhteşem şehrin içindeyken zamansızlık kavramı içerisinde buluyor insan kendisini. Ülkemizde ne zaman Efes’e gitsem o antik şehir çok etkiler beni, bu sebepten güneye her inişimizde mutlaka buraya uğrarız. Roma’da forum ve Colezyum şehrin kalbinde. Yüzyıllar öncesinden beri yaşayan bu yapılar şehre bambaşka bir hava veriyor. Şehirde gökdelen denen bir şey yok. Tüm binalar taş ve eski, müthiş bir bütünsellik var. Daracık sokakları, en ummadığınız yerlerde karşınıza çıkan çeşmeler ve heykeller, yemyeşil parkları ile tadına doyamadığım bir şehir oldu Roma. Bir elimde bavul gibi taşıdığım içinde yok yok olan çantam (son gün artık dayanamayarak çıt çıtı koptu) diğer elimde hatırı sayılır bir şekilde ağır olan fotoğraf makinemiz ile yüzlerce kare çektim. Şimdi onların arasından en güzellerini seçerek sizlere sunacağım. Öncesinde izlenimlerimi bu postta iletmek istedim.
Biz her gün sabahın erken saatlerinden geceyarısına kadar şehri yürüyerek boydan boya keşfettik, yine de yetmedi 4 gün. Öyle ki yürümekten bacaklarımız dizkapaklarımıza kadar ağrıdı. Roma o kadar güzel ki yürürken insan önüne değil sürekli etrafına bakıyor, sokaklar aşırı kalabalık değil. Vatikan ve Kolezyum’da da kuyruk yoktu, sanırım gittiğimiz tarih şehrin göreceli olarak boş olduğu bir zamana denk geldi bu açıdan şanslıydık. Roma gezimizi 2 posta sığdırmaya çalışacağım, orada en hoşuma giden yerlerden topladığım ufak hatıraları da eve dönüş postumda paylaşmak istedim.
Babington’s adlı tea house (Türkçesi çayevi :p) İspanyol merdivenlerinin hemen yanında yer alan İngiliz bir cafe. Gidilesi yerler adı altında ayrı bir şekilde anlatacağım bu masalsı minik dükkandan çiçek çayı ve earl grey aromalı bu şekerleri aldım. Terastaki köşeme o kadar yakıştılar ki bir süre açmadan orada tutabilirim onları :)
250 senelik bir cafe olan El Greco’ya Wagner, Goethe, Casanova gibi birçok ünlü isim gitmiş. Zaman tüneli tadındaki bu harika cafe’den hatıra bir mini çikolata seti aldık :)
Olmazsa olmaz kahve kıtırlarımız :) Üzerinde meleklerin olduğu bu cantucci'leri görünce tadı kadar (sağdaki çikolata parçalı, soldaki bademli) sunumunun da çok başarılı olduğunu düşünerek aldım.
Ve her gittiğimiz yerden sanatsal küçük bir eşya alma alışkanlığımızın Roma’da hayat bulmuş hali. Seramikten yapılan bu saatte Roma sütunları yanında saatin dışına çıkacak gibi duran beyaz kediyi görür görmez terastaki yerini gözümde canlandırdım :) Bir sonraki postta Navona meydanı, Trevi veİspanyol merdivenleri olacak :) Sabah öğle akşam pizza ve makarna yemiş birisi olarak “en iyiler” sıralamamı da hevesle paylaşacağım. O zamana kadar görüşmek üzere…