Elimi cebime attığımda maziden kalma sinema biletlerine,
unutulmuş paralara ya da yiyecek kırıntılarına gülümseyemiyorum artık. Parmaklarıma
hüzün takılıyor.
Oysa o filmi ben seyrettim.
O çikolatayı ben yedim.
Kim bilir o parayı ne için bozdurdum, sonra da ya
üşengeçlikten ya da vakitsizlikten cebime sıkıştırıverdim.
Hangi ara not aldım o şiirden o dizeyi?
Ya o yarısı silinmiş telefon numarasına ne demeli? İşittim
mi acaba o numaranın ardındaki sesi?
Cebimden çıkanları avuçlarımda yoklayarak dolaşırım
zihnimin karanlık labirentinde. Onlar! Sıradanlıklarım, kendine sakladıklarım,
kendimden kaçırdıklarım, sindiremediklerim, artırdıklarım, belki de
sırlarımdır. Bir süre uykuya yatırdıklarım, zamansızca elim cebime vardığında
uyandırdıklarım. Belki de hiç uyandıramadıklarım.

Bu sabah elimi cebime attım, boşlukla tokalaştım. Anlaşılan
bu ceketi en son giydiğim gün cebimde saklayıp, gelecekte kendime armağan edebileceğim
bir şey yaşamamışım. Sahi “bu ceketi en son ne zaman giyindim?”. Aklımın
sınırlarını zorlarken, bir taraftan da pantolonumun cebimde bir kuyu açıyorum.
Sanki gizli bir bölme var. Çok uzakta değil. Biliyorum. Birazdan elime bir
şeyler gelecek. Birkaç dakika sürüyor arayışım. Kırgınlıktan mı, kızgınlıktan
mı anlımda boncuk boncuk terler birikiyor. Bir şey buldum derken kaybetmek…
Boşlukla tanış olmak… Alnımda biriken terlerin soğukluğu içimi ürpertiyor. Dilimde
kekremsi bir tat. Üşüyorum.
Üzerimdekini bir anda çıkartıp, çok cepli bir mont alıyorum
gardıroptan. Bir çırpıda giyiniyorum. Hareket etmek iyi geliyor, ısınıyorum. Aynadaki
aksime bakıyorum. Ellerim gizli kasada saklı duran nadide mücevheri almaya
hazır hırsız misali. Fermuarlı cebi açıyorum usulca. Sanki biri bana bir eşek
şakası yapmış da korkunç suratlı bir palyaço fırlayacak cebimden. Kalbimin sesi,
dışarının hengâmesini bastırıyor. Yok. Hiç bir şey yok. Sol da hayat var
derlerdi bir de! Onca cebi olan monttan hiç mi bir şey çıkmaz?
Çıkmıyor.
Boşluk dile geliyor, arayışımın sesi yükseliyor. Fermuarın,
raylara sarılmış tren misali aşağı yukarı, sağa sola hareketi, ellerimin ne
bulacağını bilmeyen ürkek dokunuşları, kimi zaman hoyrat, kimi zaman mahcup,
kimi zaman hırslı halleri…
Birkaç dakika içinde ceket, palto, pantolon, şort denizinde
yüzer buluyorum kendimi. Hepsinin cepleri yoklanmış. Geçmişten, bugüne gelen
bir şey kalmamış ceplerimde. Yalnızım. Ceplerim kadar boş. Bağsızım. Ceplerim
kadar ıssız. Sırsızım! Oysa cebimde bir dünya saklıydı. Ne oldu benim dünyama?
Sakız, çikolata kâğıtlarına, fındık fıstık kabuklarına, karalanmış resimlere,
tutulmuş notlara, metro, otobüs biletlerine, kopartılmış çiçeklere ne
oldu? Yıllarca yaşadığım ne varsa rakı
bardağındaki buz misali eriyip gitti cep yalnızlığında.
Aynadaki yüzü yerleri süpüren küçük kız
çocuğuna bakıyorum. Cepleri bomboş. Rüzgârda savruldu savrulacak. Ona bu kadar
yüklenmek istemiyorum. Fısıldıyorum: "Yoksa cebimde eli olan bir
başkası mı var? S’ırsız… S’ırsız…
S’ırsız… "