yarın yeni bir mevsim başlayacak



rafları karıştırıyordum
seni buldum
aşk

hiç yaşanmamış
ya da
hep yaşanmış
gibisinden değil...

önceki zamanlara bir gönderme
ya da
geleceğe kaçış değil
bu buluntu

yeniden...

düşlerin
düşüncelerin
arzuların
tutkuların
özlemlerin
sevişmelerin
kavuşmaların
ayrılışların
aldanmışlıkların
üzerinden geçerek

baharın isyancılığına sığınıp
bir bir soyunmak

acıları
umutsuzlukları
bencillikleri
kimsesizliği

ne güzel bir çıplaklıktır bu!
nasıl da göz kamaştırıyorum
bi bak bana
en son ne zaman gördün beni böyle

dur
bekle
giyineyim kendimi
bir de
üzerime seni

biliyor musun?
yarın yeni bir mevsim başlayacak

şimdi söyle bana
hangi gerçeklik
bu kadar iç yakıcı olabilir
tıpkı ilk defa sevişir gibi

açık çekmece

"Ulan Ankara, ben senin oğlun değil miyim,
Kasketimin altında tepeden tırnağa bozkır,
Gönlümde ıslık ıslık bir türkü çağırır..."  Attila İlhan

"Düzenli, uygar, tarih dolu bir kenttir Ankara... Her semti ayrı bir kişilik taşır. Ünlü şairler, yazarlar bu kentte yaşamış, sorunlarını, düşüncelerini, duygularını paylaşmışlar. Aydınlar, bilimadamları, devlet adamları yetişmiştir. Ve bu kent, hem Millet Meclisi'nin hem Cumhuriyet'in kurulmasına kucak açmıştır." diyor Selim Esen gri şehrimi anlattığı kitabında.

Bir şehir ancak böyle anlatılabilir. Yaşanmışlığın imzası, belki de yazarın her kelimesi. Çevirdiğiniz her sayfada başka bir sokağa girip nefesleniyorsunuz. Yaşamın sessiz tanığı olan bir şehrin hikayesini okuyorsunuz. Bazen bir casusluk macerasının içinde heyecanlanarak, bazen o günlerin siyasi havası içinde memleketten insan manzaralarını seyrederek, bazen de küçük bir çocuk olup bugün sadece oyuncak müzelerinde görebileceğimiz tenekeden arabayı imgeleyerek sayfaları çeviriyorsunuz.

Selim Esen, kitabında sadece anılarını anlatmıyor. Kurgu ya da gerçek "bir dönemi ben yaşadım" diyor. Sizin de "bunları ben yaşadım" demeye cesaretin varsa, bu kitabı okuyum. Ve kendi kaderinizi yazın.



Şimdi... Neşet Ertaş çalınıyor kulağıma.

Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

Bozkırın dikeni bu adam. Kenger gibi dağlıyor sesi ciğerlerimi. Gözlerim gelincik arıyor... Ve hiç bir zaman cevabını alamayacağım o soruyu soruyorum kendime...  "Büyüyünce gelin olur mu gelincik?"

Bazı bazı başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. Bulutlara bakarak saatin kaç olduğunu anlamaya çalışıyorum. Dudaklarımda kaybolmasını istemediğim ince bir gülümseme. Elim uzanıyor çekmeceye, bir sayfa daha açıyorum.

Ve başlıyor 32. Bölüm: Ankara, şiirin başkenti... 

hadi bir cesaret



şu an seninle konuşmaya öyle çok ihtiyacım var ki.

çıkıp gelesim var yanına.

sabah sabah çay içmek seninle…
belki simidinin susamlarını kemirip,
“geri kalanı sen ye” deyip,
herkesin ortasında güpegündüz dudağından bir öpücük çalmak var aklımda.

sonra işe yetişmek için koşmak metroya.
solumak saniyelerce heyecandan.
sırıtarak, dudaklarımdaki sana dokunmak onca kalabalığın içinde.
“hınzır ben!” deyip düşler kurmak,
nasılsa iç sesimi kimse duymuyor deyip, bir düşten öbürüne koşmak.

"susamları yenmiş simidi ne yaptı acaba?" diye düşünmek…
ısırıp bıraktığım simidi kuşlara verdiğini, hatta bir parçasını yediğini düşünmek. 
"benim hala umudum var"
diye mırıldanmak

metrodan inince alel acele telefon açıp “afiyet oldu mu sana?” diye sormak belki…
aklımdan geçenleri sana söylemek bir bir…
üretmek ve çalışmak için ne güzel bir gün diye kulağına fısıldamak.

ama bunların hiç birini yapmayacağım.

neden mi?

hadi bir cesaret sen de koy taşın altına elini...
inadına inadına bağır çağır
ne istediğini

*******************************************************************

benden, biraz biraz...



Memur ıslatan yağıyor ince ince. Pencereden dışarı bakıyorum. Mazhar'a eşlik ediyorum bir yandan da. Şarkı söylemeyeli ne çok olmuş. Biliyor musun bazı şarkılar var ki raki gibi. Fena çarpıyor adamı. Hele tek başına söyleyince... Bu da öyle bir şarkı. Sözlerde kayboluyorum diye düşünürken, ritmin merhametiyle kendime geliyorum. "Benim hala umudum var..." diye mırıldanıyor dudaklarım.

1 dönem 2 kadın'ı okuyorum son üç gündür. Yirmi, bilemedin yirmi beş sayfa kaldı kitabın bitmesine. Ama sonunu görmeyeceğim bu kitabın. Bazı öyküler bitmemeli. Masalsı bir hayatı yaşayan iki kadına selam olsun. Tarihi kadınlar daha çok anlatmalı...

Ve Behzat Ç. Televizyon kumadasıyla barışmama neden oldun ya! Neden çok sevdim seni biliyor musun? Yakındır yazacağım... O kadar bekleyemez misin? Küçük bir ip ucu veriyorum tamam tamam. Nereye gidersen git en güzel şey sahiden Ankara dönmek!

Sırf bunun için zamana direnmeye değmez mi?


gri




"yıllardır kahrımı çekmekten usanıp yorulmayan, cefakar karıma..."
4.5.958 - Orhan Kemal
ve ben
gecikmişte olsam
cemile'yi okuyorum...

bir taraftan da
sevdiğim iki adam söylüyor
eylül akşamı'nı dinliyorum...

pencerede gevrekleri gagalayan güvercinlerle kahvaltı ediyoruz
süte boğulmuş kahvem
erzincan tulumu
ama canım sıkkın
simite
çin susamı döküyorlarmış biliyor muydun?
ondandır belki de ağzımda lokmaların büyümesi
pek iştahım yok
bir şey yiyemiyorum.


gazete okumayacağım bugün
"ben yazdım, bu böyledir..."
edasıyla kalemi kıvıran kahinlerin
kendini doğrulama çabasına
duacı olmayacağım

gözüm kapıda
her an biri gelecekmiş gibi hissediyorum
beklediğim kimse yok oysa

pencereden dışarı bakıyorum
sis yok
ama ben bulanık görüyorum
gökyüzü!
bugün de benim değil misin yoksa?
mavinin kabahati yok azizim
gözlükleri değiştirme zamanı gelmiş geçiyor...

çok şeyi ihmal ettin der gibi boş duruyor pembe vazo
oysa
nergis zamanı
nedendir
daha hiç alıp da koymadım cam kenarına

yüzümde sızlayan bir gülümsemeyle söylüyorum
"belki benim kağıt param bir şekilde döne dolaşa senin cebine girmiştir..."

başka başka dokunuşlar içinden elimi hissedersin
dolmuşa verirken paraya bakıp gülümsersin

ben de hissederim...