Hayatın Anlamı: Şimdi ve Burada

" Her şey kendi varlığı içinde sürekliliğini korumaya çalışır " Spinoza’nın bu sözü geçmiş-şimdi-gelecek üçgeninde insanın varlığını sürdürebilmesi için verdiği çabayı özetler niteliktedir. Varlık ve sürekliliğin korunmasındaki temel nokta, zamanda var oluşu ve aynılığı sürdürebilmektir. Bu pencereden bakıldığında, zamanı tanımlama ve kullanma biçimimiz kişiliğimiz hakkındaki belki de en kıymetli ipucudur.

Bu durumu açıklamak için getireceğimiz örneklere baktığımızda, insan ve zamanın, hep bir yarış ve/veya kavga içinde olduğunu görürüz. Örneğin; ya günü doldurmak için birden fazla işle aynı anda meşgul oluruz, ya da planlı bir biçimde uygun eylem sergileyemeyiz. Bu durum her zaman bir psikopatoloji ile ilişkili olmayabilir. Örneğin, pazar günü yaşanan karmaşık yaşantılarımızı düşünelim. Çalışma günleri tüm rutinliğine karşın, her an ne yapılacağı bilindiği için güvenli bir limandır. İnsanların zihinlerindeki zaman kurgusu, çeşitli nedenlerle kesintiye uğradığında alternatif çözüm yollarıyla sorunu çözmeye çalışırlar. Ancak, tatil günleri hemen her şeyin eş zamanlı olarak yapılmaya kalkışıldığı bir gün olduğu için, insanı yoran ve hemen hiçbir şeyin tam olarak yapılamadığı bir zaman dilimi olarak kalmaktadır. İşte bu nedenle zamanı kullanma biçimimiz bizi ele vermektedir. Sürekli boş vaktimiz olmadığından yakınırız, oysa pek çok an üretkenlikten uzak öylesine akıp geçmektedir.

İnsan ve zaman sanki yan yana duran birbirinden bağımsız iki cep saati gibidir: Kurulumları aynı ama bazı anlarda çakışan iki saat gibi. Tıpkı beden ve zihin gibi! Bu ikilem, insanın zaman algısında çok açık biçimde görülmektedir. Zaman bu nedenle, çoğu kez yorgunluk ya da yaşlanma olarak karşımıza çıkar. Beş duyumuzla farkında olduğumuz kavramlar üzerine daha çok yoğunlaşırız. Bu nedenle yaşamsal derin çizgiler, zihinsel etkinliklerden daha çabuk dikkati çeker. Beden yorulduğunda zamanın geçtiğini hissederiz. Çoğu zaman zihnin bir yorgunluk saati yoktur. Bu nedenle, yaşamı algılama ve ele alış biçimimiz, hatta kullandığımız savunma düzenekleri bu değerli ipucunun gerisinde yer alan halkalardan sadece bazılarıdır.

"Zaman" kavramını ele alış biçimi yaşamın doğal eğilimi ve kişinin isteği arasında gidip gelen bir tahterevalliye benzetilebilir. Zaman konusunda hayatın akışı ve kişinin farkındalık düzeyi kuşkusuz tahterevallinin yönünü belirleyecektir. Kişi olarak zihnimizde çeşitli kurulumlarla hayata yaklaşırız. Çoğu zaman; ayrıntılara takılır genel çerçeveyi kaçırırız. Yani tuzağa düşeriz! Asıl olandan uzaklaşırız. Gerçek gereksinmeler, sahte ihtiyaçların gölgesinde boğulur. İşte bu nedenle çevremizdeki hemen her şeye sahip olmak isteriz. Her şeyi, sürekli bir tanımlama çemberinin içine sokma çabası içerisine gireriz. Bu da, pek çok önemli noktanın kaçırılmasına yol açar. Yani; zaman " HER AN BİR HALDEDİR ", yani akışkandır.


Zaman keyfi sembolik bir yapıdır.
Zaman, insanın ürettiği keyfi bir sembolik yapıdır. Semboliktir, çünkü bir ön kabulle oluşturulmuştur: Bir saat altmış dakikadır.

Her zaman dilimi kendi matematiksel döngüsü içinde kurgulanmıştır. Zaman keyfidir! Çünkü, yaşamın akışı içinde aslında birçok şeyin hangi an olacağını, ya da olmayacağını belirleyen, bireylerin verdiği karardır. Zamanın öznelliğini en iyi Einstein’in şu sözleri açıklar: " Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden anımsadığımız olaylar ‘daha önce’ ve ‘daha sonra’ ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ‘ben zamanı’, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur. "

Zaman insanı içine alan, sınırlı ve sonlu yapısıyla bir anlamda insanı kendi döngüsüne ortak eden bir düzenektir. "Gerçek zaman ", bu sembolik yapıların düzenleniş ritminden, iç içe geçmiş yapısından, içsel dinamiklerin etkileşiminden oluşur. Farklı zamanların izleri zihnimizde sürekli dolaşıp durmaktadır. Bu nedenle, yaşam yaşananlar ve anımsananlar arasında bir gidiş geliş, geçmiş ve gelecek arasında kurduğumuz köprüde şimdiye sıkıştırılmış bir süreç niteliğindedir. Bu sembolik düzenek insanı çepeçevre saran bir yapı durumuna gelmiştir. Zaman kavramında bozulma, yaşamda başarılı olamamayı ve ileri boyutta psikopatolojiyi beraberinde getirmektedir.

Zamanda yer almak ve bir iz bırakmak her geçen gün insanlar arasında daha fazla önem kazanmaktadır. Çünkü bu durum, insanın var olduğunu göstermesine yönelik atılmış en somut adımdır. Zamanın sembolik olması onu aynı zamanda evrensel kılmaktadır. Zaman bir anlamda var oluşun simgesidir. Bu nedenle insanoğlu bin yıllardan saliseye kadar uzanan bir düzlem içerisinde zamanı ayrıntılandırmıştır. Zaman ölçülerinin bu kadar çok çeşitli olması, belki de insanın bu kurguya verdiği önemin en ciddi kanıtıdır. Bu kurgu tüm yaşamın işleyişini belirlemeye başladıktan bir süre sonra, insanoğlu ayrıntıya takılmaktan ötürü bütünü göremez duruma gelmiştir. Oysa bütün, kendisini oluşturan parçalardan farklı bir dokudur. Bunu yeniden keşfettiğimizde geçmiş-şimdi-gelecek üçlemesi hak ettiği değere kavuşacak, şimdi ve burada yaşanmaya başlanacaktır.

Geçmiş, geçmişte kalır mı?
Bilinçli duyularımızın en önemlisi, zamanın ilerleyişini duyumsamamızdır. Belirli bir geçmişten belirsiz bir geleceğe doğru durmaksızın yol alıyormuşuz gibi hissederiz. Geçmişin geçmişte kaldığını ve onu müdahalede bulunamayacağımızı biliriz. Geçmiş değiştirilemez ve bir anlamda, hala "orada öylece durur". Geçmişe ait bugünkü bilgilerimiz kayıtlardan, anılardan ve bunlardan çıkardığımız sonuçlardan oluşur. Çoğumuz geçmişin "gerçek" olup olmadığından kuşkulanmayız. Olan olmuştur, ne bizim ne de bir başkasının yapabileceği bir şey kalmamıştır! Öte yandan gelecek henüz belirsizdir. Her an her şey olabilir. Zamanın geçtiğini bilinçli olarak algılarken, uçsuz bucaksız ve görünüşte kararsız geleceğin tam şu andaki kısmı "şimdi ve burada" ve "gerçek" olarak yaşanmaktadır. Geçmişi bellekte tutmak, gelecek beklentisi ve şimdiki zamana odaklanıp yaşamak, her şeyden önce zamanı düşünmeye ve idrak etmeye yönelik bir düzenek geliştirmeyle yakından ilgilidir. Çünkü zamanın hiçbir boyutu, diğerinden soyutlanarak düşünülemez. Boyutlardan herhangi birindeki aksaklık psikopatolojiyi de beraberinde getirmektedir.

Bir nehirde iki kere yıkanılmaz
" Şimdi ve burada "ya odaklanmanın amacı, geçmişte öğrenilenlere yüz çevirmek ya da ileride gerçekleşebilecek durumlara vurdumduymaz bir şekilde kulak tıkamak değildir. şimdiki zamanı dolu dolu yaşamak, geçmişte edinilen deneyimlerden en iyi biçimde yararlanmakla olası olabilir.

" Şimdi kalıcı değildir. Hemen şu anda bile şimdiyi geçmiş olmaktayım zaten ", mantığını yürüten kişilerin başarılı olması olası değildir. Heraklitos’un " Bir nehirde iki kere yıkanılmaz " sözü bu kişilerin yaşam felsefesini açıklar niteliktedir. Şimdiki durumlar sürekli olarak değişirler. Sağlıklı bireylerde, şimdiki durumların duyumsanması düzenli ve süreklidir. Yaşantılar tıpkı bir trenin penceresinden görülen manzara gibi sürekli ve hızlı bir şekilde değişmektedir.

Nietzche, bir inek ile insan arasındaki en büyük farkın, ineğin geleceğin korkularını ve geçmişin yükünü taşımadan, içinde bulunduğu mutlu anda herhangi bir kaygı duymaksızın nasıl yaşayacağını bilmesi olduğunu yazmıştır. Biz insanlar geçmiş ve geleceğin o denli etkisi altındayızdır ki; çoğu zaman çocukluğumuzun altın günlerini anarız, ya da bizi en az kaygılandırdığını düşündüğümüz yaşamımızın bir parçasını sıkça zihnimizde tutarız. Nietzche bu durumun nedenini, o günlerin kaygısız günler olmasına bağlar.

" İnsan kaygıdan uzaklaşmak adına şu andan kaçma eğiliminde midir? " sorusu bir anda akla gelebilir. Ama şimdiyi yaşamak, aynı zamanda kişinin kendi sorumluluğunu almasıdır. Acılarımızın çoğu arzularımızla hareket ettiğimiz zaman ortaya çıkar. Sonra anlık bir tatminle mutlu oluruz. Schopenhauer bu durumun evrensel bir süreç olduğunu ileri sürmüştür.

İstemek, anlık tatmin, can sıkıntısı ve daha fazla şey istemek! Nedense hepimizin somut olarak yaşadığımız yaşamın yanı sıra, her zaman soyut olarak ikinci bir yaşamı yaşaması dikkate değer ve önemlidir. Bu ikinci yaşam geçmiş ve gelecek ikilemesidir. Bu ikileme somut olanı beslediği ve zenginleştirdiği sürece sağlıklıdır. Çünkü şimdiyi yaşamak bir bütünlüktür. Şimdi ve burada konusunu en iyi açıkladığını düşündüğüm Ölü Ozanlar Derneği isimli kitaptan söz ederek yazımı bitiriyorum. Neil Perry ve arkadaşlarının Welton Akademisi’ndeki yaşamları, yeni İngilizce öğretmenleri Bay Keating’in gelmesiyle birlikte inanılmaz bir biçimde değişir. Bay Keating onlara olağanüstü ve farklı bir yaşamın kapılarını açar: Kendin olmak! Öğretmenlerinden etkilenen yedi arkadaş Ölü Ozanlar Derneği’ni yeniden faaliyete geçirir. Bu gizli dernekte ailelerinin baskılarından ve beklentilerinden uzakta, özgürce "şimdi"yi yaşayabilmektedirler. Keating onları ünlü ozanların büyük eserleri ile tanıştırdığında yalnızca dilin güzelliğini öğrenmekle kalmayıp, yaşamın her anının ne kadar önemli olduğunu ayrımsamışlardır. Şu anı ancak geceleri okuldan kaçarak ormanın içindeki bir mağarada yaşayabilen ölü ozanların birlikte söyledikleri şiir tüm yazının içeriğini özetler niteliktedir:

Ormana gittim
Çünkü bilinçli yaşamak istiyorum.
Hayatı tatmak ve yaşamın özünü tatmak istiyorum.
Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak istiyorum.
Ve… Ölüm çaldığında kapımı
Fark etmemek için hiç yaşamamış olduğumu.
Ormana gittim yaşamak için
Şu anı özümsemek, bugünü yakalamak için…
Şimdi ve burada: CARPE DİEM


Güngören’de Yaz Kan Oldu


Kızgınım ben
Dört yaşında bir çocuğun dondurması kana boyandı dün gece
Adı Güngören olan bir semptte gün battı!
Canlar alındı
Azrail değildi orada olan
Azrail melektir
Melek kalleşlik yapmaz!
Masum sivilleri ve çocukları katleden bir eylem tasarlandı kağıt üzerinde
Kağıt kana susadı
Ete, kemiğe büründü
Bir ardından iki adımda
Güngörende yaz kan oldu!
***
Yaratıcının yer yüzündeki izidir insan
Bir insana zarar vermek, tüm insanlığı incitmektir
İnsanı incitmekse, yaradılış destanına karşı gelmektir
İnsanın insana ettiğini başka hangi canlı kendi ırkına yapar bilemem!
Bilmek de istemem..
***
Hangi düşüncedir bilemem Güngören’i kana bulayan
Gerekçesi olabilir mi bir çocuğu susturan?
Gecenin siyahını kanla dağıtan
Gece siyah
Ama siyah bile bu kadarını kaldıramaz
Her türlü günaha açık, her türlü günahı gizleyen gece kana boyandı
Neden?
Lanetlediğimiz terör yüzünden..
**
Uykuya dalmıştık
Yaz uykusu güzeldir
Sıcak usulca girince insanın ruhuna yaşamın ritmi ağırlaşır
Mışıl mışıl uyutur
Uyutur
Uyutur
Günlük gazetelerin verdiği bulmaca eklerine dönen hayatımızda
Artık magazin programları, yarışmalar, diziler kesmez olur
Sevgilimi koluma takarım, olmadı bi de Miami yaparım türünden şarkılarla zedelenen ruhumuzda
Gördün mü çok unutkanım diye kahkayayı basarız
Ergenekon!
AKP-AK Parti kapatma davası nüansı!
KEY ödentisi!
ÖSS, OKS, SBS derken sınavların anlamsızlaştığı şıklar dünyasından bir hayat seçeriz
VS. VS. VS.
Ormanlar yanar
İnsanlar ölür
Zaman geçer
Kimin umrunda..
Silkin ve kendine gel der biri
Ah su uyur
Uyu su uyu
Temiz su uyu
Usul usul uyu
Ben uyumam
Biri inceden kalbine saplar bıçağı
Ölen neden hep masumlardır diye düşünürsün..
Şehirlere bombalar yağarken düşünürsün
İnsanlar inlerken
Acıdan feryat ederken düşünürsün
***
Sevdiğim, ağlamayı seviyorsun sen diyor
Coğrafyanın etkisidir belki diyorum ona
Doğrudur, mayanda var diyor bana
Kadınlıktan öte bi şey bu
Ben ağlamayımda kim ağlasın duygulanımıda değil bu!
Yani şimdi Afrika’da olsam derdim açlık ve AİDS olurdu
Avrupa’nın bir ucunda olsam kendimi gerçekleştirme telaşemden öte ne derdim vardı
Uzun ömrüm olsun!
Kutuplarda soğuk ve küresel ısınmayı düşünürdüm
Ortadoğuda Obama senaryolarını biçimlendirirdim
Kara derili biri neden durduk yere Kudüs Musevilerindir desin ki?
Ama bu coğrafyada dertlerim başka
Devinim!
Sürekli bir devinim..
***
Kızgınım!
Oldukları yere kazık çakan şehrin idare amirlerine kızgınım
İstifa edebilme onurunu gösterin
1 mayıs olaylarını unutmadı kimse!
Amerikan konsolosluğu daha geçen gün bombalandı!
Herkesleri dinleyenler neden şu bombacıları dinlemez ki?
Felaket tellallığı onca senaryo yazıldı muhterem basınımızda
Az ibret alın..
Plajlarda okunan kitaplar zaten ülke panoraması gibi
Din-Siyaset yelpazesinde son dönemde kaç kitap yazıldı kim bilir!
Yoruldum artık!
Geçen kış Diyarbakır’da öğrenciler ölmüştü böyle bir saldırıda
O zaman kar kan olmuştu
Artık insan kaybetmeye gücüm yok
Bırakın yaz sıcak kalsın
Kandan öte aslı gibi..
***
Ölen yurttaşlarıma, yaralılara ve tüm canlara!
Söz yetmez..
Ne diyeyim ki bu son olsun!

DÖN DEMEYİ UNUTTUM BEN


Artık hayata iki kişilik bakıyorum dedi Adam.
Durdu, elini cebine attı tam sigarasını yakacakken vaz geçti.
Sen bunun ne kadarının farkındasın bilmiyorum..
Sitem ediyorsun bana sessizliğinle!
Gitmem lazım.
Ama bu gidiş senden değil!

İş için gitmem lazım..
Uzağa Giden!
Senden gidemem.

Sen bunu istesen de senden gidemem
Hayatımızın kurgusu değişse de ben seni sevmekten vaz geçemem.
Haklısın artık daha az sevda sözleri söylüyorum sana..
Çünkü sevdan oturdu yüreğime.
Sen nasıl bir Kadın’sın bilmiyorum.
Bu daha önce yaşadıklarıma hiç benzemiyor..
Dalından kopartamayacağım bi çiçeksinsin sen
Bi gül!
Rengine daha karar veremediğim bi gül..
Belki benim gün içindeki soluklarımla rengin değişiyor..
Kalbin bana odaklı çarpıyor çünkü.
Biliyorum!
Sesin yaprak gibi titriyor ya telefonda
İşte o zaman her şeyi bırakıp sana gelmek istiyorum.
Senden her gün yeni bir şey öğreniyorum
Bana “sevdiğim” demeyi öğrettin mesela
Sevdiğim!
Bu kelimenin içini doldurdum seninle..
Bazı şeylerin anlamlarını yeni hissetmeye başlıyorum.
Aşktan gidilir mi?
Bilmiyorum
Aşkın uzaktan kumandası yok
Öyle hemen kanal değiştirilmiyor
Yüreğimde yankı bulan sesin şiddeti hemen kısılmıyor.
Yaşama bakışımı değiştiriyorsun.
Hiç tanımadığım insanlara seni anlatırken buluyorum kendimi.
Susuyorum.
Sessizliğim sensin.
Sesimde..

Duvara yaslanmıştı Kadın.
Ardında bir güç olsun istedi.
Adam’ın sözleri yüreğine işlerken ona destek olacak bir eldi duvar.
Soğuk taş duvar yanan canın merhemiydi.
"Gitme" demek istedi dili varmadı
Çok özledim seni şimdiden diyemedi
Beni de götür diyemedi
O bozlak da dediği gibi
Ya beni de götür ya sen de gitme
Yoksa o da mı artık iki kişilik yaşıyordu hayatı?
Kadının içinden geçenleri Adam hiç bilmedi.
Kısa bir ayrılıştı bu.
Sadece üç günlüktü.

Ya da Uzağa Giden bu ayrılışı öyle sanıyordu!
Neden korkuyorum diye sordu kadın içinden..
Uzağa Giden birden koştu sımsıkı sarıldı Adam’a!
Adam mırıldandı.. “Bende!
İşte o anda bi şarkı başladı..
Adam, Kadın’ı kendine kaçırdı tutkuyla!

Sen gidince ötede kaldı hayat
Kırılıp tuz buz oldu
Toparlanamadı aşk
Bir deli düzeni bu
Akıllı masalında
Ya boşan alışkanlığımdan
Ya otur kalkmamaya
Ayrılık seni görmezden gelirim
Meret oyalama aklımı
Uzakta saldım yüzde yüzümü
Dön demeyi vallahi unuttum ben


Gidenler düşünsün dedi Adam!
Ben senden gitmedim ki..
Buna hiç niyetim yok ki..
Gözlerini açtı Kadın!
Ben sana geldim!
Kendime geldim dedi..
Kadın kendine kaçırdı Adam’ı aşkla..
Adam gitmedi!

Adam gidemedi!
İş gezisine başkası gitti..
Aralarına saatler ve mesafeler giremedi.
Dön demeyi unuttular çünkü hiç gitmediler..


Fotoğfarlar
Özgür Çakır

AŞERTEN FOTOGRAF

Sabahın körü! Kör olmak için gözün olması gerekir. Sabahın gözleri henüz oluşmadı bile. Kapım tekmeleniyor. Deprem olsa her yer sallanır. Sarsıntı başımda. Sanki kapı değil, benim başım tekmeleniyor. "Aşeriyorum" diye dayandı kapıma. Hamile Kadın! Gözlerimi ovuştura ovuştura açtım kapıyı. Usulca dokundum karnına. "Ada! Kızım sakın doğma tamam mı? Yanlış alarm! Annen tekmelerini kasılma sandı yine. Bak baban yok burada. Çılgın annenle ben bir doğum salonunda. Olamaz! Olamaz! Doktorun çok yakışıklı ama beklenmedik durumlarda kesilirmiş ejderha. Yakışıklı ejderhayı ne yapayım! Aşktan yanmak istemiyorum. DOKUNABİLDİKLERİMİ SEVECEĞİM ARTIK". Tepiniyor Hamile Kadın yanı başımda. Hayat dersi verme kızıma, bırak kimi isterse sevsin. Aşerdim diyorum sana.. Fonda bir türkü yankılanıyor o anda.

Git dağlardan kar getir hele yar yar yar,
Mendilene koy getir şina nay nay nay!

Mantıklı bi şey istese diye geçiyor içimden. Yüzüne bakıyorum. İçimden kurbanlık koyun gibi meliyorum.
Ömüme bi fotografı bıraktı. Bu fotografa bi hikaye yazmanı aşeriyorum dedi. Yüzüne baktım. Öylece kala kaldım. Ada kızım! Kuzum kızım.. Senin bu annen var ya! Özlemiş arkadaşını diye düşündüm. Elime aldım fotografı, baktım, düşündüm ve..


İstek üzerine yazdım: AŞERTEN
FOTOGRAF

Başımı ne zaman iki elimin arasına alsam dünyayı taşıdığımı düşünürüm. Sanki ellerimi iki yana koysam başım benden gidecek. Başım kendini alıp gitse dertler bitecek.. Başsız kalmak! Aklım, yüreğim herşeyim başımda gizli bilen yok. Bu başı taşımaya bu bedenin gücü yok. Biri bana sarılsın. Sımsıkı sarılsın. Öyle sıkı sarılsın ki var olduğumu anlayayım. Boşlukta kaybolmuş gibiyim. Ayağım yerde aslında. Ben varım! Ben buradayım. Sanki ben görünmez kadınım! Aslında ben buradayım. Dokun bak göz yaşıma.. Islak!

Eğimine yandığımın dünyası bi gün bi güne uymaz ki.. Ne oldu desen? Anlatacak sözüm yok. Sanki nedenleri bilsem sorunları çözeceğim. Sorunları çözmek değil aslında derdim. Acil yardım ekibim nerede? Düşünce, kanayan bacağımı öpen annem nerede? Oyun oynamak güzel, ama dikkat et düşmeyesin diye inceden yüreğimi okşayan babam nerede? Gülümsemem de taşıdığım gizli hüznü görüp, kocaman yüreğiyle içime işleyen sevdiğim adam nerede? İçine ağlama diye bana ses veren canım nerede? İçime akıttığım göz yaşlarımı bi gülümsemeyle çıkartım dışarıya. Yaşamdaki siyahlarla beyazları kavuşturdum. Ağladım! Gri gri ağladım.. Öyle güzelsin ki kendini fark et dedi ve fotografımı çekti Özgür. Yaşamı tek kareye sığdıran adam gibi bana geribildirim verecek olan dostlar nerede? Aynalarım nerede? Kayboldum gerçeğin içinde. Bana sarılacak dost yürekler nerede?

İçimi görmek istiyorum! Yüreğimi.. Yazık hikayeler topluluğu değil yaşam. Her karede ben varım. Uzanıp göz yaşımı öpen adam! Sevda sözlerinden öte bi şey de. Berbat bi gündü bildin mi? Çok insan yitirdim. Daha hiç bi şey yiyemedim. Gelecek kaygısıyla bugünü hissedemedim. Arabesk değil yaşam. Bi Tanrı'yı, bi seni sevdim demedim. Yaşama dokunmaktan geçemedim.
Hala bi umudum var. Alın çizgilerime yenilerini ekleyeceğim. Gülümsediğimde sen bileceksin hangi çizgiler sensin..

Ağlamamdan korkma!
Yanımda ol..
Elimi tut.
Bi yüzüne baksam griler sarı olur.
Yağmur diner, her yer Akdeniz olur..
Seni seviyorum!

Fotograf: Özgür Çakır

Tatil kitabı

Tatilde olmanın en güzel tarafı özgürce okuyabilmek..

Aylardır okumayı istediğim kitapların sayfalarını çevirdikçe çok mutlu olduğumu hissediyorum. Okuma disiplinimi kaybettiğimi düşünüyordum. Yanılmışım! Bir konuda yanılınca mutlu olacağımı hiç düşünmemiştim.Ama yanılgılarda sevinç olabiliyormuş. Son yedi yıldır sadece ispatlamaya çalıştığım hipotezime dair okuma yapıyordum. Arada çok beğendiğim yazarların kitaplarıyla kaçamaklar yaptığımda olmuştur. Ama istediğim sıklıkta okuma yapamamıştım.

Son günlerde Bettina Stiekel’in kaleme aldığı Çocuklar Soruyor Nobel’liler Cevaplıyor isimli kitabı okuyorum. İş Bankası yayınlarından çıkan bu kitabı dilimize akıcı bir dille çeviren Elif Günçe’nin de keyifle okumamda katkısı çok büyük. Çeviri bir eseri dilimize kazandırmanın ne derece önemli olduğunu biliyorum. Bu başka bir yazının konusu olabilir. Şimdi bu yazının konusunu oluşturan kitaba dönelim..

Çocuklar her zaman ki özgün yanlarını göstermişler. Sorular mükemmel! Cevaplarsa düşündürücü! Sorular ve yanıtlayan Nobel’liler:

Neden puding yumuşaktır da taş settir?_ Klaus Von Klintzing
Bilim adamları ne işe yarar? _ John C. Polanyı
Neden fakir ve zengin vardır?_ Daniel McFadden
Neden sadece kızarmış patates ile beslenemem? _ Richard J. Roberts
Neden okula gitmek zorundayız?_ Kenzaburo Oe
Gökyüzü neden mavi?_Marıo J. Molina
Sevgi nedir?_ Dalai Lama
Telefon Nasıl Çalışır? _ GerbBinning
Yakında Benden Bir Tane Daha Olacak mı? _ Eric Wieschaus
Savaş Neden Var?_ Desmond Tutu
Bir Kızılderilinin Neden Canı Yanmaz?_Gunter Blobel
Annem ve Babam Neden İşe Gitmek Zorunda?_Reinhard Selten
Tiyatroyu da Kim İcat Etti?_Renate Chotjewitz
Hava Nedir?_ Paul Crutzen
Neden Hasta Oluyorum?_George Vithoulkas
Ağaçlardaki Yapraklar Neden Yeşil?_ Robert Huber
Nasıl Nobel Ödül Sahibi Olurum?_Mikail Gorbaçov
Neden Bazı Şeyleri Unutuyorum da Bazılarını Unutmuyorum?_Erwin Neher
Neden Oğlanlar ve Kızlar Vardır?_ Christiane Nusslein-Volhard
Dünya Daha Ne Kadar Dönecek?_ Sheldon Glashow
Neden 1+1=2’dir?_ Enrico Bombieri

En sevdiğim soruyu sona sakladım. Siyaset Nedir? Cevaplayansa 1994 Nobel Barış Ödülü Sahibi Şimon Perez.

Şimon Perez, “Siyaset Nedir?” sorusunu “Siyaset İşlemezse Ne Olur?”a dönüştürerek yanıtlamış. Çok hoş bir anlatımdan zihninize bir kaşık bal çalıyorum.

“İnsanlar hedefleri konusunda hem fikir olmazlarsa, günün birinde kan akar. Siyasi konuşmalar yerine, silahlarla savaşırlar o zaman- ülke için, para ve zenginlik için ya da sadece gelecekte kararları kimin vereceğini belirlemek için. Hatta, eğer siyaset tıkanacak olursa, koskoca halklar arasında bile çatışmalar meydana gelebilir, çünkü farklı düşündükleri konularda kavgaya tutuşabilirler. Örneğin inançları konusunda ya da insanların gelecekte nasıl yaşamaları gerektiği konusunda. İnsanlar, bağlı oldukları fikirler konusu olduğunda her şeyi feda edebilirler, kendi canlarını da- eğer kimse arabuluculuk yapmazsa. Arabuluculuk siyasetin en önemli görevidir, bu nedenle de siyaset tıkanmamalıdır.”

Yaklaşık beş sayfalık cevap şu cümlelerle bitiyor.. “Torunlarıma bir öğüt bırakıyorum. İnsanların hayal kurmaya hakları vardır. Tıpkı yemek yemeye ve su içmeye hakları olduğu gibi. Hayal gücünüzün oyunlarına izin verin ve göreceksiniz ki, onlar size bakıyor ve hissediyordur. Bak işte ne istediğini bilen biri. Geleceğe bakan biri!”

Tatilde olmak işte budur! Okumak.. Maviye dalmak.. Düşünmek.. Düşlemek.. Özlemek!


SAKIN UYANDIRMAYIN

Bi hüzün var gözlerimde
Yaşlar içime içime akıyor
Neden böyle oldum bilmiyorum!
Sessizlik yeniden geri geldi..
Gün boyu yağan yağmur geceyi de istila etti
Demokrasi neferi lamba bugün mesaisini erken bitirdi
Karanlık!
Gölgeler bile yok..
Sessizliğin çığlıkları bedenimi inletiyor
Aklımda daha önce hiç duymadığım bir melodi yankılanıyor
Söylesem sesim çıkmaz
Zaten sözleri de yok
Tarifsiz
Satırlara göz yaşını çizmek..
Kelimelerden öteye geçmek
Varlıkla yokluk arasındaki çizgide bir solukluk ömür için direnmek!
Derin bir hüzün!
Beyaz bir gecelik giymişim..
Geceye tezat
Kaderin rengi ne renk?
Peki benim rengim!
Umutlarımın ?
Düşlerimin?
Hayatımın?
Renkleri..
Yürüdüğümde gelinciklerin açtığı toprak!
Söyle!
Çabuk söyle..
Büyünce gelin olmuyor gelincik!
Sesin çıkmaz değil mi?
Vereceğin cevabın yok değil mi?
Kazanılan zaferlere yenilmiş ömürler
Bir tende söndürülmüş geceler
Tutulmamış yeminlerin kirlettiği vaatler
İşte hepsi için söylüyorum!
ÖMRÜM!!!!!!!!!!!!!!!!!!
***
32 yaşındayım..
Annemin beni doğurduğu yaştayım!
Cebimde sadece diplomalarım!
Yanağımda bu gece sadece yaşlarım!
Sarılıp uyuyacağımsa yarın ki sabahım..
Bi düşe uyuyacağım şimdi..
Sakın dokunmayın bana!
Rahat bırakın..
Sürüp gitsin bu rüya..
Sakın uyandırmayın!
Sakın..

CANIMIN ÇOĞU KALDI SENDE

Anne oğul koyun koyuna masallarda yolculuğumuzu yaptık. Uyudu biriciğim. Bitmesin istedik masalımız. Uyudu ama. Yüreğime sardım onu. Öptüm, kokladım doya doya. Kahve suyu koydum ocağa. Deniz çok coşkulu bu gece. Deniz coşkulu ama sevdiğim adam çok sessiz. Benim dokunamadığım bir yarası var belli. Deniz’in babası! Kuzum! Koca’m! Nen var senin bitanem. Süzüldüm yanına. Sarıldım! Koydum kulağımı kalbine. Hala iki hece atıyor! Kalbi adımı fısıldıyor. Nasıl güzel bir müzik içimde yankılanıyor. Uzaklarda bir yerlerden kulağımıza bir şarkı çalınıyor. Usulca kulak kabartıp dinliyoruz birlikte!

Unutmadım unutamam
Kara sevdam merak etme
Yasamaksa yaşadım lakin
Canımın çoğu kaldı sende
Pişman mıyım asla
Güzelleştim yasla
Sevmedim mi sevdim evet
Senden sonra ihtirasla
Ama benim ciğerim yanar
Ten oyalanır can kanar
İki gözüm iki çeşme
Haberin yok içerime içerime akar


Veranda pembe sedirin üzerinde yıldız topluyor benim adam. Başında turkuaz bir yastık. Nasıl sessiz! Uzaktan gelen müziği dinliyoruz. Müzik bizi çağırıyor. Günlerdir hiç bu kadar sessiz kalmamıştık. “Sessizlik iyidir bazen, çok ses çıkartmaktan daha iyi gelir insana, belki ondandır…” Sessizliği bir tek bu şarkı bozuyor. İçimize yağmur gibi yağıyor müzik. Sessizliğin sessiz çığlığında müzik yankılanıyor. Tek koluyla sardı beni sevgilim. Ahtapot kolludur o. İnsanı bir kavrar. Bu dünya küçücük kalır. Müzikle sardı beni..

Benim ciğerim yanar
Ten oyalanır can kanar
İki gözüm iki çeşme
Haberin yok içerime içerime akar
Unutmadım unutamam
Kara sevdam merak etme
Yasamaksa yaşadım lakin
Canımın çoğu kaldı sende

Çok uzun zaman oldu sen türkü söylemeli dedi. Neden biz bir ateşin etrafında oturup dostlarla buluşmuyoruz. Seni özledim dedi. Anlımdan öptü! Biliyor musun dedim heyecanla. Benim saçlarımda beyazlar var. Boyar mısın sen? Güldü. Acı dolu bir gülüş oldu bu. Gözleri yıldızlarda. Hiç yüzüme bakmıyor. Ben biliyorum bu bakışı. Gidiş bakışı bu! Uzaklar çağırıyor belli! Dokunsam ağlayacak! Kadınlığını yeni fark eden kız çocuğu dedi. Oğlumuz var! Kızına belki hamilesin. Çok güzelsin bugünlerde hamilesin kesin. Kirpiklerin kalınlaştı. Tarladan çilekleri nasıl yedin gördüm. Kızımız doğacak kesin. Hala yüzüme bakmıyor. Üç gelincik resmini salona asabileceğiz artık. Saçların böyle kalsın. Her telinde bir sen saklı. Söyle benden sonra mı beyazladı saçların? Sonra cevabımı bile beklemeden öyle tutkuyla öptü ki beni. Kalbimi durdurdu! Öldüm! Öldüm! Dirildim!

Seni seviyorum!
Ben de seni seviyorum!


Sus diye fısıldadı. Burnu burnuma değiyor. Gözlerimin içinde gözleri. Aşk sınırları aşmaktır dediği gündeki gibi! Gözlerime bakıyor. Titriyorum! Kimseyi sevmediğim kadar seviyorum seni dedi. Şaşkınca yüzüne baktığımı anladı. Gözlerimin dolduğunu fark etti. Kötü bir şey yok dedi. Yüzümü elleriyle kavradı! Öptü bu sefer usulca. Şefkatle.. Kokma! Sakın korkma! Her zaman yanındayım.. Canının yarısıyım! Sana bakıyorum. Kadın olmanı izliyorum. Düzgün kızsın sen. Benim karım! Sakinleşiyorsun. Evcilleşiyorsun. Neredeyse bir yıl oldu bir yere gitmek istemiyorsun. Oğlumuza kimse senin gibi bakamaz. Sanki yeniden çocukluğunu yaşıyorsun! Öyle güzel, öyle sakin. Mutluyuz. Hiç bozulmasın istiyorum! Kıyamadığımsın sen..

Ne oluyor diyebildim sadece.. Çok mutluyum dedi. Seninle çok mutluyum. Oğlum’la. Taş bir ev yapalım diyorum deniz kıyısına. Her gün ben bırakırım seni okula. Ağaçlı yollardan geçip gideriz. Sen anlatırsın işte şu İspanyolu bana Biederman’mıydı neydi onu işte. Sonra projelerini de yükleyelim tekneye Deniz, Bahar hep birlikte çıkalım yola.. Aklından nereler geçiyorsa.. Atlayalım tekneye gidelim buralardan. Guadal kanala gidelim. Sonra Macha Piçu’ya.. Sumatraya.. Hayale edebileceğimiz her yere gidelim.. Yeterli birlikte olalım!

Sende bir hal var dedim. Aşk artık korkutuyor dedi. Parmak izlerimizin bile örtüştüğü bir aşk bu! İnsan evladından bile çok sever mi karısını? Sevdalar karşılaştırılmaz ki dedim. Öptüm! Nasıl da titriyor yaprak gibi. Sarıl dedi! Tamam dedim.. Saçlarını öptüm! Boyamam saçlarımı dedim.. Çok sarıl dedi! Yıldızlar taçlandırdı geceyi.. Bir de kulağımızdaki müzik..

Uzaklara gitmeye karar verdik o gece.. Oysa ayaklarıma ilk defa terlik giymiştim görmedi! Gerçekten bozkırın kızı olmaya yüz tutmuştum! Kök salmaya başlamıştım.. Gerçekten toprağa karışmıştım! Ama sevdiğim söktü bu sefer kökümü.. Gidiyoruz!


İlk defa götürülüyorum!
İlk defa uzaktan kaçıyorum..
Oysa kapıyı açmak istemiyorum
Aşk dediğim şey yaşamımızdaki son perdeydi
Kapadım
Senle kapadım
Bi yere gitmek istemiyorum!

GELİNCİK ve KURAK ZAMANLAR

Bozkır insanıyım.
Suya hasrettir bu yürek.
İşte yağmur bu illerde bu nedenle aşk gibidir.
İnsanlar aşk yağmurlarında yıkanır.
Sevda başkadır..
Dudaklarım çatlaktır, biraz öp..

İşte bunları yazdım bu sabah! Sana yazdım. Uzaklara yazdım. Keşke bunları mavi mürekkepli bir dolma kalemle yazabilseydim sana. Mavi yazdım sana.. Mavi geldim sana..

Sende hemen mektubunu gemi yapardın. Bir leğenin içine su doldururdun gemi kendi okyanusunda yüzerken mürekkepler suya damlardı ve her yer Akdeniz olurdu. Seni seviyorum!

Oturmuş hayal kurmuşsun. Yalın ayak kıyısında dolaşacağımız bir ev. Tek katlı! Uyanınca gelinciklere uyanacağımız bir ev. Damı olmayan! Yani benim düşlediğim gibi perde yok! Perde ağaçlar. Kuşlar bizi, biz kuşları görüyoruz. Misafirimiz bol! Onlar evimizin içine girmeden de bizimle yaşıyorlar. Çiçekler, böcekler, türlü türlü hayvanlar. Pan’ın ormanındayız biz! Pan’ın çocukları yaren çocuklarımıza. Yatınca yatağımıza, ben saklanınca senin koynuna gökyüzüne bakacağız. Damımız camdan bizim. Kar üzerimize yağacak, yağmur sel olup akacak. Yıldızlar sanki gökyüzü ağacının elması. Uzanıp alacağız bir bir. Seni seviyorum!


Üç gelincik resim geldi sevgilim. Öylece bakıyorum Ona. Anne gelincik! Deniz(oğlum!), Bahar (kızım) ve hepimizi sahiplenen sen Baba gelincik! Evimiz su kıyısında olmalı diyorsun. Dünyada yalın ayak durmalıyız. Çılgın adam. Sen diyorsun yine okula gidersin. Limon (sarı araba!) götürür seni okula. Duygu can (radyo!)sana yine söyler sevda türküleri. Her denizin bir üniversitesi var korkma! Yine yazarsın kitap, makale. Ama oğlumuz ve kızımız doğaya doğmalı. Şehrin sesi kaçmasın evlatlarımın ruhuna. Sis basmasın yüreklerini. Doğmalar dolanmasın zihinlerine. Onlar doğanın çocukları. Seni seviyorum!

Oturmuş neleri düşünüyor. Oysa kendisi sanki çıkıp gelebilecek. Heyecanla anlatıyor yeni projelerini. Hele sonuncu! Kıskanılacak adamsın diyorum kızıyor bana. Ama öyle dokunduğu her şeye hayat veriyor. Çocuklarla çalışmak böyle bir şey işte. İnsan hep çocuk kalıyor.
Seni seviyorum..

Başka bi ilde, bi su kenarında bana hayat vaat ediyor. Yüreği alyanslı iki insan! Bi zaman, başka bi dünya da o bilim aşklarını yenip bi suya tutunur mu? Yüreğimi yeşerten adam! Çok özledim seni. Bu enlem farkı beni çok yordu. Aynı yarı küredeyiz. Aramızda bir kıta var! Düşlerden öte. Gel! Dudaklarım çatlak. Kurak zamanlar! Yağ biraz bana. Öp beni.. Önce usul usul
.. Çisil çisil yağ işte.. Sonra sağanak! Seni seviyorum..


ÜÇ GELİNCİK


Çılgın adam! Telefonun öbür ucundan haykırıyor yatak odamıza harika bir resim aldım diye. Yüzüm kıpkırmızı oldu iş yerinde gün ortası. Dünyanın öbür ucundan neleri düşünüyor..

İşi erken bitmiş uzaklarda. Çok görmek istediği bir sergi varmış. Atlamış metroya, onca yolu gitmiş. Nasıl da heyecanla anlatıyor. Üzülme birlikte de gideriz sonra diyor! Sergi seni beklemez ama.. Hemen gelmen lazım! Resimler çok güzel. Sana yazdığım, sabah usulca kulağına söylediğim son şiiri düşündüm hep dedi. O şiiri mırıldandığımda sanki yanımdaymışsın gibi geliyor. Seni daha bi seviyorum diyor. Nasıl bi adam bu? İnsana kendini bi gelincik gibi hissettiriyor.

O çok sevdiğin resmi gördüm dedi heyecanla. Sonra galerinin sahibiyle sohbete başladık. Seni anlattım kadına! Çinli bir kadına seni anlattım! Hangi dilde mi anlattım. Aşk diliyle seni anlattım kadına. Dinledi! Sadece yüzümdeki seni çözmeye çalıştı. Ruhumda nasıl dans ettiğini gördü. Soluğumun nasıl hızlandığını. Seni nasıl sevdiğimi gördü kadın! Sen boylarında. Senin gibi zarif. Ama sen nazeninsin! Kimse sana benzemez! Yok sen kimseye benzemezsin aşkım! Karım! Çok özledim seni.

Eşim gelinciklere bayılır dedim. Altı aydır uzaktayız. O hala okul yollarında. Yeni bir hayali var onu araştırıyor. Hatta çok önemli bir temel bilim kitabında üç bölüm yazdı. Kitap basıldı! Hayaliydi bu onun. Kitapsız ölmeyeceğim derdi bana. Karım! Okula gitmiş bugün, Hocası onun elini sıkmış. Benim karım dedim. Böbürlendim. Kadın şaşkınca baktı yüzüme. Aşığım dedim. Gelincikleri çok sever dedim senin için. Ben düğünleri sevmediğim için biz bir koyda evlendik. Ayaklarımız çıplaktı. Deniz ayaklarımıza dokundu. Biz o koyda güneşi batırdık. Oğlumuz Deniz o koyda bize armağan verildi. Gelin olurken karımın saçlarında gelincikler vardı. Bembeyaz gelinliğin içinde maviye sakladım ben onu. Karım çok güzeldir dedim. Gözlerimden yaş aktı.. Çinli kadın da ağladı!

Derin bir nefes aldım..

Konuşma dedi. Çok özledim seni. Resimde anne, baba ve çocuk gelincik var. Sana bakan benim. Yanımda elimi tutan ve açmamış olan Deniz. Mayıs’ın koynuna sakladığımız oğlumuz! Cebimde kaç lira olduğunu bilmiyorum! Hayat dediğin en ki. Sevişmeyi özledim. Seni çok özledim. Güldüğünde yüzünde beliren gamzenin içinde dolaşmayı özledim! Deniz bebeği hissetmeyi özledim! Uzaklardan yoruldum! Seni çok özledim. Memleketimizi özledim. Artık başka coğrafyalarda yürek gezdirmeyelim. Çinli kadından resmi aldım! Seni gösterdim ona. Cebimden resmini çıkarttım! Kadın sana baktı.. Çok genç dedi!

Siz ikinizde çok gençsiniz. Sanki yüzyıllardır çağlayan bir sevginiz var. Benim eşim beni daha çok sever dedim. Bakın siz bile onu görmeden bu gelinciği çizdiniz. Yaşamda hiç bir şey tesadüf değildir. Ben onu aldım. Karıma Nisan armağanı vereceğim!

Seni seviyorum gelincik. Üç gelincik aldım bize. Aslında üç buçuk gelincik. Bahar’ımız da var bu resimde. Deniz’i öpüyorum! Yüreğimdesiniz. İşine dön..

Nasıl işimi yaparım sensiz? Kitap bölümlerini görmen lazım. Deniz karnımı tekmeliyor dokunman lazım! Benim en kısa zamanda sana gelmem lazım. Üç gelincik artık kavuşmamız lazım.


Seni çok seviyorum!


SEN GİTTİĞİNDEN BERİ GÜNEŞ KOLLARI KISA GELEN BİR HIRKADIR BANA


Adım Uzağa Giden
Başka coğrafyalarda etek sürümenin hazzını almış biriyim.
Gözüm hep uzaklarda..
Uzağın da uzağına gitmek var hep rüyalarımda.
Mavi tutunmak
Sarıya kaçmak
Kırmızıyla coşmak
Kuşlarla yoldaşım aslında
Rüzgarla karındaş
Canımı sana hırka yaptığımdan beri
Kendini yola vurmuş Kays'tım aslında..


**
Ama son birkaç gündür uzaklar acı verir oldu bana.
Gidemiyorum!
Seni bekliyorum..
Bi sofra kurdum bize
Aslında bi dünya kurdum ikimiz için
Bekliyorum..
Gelmeyeceğini biliyorum
Bekliyorum!
Belki de kendime gelmeyi bekliyorum
Sana gittiğimden beri
Unuttuğum kendime gelmeyi bekliyorum

**
Her nefes alışımda içim sızlıyor.
Olduğum yerde duramıyorum.
Yaşam hüzünlü bir peçe gibi indi yüzüme.
Örttüğü sadece yaşlı gözler.
Yoksun!
Öylece gittin.
Neden gittin bilemedim.

**
Senin yaşam haritan da planlara yer yok.
Benim bunu öğrenmem zaman alacak.
Çünkü benim her şeyim planlanmış durumda.
Soluğuma bile hükmetmeye çalışıyorum.
Ciğerlerime sürekli gökyüzü kaçırıyorum.
Senden sonra bunu beceremiyorum.
Yüreğime kaçtığından beri sen hep boğazıma bir şey takılıyor.
Seni çıkarıp alamıyorum.
Sensiz nefes alamıyorum.
Yalanmış aşk üretken olduğunda güzel masalları.
Senden ayrı düşünce ciğerlerim kavruluyor.
Bi damla susun sen.
Ölüyorum desem avuçlarından su içirir misin?
Gelir misin?

**
Gün hırkasını giyemedim bugün.
Zamana tutunamadım.
Beklemek ne kadar zormuş.
İlk kez uzağa gitmiş birinin dönmesi bekliyorum.
Hangisi daha zor diye düşündüm.
Giden birini beklemek mi yoksa uzaktan dönen birini beklemek mi?
Bir kelime oyunu değil bu.
Sadece dönüşlerde rastlanan o derin korku içimde.
Gel artık!

**
Güne daha bir erken başladım.
Siyah çaldım, beyaz için.
Ömrüme, siyahtan ekledim uzun beyazlar için.
Siyahla, beyaz birleşince tümlenmiş bir zaman mıdır gün?
Hangimiz gece, hangimiz gündüz bilemedim.
Son günlerde sevdiğim şarkının sözü takıldı aklıma
Susma bir şey söyle biraz olsun yardım et.
Gelemiyorum üstesinden ben bu aşkın tek başına.
Susma sen sustun ya yalnızlık çöktü üstüme.
Anladım bu rüya anladım bu son veda.
.”
Sakın habersiz gitme bir daha.
Sakın veda etme!

**
İçim üşüyor.
Süte boğulmuş kahve ısıtmıyor bugün beni.
Sen gittiğinden beri güneş kolları kısa gelen bir hırkadır bana.
Ben kollarımı çekiştirdikçe sünmek yerine daha da kısalıyor bu hırka.
Gel artık!
Sarıl!
Sımsıkı sarıl!
Adımı fısılda kulağıma..
Bi daha gitmeyeceğim de.
Uzağa Giden bir daha sensiz bi yere gitmeyeceğim de.
Nereye gidersem gideyim seni götürüyorum, hissetmesen de yanımdasın deme.
Yaşamımda ilk kez somut bir şey istiyorum.
Dokunmak istiyorum.
Konuştuğumda yüzündeki çizgileri görmek istiyorum.
Güldüğünde o çocuksu sesin içine karışmak istiyorum.
Yol boyu el ele yürümek, kaleleri fet etmek istiyorum.

**
Yola yetim kalmış bir güneşle devam etmek istemiyorum.
Siyah ve beyazıyla tümlenmiş bir güne yelken açmak istiyorum.
Gel artık..
Sensiz yaşamak istemiyorum!

KELİMELER-VII

Başka bi dünyaya uyanmak gibi
Sensizlik
Ben bu dili bilmiyorum
Sensizliği bilmiyorum
Herkes kendi dilinde sever
Ben senceyi biliyorum
Senden öte başka kelime bilmiyorum
Ben sadece seni seviyorum!
*
Sesim çıkmıyor
Çıksa da söylediklerim bi anlam ifade etmiyor
Kelimeler
Hepsi benden
UZAK!
Beni Sensiz koyma e'mi
Kelimeleri yazmadım kağıda
Hangi yürek kağıda düşmüş replik kabul ederdi ki..
***
Aramızda söylenmemiş çok kelime var!
Bazı şeyler sadece geceleri söylenir, bazıları ise bir ömür belki söylenemez dedimdi Sana
İnandın mı şimdi bana?
Ruhum siyah beyaz şu anda..
Hayat sadece bi nokta
İşte anlam da burada
KELİMELER


SON

KELİMELER-VI




KADIN
konuşur, ADAM özetler..
Sevişen kelimeler!

Bi çiğ tanesi gibi birden düştün diline. Öyle bir sardın ki beni tüm hüzünlerimi silercesine. Armağan saydığımsın! Bi yolda yürümek için yola çıktığım..
Sevdiğim kelimeler!

Yaşam beni bir taraftan öbürüne taşıyor ama, bilemiyorum hangisine..
Taraf kelimeler!

İçinde bulunulan zamanın tadına varmak için unutmak gerekir.. Unutulan kelimeler!

Alışıla gelmiş ampirik çalışmalarda, araştırma konusu olan kişiler soru sormazlar, soruları yanıtlarlar.. Dikte edilen kelimeler!

Yüzyıllardır her türlü düşünceyi ağına düşürüp yok edenler.. Tuzak kelimeler!

Düşünce yerleşik yaşamı sevmez.. Yerleşik yaşam evcildir. Oysa düşünce vahşidir. Düşüncenin ahlakı yoktur. Düşüncenin sınırı yoktur. Düşünceyi çerçeveleyen kelimeler. Tutuklu kelimeler!

Bize uzak olan herkes, gözlemciye (bize!) sayısız yeni sözcükler sunar. Satır arasından iletişim kurmaya çalışanlar. Ben kalırım siz gidersiniz..
Yolcu kelimeler!

Kendi dilene yabancı olan kelimeler.. El olanlar! Elin gibi eğreti kalanlar.. Egzotik söylemler peşindekiler ancak içki masalarına meze olurlar. El düşüncelerini bana ait sözcüklerle saklamaya çalışanlar.. Kancık kelimeler!

Bir düşünceyi ya da düşü ifade etmenin en iyi yolu onu ortak konuşulan dile çevirmeye çalışmaktır. İnsancaya! Kadıncaya! Adamcaya! Çocukçaya! Hayvancaya! Dinceye! Siyasetçeye! Belli gün ve haftayaca! Çeviri kelimeler!

Çeviri tehlikelidir. Çalakalem yapılan bir çeviri sonucunda anlam kayar. Anlam kayması sözü bitirir. Şaşırtan ve susturan kelimeler!

DNA'ları kıran, sataşan, bulaşan, soysuz, uğursuz! Sözüm, küfürün adını günah koyana..
İzleri üzerine yapışıp kalan kelimeler..

Denklemler. Yerini değiştirdiğimizde anlamı aynı kalan ya da pek az değişenleri bi düşünün! Ha ümit etmek, beklemektir; ha beklemek, ümit etmektir.. Değişken kelimeler!

Son noktayı koyanlar! Yüreğime seni koyduğumdan beri yediğim ekmeğimsin! Yaşam haritama başak gibi düştüğünden beri söyleyemediğim tek kelime AYRILIK’tır..

Seninle anlam kazanan tek kelime YAŞAMDIR!

KELİMELER-V


sen yalın ayak kahvaltı hazırlarken
yatakta uyuyor numarası yapıp
çaktırmadan bacaklarını seyretmek aşk’tır!
şimdi söyle
bana hangi kelimeyi bana vereceksin!
JED ELSKER DİG



Yüzyıllardır her türden düşünceyi tuzağa düşürmüş kelimeler. Düşüncelerim yerleşik hayata geçti! Çoğunuzu evcilleştirdim. Ama bazılarınız hala kedi. Kiminiz kaplan, kiminiz sarman kedi. İstediğiniz kadar cırmalayın beni. Kelimeler! Bu satırlara varanlar, size sayısız kelimeler verdim! Şu anın tadına varmak için kelimeleri sildim. Sessizliğe geldim!

Sessizliğe soyunan kelimeler. Sessizliğimle boğduğum kelimeler! Cümleler sizin serabınız olsun! Bir ömür serap peşinden gidebilecek misiniz! Ya serap hiç yoksa? Bir ömrü bu yolda harcayabilecek misiniz kelimeler! Beş duyusu bir olan kelimeler.. Zihin hapishanesi adamı aklından eder! Akıl veren, akıl eden, akla hükmedenler; kadere inanır mısınız? Hayır mı! Sözde ASİ kelimeler! Hayatın dizginlerinin elinde olmadığı fikrinden hoşlanmayıp küsen kelimeler.. Serap zihninizdir! Bir cümleye kurulunca uyanırsınız!

Sahiden özgür müsünüz kelimeler. Özgür olmak kimse tarafından mecbur bırakılmamak, sınırlandırılmamaktır! Oysa ben sana mecburum bilemezsin. Ben sınırlıyım! Ölümlüyüm! Bedenliyim! Sözlüyüm! Sadece sözüm.. Kelimeler. Mıh gibi içime çaksam da seni! Ah! Kelimeler. Benden gidenler..

Suya yazılanlar. Kitap olanlar. Zihinden taşanlar. Bi ses! Bi nefes! Bi dokunuş olanlar! Ses yeryüzünde hiç kaybolmaz bilir misiniz? Siz ölümsüzsünüz kelimeler. Sözde tüketilirsin! Aslında tüketirsin! Ama tükenmezsin! Evrende ses olarak yaşarsınız. Tüketilmişliklerden türetilirsin! Ah! Kelimeler..

İnsan bilmez nereye gider onca ses, onca soluk! Oysa her sesin bende bir karşılığı var. Ses olur kelimeler.. Yankı bulur kelimeler.. Döner, döner beni vurur kelimeler.. Sesin senin neye benzer? Hangi kelime yüklenir sesini! Hangi kelime bana getirir seni? Sesimi bana duyuranlara tutundum. Nesnem kelimeler! Aracıdır kendime gelmeme kelimeler.. Bir duraktan diğerine soyunan kelimeler.

Sana tutununca, kendime tutunuyorum. Ne kadar yalnız insan! Ne kadar.. Aslında bu yalnızlığı görünce kaçmak yerine daha çok tutunmak gerek. Dualarda kalmış sadece doğarken ağlasın insan! Doğarken ağlamak hazırlık! Belki de dünyaya başkaldırı! Ben varım demek imza türünden.. Sahi en son ne zaman ağladın sen! En son beni ne zaman ağlattın! Yağmura kaçanlar, dolu gibi yağanlar, sadece yüreğimde çisildeyenler.. Kelimeler!

Yaşama tutunmak sana tutunmak be insan! Elimden kelimelerim alındı. Yok! Kelimelerimi ben verdim! Sanki onları birilerinin sırtına yapıştırdım söküp alamayacağım. Başka cümlelerde kullanamayacağım. Bazı kelimler, bazı insanlarda kaldı. Geri kalanlar diğer insanlara dağıtıldı.. Peki bende ne kaldı.. Kelimeler!

İnsana tutunmak! Bana dokunmak! Bana tutunsana kelimeler.. İnsandan gitmek, benden gitmek.. Benden gitsene kelimeler.. Benden gidince kelimeler! Belleğim yol olur zamana; o zaman ben de giderim kelimeler. Üzerinde git gellerle dayanamayıp aşınan yollara ayak olsun kelimeler..


Ah kelimeler! Zihnimde bulup gün yüzüne çıkarttığım kelimeler. Dudaklarımdan dökülürken anlam yüklenenler! İnsan insana tutunca küçülmez! Kendini doğru yola çıkar. Yol bazen yorar, bazen sarar.. Sen su gibi ak be kelimeler. Bazen yüzüme vur tokat gibi, bazen içime ak sevda gibi, bazen beni yak tutku gibi. Ama benim ol kelimeler. Ser de ölümde var zulümde! Dilde gülüm de var diken de!

Şimdi dudakta ilk öpücüktür senden kalan kelimeler..

KELİMELER-IV


Yürek reh revan yine!


Gün öğlenin beline sarılmış beklemede. Elini çekesiye ikindi vaktinde bi solukluk mola! İşte o zamana kadar zihin yükünü tutmuş olacak. Beden acıkacak. Dudak bir kahveye dokunacak. Dil çıplak ayaklı bir kadın! Kadının çıplaklıktan üşüyen ayaklarının yere değdiğindeki gibi yanacak dil kahveyle buluşunca. Haz saracak bir ağzın içini. Zihin dumanlanacak! Dile gelecek kelimeler!

Üzerinde sek sek oynadıklarım.. Ağacına çıktıklarım! Dalında serçe ile yarenlik ettiklerim. Bir yaprağın peşine takılıp yola düştüklerim. Dilime lolipop yapıp yaladıklarım. Bir elmanın içinde kurt gibi kaynayanlarım.. Kelimeler!

Sözlerde sakladıklarım. Söz verip de tutmadıklarım. Edilen yeminlerim! Tutulmayıp ikilediklerim. İkiden üçe döndüklerim. Hakkın huzurunda inkar edemediklerim! Kelimeler! Saklambaç oynayalım! Yıllarca sakladıklarım. Gün yüzüne çıkmak için gayzer gibi fışkıranlarım. Sandık lekesi tutup bakire kalanlarım. Kelimeler..

Her yeri ellenmiş, gösterip de vermemişlerim! Yar'e yara edip haram ettiklerim. Pelesenk ettiklerim. Şerh koyduklarım. İpotek ettiklerim! Tekellediklerim. Sadece bi ADAM’a söylediklerim.. Kelimeler!

Bahara sarıldım yine. Kıştan geldim yüküm ağır. Soyundukça geriye ten kalır. Kalan teni de yar alın. Bana geriye kelimeler kalır! Onlarda beni dilsiz bırakır.. Kelimeler!

Doğurduğum kelimeler. Yürek edip içine gizlendiğim kelimeler. Yürek kovunca kapıdan, bacadan sızmaya çalışan yüz arayan kelimeler. Ah! Yasaklı olanlar. Direkten dönenler! Aşka vurulanlar. Bir ilmeğin ucunda can verenler. Kelimeler.. Boğazım kurudu su! Bir yudum su! Su diye inleyenler. Yarine kendi elinden su içirenler. Ruha yağan kelimeler..

Daha çok sözüm varmış. Kader, zihinden geçip dile düşerken kaypaklık edenlerden sıyrılıp satıra yazılmakmış. Kelimeler! Söze dökülün! Yeter benim olun artık!

Sonunda sadece bana kalan kelimeler..

Sadece bana kalan kelimeler..

KELİMELER-III


bu yıldızları böyle
her gece
niçin yakarlar?
Vladimir Myakovskiy



Söze sığındığım zamanlar! Sessizliğin yerle yeksan ettiği bir coğrafyadan geliyorum. Kendimden geliyorum! Kendime geldim mi ki kendimden geliyorum? Kelimeler! Birbirimizle oynamayı seviyoruz değil mi? Daha kabuğu kırılmamış bir fıstığı andıran, bir kız edasıyla zihnimde dolaşan kelimeler. İçimde köpek gibi havlayan ve asla susmayan sessizliğime yem yaptığım kelimeler. Kim kimi kemiriyor şimdi.. Aslında bir madalyonun iki yüzsüzü: Sessizlik ve kelimeler..

Zihnin sokakları dar gelir bugün size. Zihin şehrinin dar sokakları, bedeninize ruh yapacağınız bir fahişe de değildir, kelimeler! Zorunlu aşk mesaisi değildir düşünmeler.. Zihnin koynundan çırıl çıplak çıkılmaz. Yoksa tam düşünürken vurulursunuz kelimeler!

Kelimeler! Dokuz sekizlikler.. Açık-kapalı hecelerin dansına yenilmişler.. Bi kafiyeye kurban edilmişler.. Hangi sözde saklansam diye bekleyenler.. Soluk alır mısınız? Yorulur musunuz? Acıkır mısınız? Canınız yanar mı? Susturulur musunuz? Sevilmek de var cümlelerde, terk edilmek, unutulmak da.. Yüklenmek var tüm anlamları bir solukta, bir mezar taşında isim olmakta var.. Sevgilinin zülfü müsünüz kelimeler?

Söyleyin bana sizin Tanrı’nız kim.. Size ruh veren kim! Size anlam yükleyen kim! Her konuşan canlı sizin Tanrı’nız mı kelimeler? Oysa söze nefes verenler duaya sığınır.. Onlar bilir ki bu dünyada en hızlı olan kelime duadır. Kalpten dökülen kelimeler aşktır! Kimi namaz eğler, kimi niyaz be kelimeler. İşiten, bilen, gören kerem sahibi olan RAHMAN, sizi de bilir. Hesap günü geldiğinde, yıldızlar pul pul döküldüğünde verilen sözler bir, edilen yeminler sıfır olduğunda dile gelir kelimeler.. Tövbe! Bu yıldızları her gece yakana tövbe! İşte o zaman fenafillah olur kelimeler..

Hangi işi doğru yaptınız be kelimeler. Sloganlaşıp öne çıkanlarınızı bilirim ben. Devrim olup çağlayanlarınız da vardır. Şehvetli olanlarınızla bi ipte dans ettim ben. AŞK ettim.. Yürek verdim! Yürek aldım.. Sonunda kaypak ve hoyrat olanlarınızdan gönlüm geçti. Dürüstüz diyenlerin imtihanı bitti. Korkaklar zaten gitti. Geriye sizden ne kaldı be kelimeler! 32 sınırında sadece elime zamanı tutuşturdunuz kelimeler.. Zaman! Şimdi vahdet-i vücuttur zaman. Şarhoşluk meziyettir anlayana.. Dile düşmüş kelimeler! Zaman olmuş kelimeler..

Soruyorum sana!!!!!! Hangi vücütta vuku buldun şimdi! Düşünceni nasıl ortaya koydun? Yürek verdin mi, zihnini ektin mi! Masaya el vurup ben de geldim dedin mi! Gerçek misin be kelimeler?

Şimdi dön ve kendine bak. Durduğun yere bak. Bugün ne yaptığına bak! Kendine geldin mi? Silkindin sordun mu ben neredeyim, kimim, ne yapıyorum, amacım ne dedin mi? İşini doğru yaptın mı? Gerçekten vatana can oldun mu? Namussuzluktan el çektin mi? Ellerin başak başak oldu mu? Ürettin mi? Alın terini bir ekmekte yedin mi? Gerçekten KADIN, gerçekten ADAM oldun mu? Ciğerlerine gökyüzünü doldurdun mu? Zihnini öğrenmek için zorladın mı? Peşine düştüğün doğmalardan sıyrıldın mı? İnsan olmak için çabaladın mı?

Öldüren sessizliğin içinde kime sarılacaksın ısınmak için şimdi.. Kimden kendini çalacaksın? Kendinden eksiltip, değerinden eksiğine bozdurup yaşamaya devam mı edeceksin!!!!!!!!!!! Daha öteye geçebilecek misin? Kendinden geçebilecek misin? Aynı hızla kendine gelebilecek misin!? Sorgunu öbür dünyaya bırakma! Eğreti durma hayata! Teğet geçme kendini! Sor şimdi! Ben neyim diye kelimeler! Gerçekten bir ben var mı ben de benden içeri?

Zihnimi mahya yaptım astım şimdi! Beni nasıl karşılarsanız öyle karşılanın kelimeler.. Kırılma noktasındayım. Sözün mevlasındayım
!

KELİMELER-II



Önce alıp başını giden kelimeler, aynı hızla geri gelip zihnimi işgal ettiler. İnsanın en iyi bildiğine, yani kendine saldırınca kelimeler hemen savaşa soyunmamak lazım. Silgi bu satırlardan uzak durmalı.. Hangi kelimeyi silsem altında bir başkaldırı.. Silsem de izi kalır! KELİMELER! İz sürmek istemem! İzler, asıllarından daha yorucu.. Bir bulmacanın parçası olacaksın.. Sana yol gösteren izlerin üzerinde yerini bulacaksın. Kendin gibi olacaksın, eğreti kalmayacaksın!

Zihinsel dansımız yine başladı. Yorulmam ben. Bedensizim. Sadece zihnimle yaşadım. Kelime, senin bedenin var? Eklerle büyüdün sen. Anlamaların değişti. Sadece iki harfle anlamlı, üç harfle anlamsız oldun! Oysa benim zihnim budana budana hücrelerim küçülerek büyüdü. İşte beynin mucizesidir bu! Başka hiçbir oluşumda yoktur bu. Benim değişimim yıllar sürdü. Aslıma seni ekledim! Kelimeler! Ama benim anlamım değişmedi. Hep çiğ tanesi olarak kadım..

Bana kendimi anlatmaya soyunmuş kelimeler. Sığınmak ya da saklanmak için seçtiğim bir kelime aradım. Kendime saklanmadım! Kendimde saklamadım! İşte bak bu başkaldırı! Ama içinde kendimi bulamadım.. Ne kadar da uzağa gitmişim. Kelimeler! Belki de en yakınımda, sessiz sedasız sırasının gelmesini bekleyenler. Bi renge tutunmuş, içindeki özlemleri sadece aşka yüklemiş kelimeler! Sermayesi sadece anlam olan, Yoldan çıkaran, küfür ettiren, haykırtan, kalleş, kaypak olanlara karşı kendini feda eden sessiz kelimeler. Sandıkta saklanan naftalin kokan. Arada bir pelesenk olup kendini gösterip sonra tüketilen kelimeler.

Sadece bir silginin gölgesinde mi size sözüm geçer. Ben diyorum! Size anlamı ben yüklüyorum. Bir merdivenden indim dün.. Öyle bir merdiven ki her basamakta bir kelime var. Her basamakta bir yüzleşi. Merdiven dedim kelimelerimi kaybettim. Hükümlümükiler ki kaybettin dedi merdiven. Sustum! Kelimeler hükümlü müsünüz!? Kelimeler cevap vermedi. Ben ne kadar hükümlüysem kelimelerimde o kadar hükümlüdür merdiven. Yüklendim kelimelerimi dün akşam yine merdivene gittim. Heyyyyyyyyy! Merdiven seni çıkmaya geldim. Ben! Önce çıkmam lazım. Satırları yukarıdan aşağıya okudum. Kelimeler geri geldiler. Sağ ol be merdiven.

Sonra bi kadın dedi ki en yakından acımasız BAŞÖĞRETMEN! İçine bak! Sen başkalarına yuttuklarınızı kusun diyorsun. Size öğretilenleri kusun! Doğruları, yanlışları kusun! Öğretilerden öte size uygun olanları yeniden içinize alın.. Sen önce esaretinle yüzleş.. Yeni bir sevdaya giderken hangi kelimelerle geldin.. Sevda sözlerinden öte.. Kendine geldin mi? Kendine gelmeden Ona gelinir mi? Yeter dedim bu kadar süpervizyon.. Kelimeler, kelimeler! Zihinsel işgal bitsin artık..

İzi de kalsa al eline bir silgi sil bakalım kelimeleri.. Gidiş kadar silmek de bir başkaldırıdır! Cam silen, halı silen, evi silen kadınlar neyi temizliyorsunuz? Bayram temizliği mi bu, ölü temizliği mi? İmandan geleni mi! Temizlik! İşte kelimelerde temizlik başladı! Zihinsel temizlik.. Sansür değil bu.. Elinizde bi silgi olsa siz hangi kelimeyi silerdiniz acaba.. Ya da bu satırlarda bir kelime olsanız silinmeyi ister miydiniz acaba..

Sessiz sevgiliye isyandır kelimeler. Yedi yıllık esarete isyandır kelimler. Sözlere sığınmaya isyandır kelimeler. Her türlü haykırışa karşın hala anlaşılmamaya isyandır kelimeler.. Sadece en iyi bildiğimi bana anlatmak için başlatılan bir oyuna isyandır kelimeler.. Çünkü en iyi bildiğim eksiktir! En iyi bildiğim başka yüzleriyle durunca karşımda şimdi suskundur kelimeler..

Yok gitmeyeceğim bu sefer! Uzaklar öldüresiye çağırıyor. Ama gitmeyeceğim. En iyi bildiğimi sandığım için kalacağım. Kalmam gerek.. Ona varmam için bir kelime bulmam gerek..

İşte eksik bir şey var ya hayatımda.. Seninde eksik saydığın hayatında! Terliklerimle geldim demek sana! İşte bu kelimeyi sana duyurmam lazım.. Adını yazmam lazım! Adımı senden duymam lazım..

KELİMELER-I


Yazmaya oturdum. Zihnimde kelimelerin geçiş töreni başladı.. Kağıda neler düşecek bilmiyorum. Yorgunum! Berrak sandığım zihnim az tozlanmış. Zihnimin editörlüğü yordu beni. Az uzaklara gitmek istiyorum.

Dışarıda Güneş göz kırpıyor yalın ayak! Bak Güneş sen üşüme tamam mı artık! Ayakların çıplak kalmasın. Benim zihnim çıplak kaldığında sevdiğim adam üşümem için bana güneşi çizdi. Bense sadece bi türkü söyledim ona! Güneş topla benim için dedim! O da yüreğindeki güneşi topladı bana. Çizdi! En yalınından yüreğini verdi bana. Öyle kelimelerin ardına gizlenmedi. Çünkü o kelimelerin sırrını çoktan çözmüştü. Ne kelimelerin içine saklandı, ne de beni sakladı! O Güneş'ti. Yüreğini verdi. Yüreğindeki beni bana verdi. En yalınından kendini verdi. Sen de söyle Güneş! Üşüyünce söyleki sana sarılalım! Senin de bi gün başka bi güneşe ihtiyacın olabilir. İşte o zaman elini tutalım!

Kelimeler çınlıyor zihnimde! Kelimeler! Kaypak kelimeler.. Kelimelerin kaypak olduğunu öğreneli çok oldu. Zihnimden dilime yolculuğa çıkan düşünceler, kelime olana kadar çok değişiyorlar. Düşündüğüm ve yazıya geçen kelimler arasındaki farkın nedenini arıyorum.. Kelimeler kendini beğendirme derdindeler. Anlattığımdan öte, anlayanın zihninde yankılanma peşindeler. Oysa anlamlarını benim yüklediğim tren vagonları olmalı kelimeler. Sadece benim demek istediğimi anlatmalı kelimeler.

Arka arkaya dizilmiş bir dizi kelimenin ilişkimizi biçimlendirmesi ne kadar garip değil mi? Bi özne arıyorum! Sonra bi yüklem. Özne ve yüklem KADIN ve ADAM gibi! Bir cümlenin olmazsa olmazları.. Aslında bi yüklemde yeter iletişime ama.. Çok fakir kalır satırlar değil mi? Doğa KADIN ve ADAM üzerine kurulu.. Kelimeleri biçimlendiren sıfat ve zamirlere ne demeli.. Kelimeler öyle süslü olmamalı.. Kısa ve öz olmalı. Anlamı tam şah damarından vurmalı kelimeler..

Bazen konuşurken ya da düşünürken tekellediğim kelimeler var. Yalnız benim olan! Bazen de söylerken yüreğimi buran ya da yakan kelimeler. Bir de sadece O’ndan duymayı beklediğim kelimeler var. Adımı sadece bir kelime yapmasını istediğim zamanlar var. Ya da bana geliş adımını bi kelimeye bağlamasını umduğum anlar var!

Yazmak istediğim kelimeler bugün kaçak! Bi görünüp, bi kayboluyorlar.. En güzellerini, ya da en çok okunanlarını yazma kaygım yok! Ya da en sarıcı, en vurucu olanları da bu satırlara düşürmek istemiyorum. Sadece benim olanların peşindeyim.. Kelimeler.. Zihnime, yüreğime saklanmış, saplanmış olanlar! Size sesleniyorum. Buraya düşenler dürüst kelimeler!

Sadece kendimi doğru ifade edebilmek istiyorum.. İşte bu nedenle bugün kelimelerden sıyrılıyorum. Kendim gibi satırlara geliyorum!

KELİMELER!
BUGÜN ZİHNİMİ ÇIPLAK KOYAN KELİMELER..
SIĞINDIĞIM YA DA KAÇTIĞIM BİR KELİME YOK!
İŞTE BU NEDENLE SÖZÜ SADECE BİR KELİMEYE YÜKLEMEYE GEREK YOK!

AYVAYI YEDİN! PEKİ YA AYVALI KEREVİZ?

Hala çalışıyorum. Sen de çalışıyorsun. İş bu bitmez. Biz bitirmezsek bitmez. Atkını da almamışsın! Soğuk burası.. Öyle soğuk ki masaldaki kibritçi kızın kibritleri bile figüran arar duruma geldi:)))))) Sokak lambası anca kendini ısıtıyor.. Galiba inceden inceye baharımıza kış geliyor..

Kış demişken. Midene de kış geldi de'mi? Açsın! Ama ben yemek yaptım eve gidince masanın kurulu olduğunu göreceksin. Yani aç kalmayacaksın. Çok mutlu olacaksın! Masanın üzerinde önce bir şiir bulacaksın.. Sevdiğin şairin satırları öpecek seni benim yerime.. Sonra okuduğun gazeteyi bulacaksın koltukta.. Ben gelince başlayacak Karayılan! Kızla oğlan:)))))))) Sonra memleket! Sonra sevdalar..

Masaya öyle şaşkın gözlerle bakma.. Annenin çorbasından var yine! Sen seviyorsun ne yapayım.. Annen gitti ya dün çoooooooook özleme diye yaptım. İçinde az memleket var, biraz da sevda sözleri.. Bi de annen var.. Bak sana oğlummmmmmm diye sesleniyor annen. Sarılıp, öpüyor..

Öyle kuru şeylerle geçiştirilen bir günün ardından için kurudu biliyorum. Bi çorba yetmez. Biraz da benim yemeklerimden yemek gerek. İşte bunun için en organiğinden yemekler yaptım sana:))))))))) En sevdiğin yemek "Köfteeeeeeee!" sanma. Yeni bir yemek var bugün masada. Uzun yaşamamız lazım ya! En az on yıl gecikmiş sevdamıza! Uzaklardan artırıp kendimize eklediğimiz zamanlara.. Bu akşam yeni bir yemek var masada.. Ayvalı kereviz yaptım sana!!!!!!!!!!!!!! Gülmeeeeeeeeeeeee! Ayvayı yedik diye! Ya gülmeeeeeeeee.. Boş ver bu sefer en iyisi ayvayı ben yedirdim sana:)))))))))))) Yiyince keşke hep böyle ayva yesek diyeceksin. İç sigaraları, ye kebapları, sonra bardak bardak çayları demle miden de.. Olmaz! Azıcık sebze yiyelim tamam mı!

Tarifini mi istiyorsun ayvalı kerevizin!

Bak şimdi kuşbaşı kestim kerevizleri, sonra ayvaları..
Önce soğanları kavurdum iki tanecik kesme şekerle..
Sonra bi cimcik tuz attım!
Önce kerevizleri, ardından ardından da ayvaları tencerenin koynunda kavuşturdum..
Üzerinde bir bardak portakal suyu koydum..
Pişirdim..
Ne yapalım soframız fakir deme portakallı ördek isteme..
Şansına ayvalı kereviz çıktı!
Aç kaldım, bir şey yemedim deme..

Öyle simit, çayla geçiştirme.. Satırları kemirme! Yok kıyamam ben canıma.. Aç buzdolabını bak bakalım neler var. Karnıyarık ve pilav.. Salatan hazır. Tatlı olarak Karayılan eşliğinde nar var! Ama sen bi de tat şu ayvalı kerevizi tamam mı! Ben gelince uyumuş olursa koltukta.. Bi battaniye, bi öpücük düşer şansına..


Afiyet olsun!

AKŞAMA TATLI VAR YEMEKTE

Su gibi bir gün daha akıp gitti. Güzel bi gündü.. İstediğim kadar çalıştım! Okudum! Yazdım! Nefes aldım.. Aşk üretken olduğunda güzel.. Sadece bir bedeni yaşamak değil aşk. Aklıma bi çiğ tanesi gibi düşüşünü seviyorum! Seni özledim! Bana şarkı söyletiyorsun. Sesimin tonunu unutmuşum. Sesimi seninle hissediyorum. Kokuma ve sesime yabancı olan ben seninle kendimi keşfediyorum. İşte bu nedenle seni sevmeyi seviyorum. Bana kendimi getiriyorsun! Hergün yeniden, yeniden, yeniden! Zihnimde “şu metrisin önü bir uzun alan bir tek seni sevdim gerisi yalan” yankılanıyor.. Sen duydun mu? Şarkımı kar duydu! Sen misin dedi kışa baharı getiren.. Sen misin güneşi keşfe giden.. Baharına yağmaya geldim! Kış! Kıııııııışt! Biz söze soyunurken kışla, işte tam bu sırada mesajın düştü telefonuma! “Tatlım! Akşama tatlı yiyelim..”

Tatlım! Akşama tatlı yiyelim. De! Ne yiyelim! Serdar Akinan bugün en yazdı acaba? Yani memleketin hali yemek fallarına kaldı. Tatlı yapalım! Tamam tatlı yapalım.. Ama ne yapalım. Buldum..

İrmikli Puding yapalım..

İkimiz içine alacak derinlikte bir tencere bulalım. Bir litre sütü (SEN) dokuz çorba kaşığı şekerle (BEN) yoldan çıkaralım. Kaynama notasına gelince sütle şeker, katalizör olarak dokuz kaşık irmiği (AŞK!) içine atalım.. Aşk kıvamını bulunca ¼ paket margarini, bir paket vanilyayı ve bir çorba kaşığı hindistan cevizini konfeti gibi tencereye dağıtalım.. Karıştıralım! Karıştıralım! Hazırladığımız pudingin yarısını (BEN) ortası delik yuvarlak kek kalıbına boşaltalım. Arasına dilediğimiz meyveyi koyalım. Meyveler çilek, vişne, nar olsun! AŞK biraz insansı yani ekşi olsun! Sonra geri kalan pudingi (SEN) diğer yarının üzerine dökelim. Kavuşalım! Gün gece olsun.. Herşey SEN olsun! Herşey BEN olsun! Herşey BİZ olsun! Herşey AŞK olsun!

Yalnız kalıba boşaltmadan önce kalıbı su ile ıslatalım. Kalıba boşalttığımız pudingi (SEN+BEN=BİZ) oda ısısında biraz soğuttuktan sonra yaklaşık 5-6 saat kadar buzdolabında bekletelim. Buzdolabından aldığımız pudingi (SEN+BEN=BİZ) düz bir tabağa ters çevirelim.
İstediğimiz gibi süsleyelim kim karışır! Üzerine dondurmada koyalım mı? Haydi yiyelim artık!



Afiyet olsun bize!


SANA ÇORBA YAPTIM



bir lokma ekmeğe
bir yudum su içmeye
yine de şükür etmeye
razıysan gel benimle..

Kıraç, Razıysan Gel

Öylesine soğuk ki.. İçimdeki karbondioksit bile dışarı çıkıp oksijenle flört etmek istemiyor. Aklımda öğlen yediğimiz yemek ve ekmeğimize katık ettiğimiz Beyrut var. Dün yazamadığım şehrim! Seninle Hariri'yi konuştuk hararetli hararetli. Düşüncelerimizi çarpıştırdık. Ekmeğimiz düşüncelerimizle nasıl da çoğaldı. Seninle konuşmayı çok seviyorum. Bazen yaramaz bir çocuk gibi oluyorsun, bazen de sımsıcak bi adam. Bazen de yırtıcı bir kaplan. Düşüncelerimizi gerçekten paylaşıyoruz. Dinliyorsun, kendini dinletiyorsun. Benim dediğim doğru demiyorsun. Öyle güzel yemek yiyorsun ki.. Kaşığa hakkını veriyorsun! Ekmek seninle daha da çoğalıyor. Gözlerimdeki ışıksın, yanağımdaki gamze! Seninle yemek yemeği çok seviyorum..

İşe dönüş vaktimiz geldiğinde akşama içimizi ısıtacak bir şeyler pişirir misin dedin.. İçimizi ısıtacak bir şey! Gülümseme pişirilir mi? Pişirilmez mi? İçimizi ne ısıtır bu soğukta. Gülme ya:)))))))))))))) Buldum! Çorba.. Akşama ASİ var! ASİ zamanında.. Sen ASİ! Yürek ASİ! Çorba ASİ! Ciğerimizi ısıtacak bir çorba olmalı! Senin ilk kez benimle içtiğin bir çorba olmalı.. Ama ne olmalı.. Ne olmalı! Balkabağı çorbası pişireceğim sana..

Bir kilo civarındaki balkabağını tüm çekiciğini ortaya çıkaracak şekilde bir güzel soyalım, sonra küçük parçalara ayıralım. Malum bütün parçalarının toplamından başka bir şeydir. Bi de şarkı bulalım! Her yemeğin bir ruhu var ya! Bizim çorbamızın ruhu içerken içimize akan bu şarkı olsun. Önce dudaklarımız, sonra tüm kalbimiz çorbamızın türküsüyle can bulsun! ASİ var ya bu akşam.. Gözlerim yakalanma korkusundan uzak sende ASİ'yi izleyecek bu akşam!

Bal kabağı soyuldu, parçalarına ayrıldı.. Şimdi iki bardak suda yumuşayana kadar haşlayalım bal kabaklarımızı. Haşlanırken balkabakları boş durmamak azlım. Allah baba boş duranı sevmez! Bir adet kırmızı soğanı kıyalım, üç diş sarımsağı ezelim tamam mı? Sonra 2 yemek kaşığı zeytinyağında soğan ve sarımsağı pembeleştirelim tamam mı? Haşladığımız balkabağını ateşten alalım. Birer çay kaşığı kişniş, tarçın ve rendelenmiş zencefili; ardından da bir tatlı kaşığı köri, sonra da 2 çorba kaşığı Hindistan cevizini haşlanmış balkabağının içine koyalım. Sonra da hepsini blenderle ezerek püre haline getirelim. Püre haline gelen karışımı 1.5 su bardağı tavuk suyu ve bi çimdik tuz ile 10 dakika kısık ateşte pişirelim. Kaynama noktasına varınca ateşten alalım bir su bardağı süt kremasını ekleyerek karıştıralım.. Karıştıralım! Servis yaparken az kavrulmuş ceviz (BEN) ve taze yeşil soğanın saplarını (SEN) doğrayıp çorbamıza koyalım. Sonra ASİ olalım!


Hani değişik bir servis olsun istiyorsan. Bal kabağından sadece Külkedisi'nin arabası olmaz ya. Küçük bal kabağını tabak yaptım sana..



Afiyet olsun..

KEDİ, KADIN, ADAM ve ALIŞMAK - SON

Kavuşmak zamanı yaklaştıkça Kadın daha bir güzelleşiyordu. Saçlarını açtı. Savurdu zamana karşı. Aynaya baktı. Tam çerçevenin kenarında, Adam’la sıkça gittikleri çay bahçesinde çekilmiş bir resim vardı. Adam gülümsüyordu. Kadın ona bakıyordu. Eğildi resmi öptü Kadın. Sen benim değiştiremediğim yazgımsın diye fısıldadı resimdeki Adam’a. Sanki karşısındaydı Adam. Boncuk, iki patisinin üzerinde durmuş sinirle Kadın’a bakıyordu. Adam’ın resmiyle bile sevişebiliyor deli Kadın diye içinden geçirdi. Bu nasıl bir sevgi diye düşündü Boncuk? Külkedisi gibiydi Kadın. Ama saatin ne zaman 12'yi vuracağını bir tek Yaratıcı biliyordu. Boncuk, Kadın çok mutlu diye iç geçirdi. Sihirli bir kelimeydi mutluluk. Bastığı yerde bitmiyordu insanın her zaman. Kadın yere bastıkça, yerden gelincikler fışkırıyordu. Kelimelerin dansı başlıyordu konuşunca. Yüreğiyle geliyordu Kadın. Yüreği taşıyordu Adam’la. Aslında en başından tırmalamalıydım seni diye serzenişte bulundu Boncuk. Ama Allah var bir dediğimi iki etmedin. Çok iyi baktın bana. Adam’ı sevdiğin gibi sevdin beni. Yatağına aldın beni! Kadın. Çok sevmiş benim erkeğimi belli. Adam kesin çıkarır bu sefer cebinden yüzükleri. İşte o zaman bir ben kalırım yalnızlığımla, bir ben kalırım tek başıma, bir ben kalırım elimden alınan umutlarla. Kadın’ı bulunca Adam beni unutur. Boncuk ağladı. İçine içine ağladı. Ama Kadın duydu o sessiz çığlığı. Eğildi. Canım dedi. Üzülme. Geliyor. Bu akşam geliyor. Gülümseyecek. Elimizi tutacak. Bize en güzel şeyi söyleyecek adımızla seslenecek. Bu akşam dedi Kadın. Bekle. Benim onu beklediğim gibi sende bekle.

Sabrı katık etti Kadın gündüzüne, sabrı katık etti gecesine. Bandı sevgisine kendini. Adama geldi! Kadın, Adam’a hazırlanıyordu. Soyundu Kadın. Çırılçıplak kaldı. Tüm dünyayı ardında bıraktı. Dünyadan geçti Kadın. Çünkü, Adam’a gidiyordu. Ayakları yalın Adam’ı bekliyordu. Dudağında bir çizgi gülümseme. Konuşamıyordu Kadın. Garip bir heyecan vardı üzerinde. Tüyleri diken dikendi. Ayağını yere tam basamıyordu. Gerçekten etekleri zil çalıyordu. Rüzgarda, eteklerinin dans ettiği o elbiseyi giydi. Kolay değildi çok beklemişti Kadın. Dört koca gün ayrı kalmışlardı. Yüzüne yüz sürmeden geçen dört koca gün. Başka coğrafyalarda alınan nefesler. Sadece sesiyle dokunmuştu Kadın Adam’a. Bu dört gün boyunca Kadın’ın gözleri Adam, Adam’ın gözleri gece olmuştu. Sadece sevişmişlerdi. Dünya; bir Adam, bir Kadın’dı sadece. Onların coğrafyaları ruhlarıydı.

Adam’ı bekledi Kadın. Uzun geceler, uzun günler boyunca. Neşeli baharlar, kavruk yazlar, yağmurlu nevbaharlar, insanın içine kaçan kışlar gibi bekledi Kadın Adam’ı. Uzun, çok uzun zaman geçti. Adam geliyordu bugün.. Kadın ona gider gibi giyinmeliydi. Hoş geldin demeliydi! Kendi gibi gelmeliydi Adam’a. Nasıl özlendiğini hissettirmeliydi. Onu nasıl beklediğini bilmeliydi Adam. Adam’a kendini hissettirmeliydi Kadın! Adam, adam olduğunu fark etmeliydi.

Bazen bir çığlık kopar. Gelin girmemiş ev vardır ama ölümün girmediği ev yoktur. Tam rüzgârda etekleri dans eden bir elbise giydiğinizde fırtına çıkarsa ne yaparsınız? O anda içi yandı Kadın’ın. Yüreğine bir şey saplandı. Soluğu durdu. Boncuk irkildi koştu Kadın’ın yanına. Aşkım diye inledi Kadın gözünden süzülen tek bir yaşla. Aşkım.

Hayatın keskin virajları vardır: Doğum ve ölüm gibi. Ömür; ayağın yere basışıyla, yerden kalkışı arasındaki tek solukluk mesafedir. Soluğum kesildi. Öldüm!

Aşk, iki sevgili arasındaki bir solukluk mesafedir! Soluğum kesildi. Öldüm!



Nisan ayların en zalimidir diye boşa yazmamış Eliot! Nisan’da doğdum ben. Dedem ve kız kardeşim el ele tutuşup Nisan’da cennete gittiler. Adres ve telefon bırakmadılar. Nasıl olduklarını hiç söylemediler. Ansızın rüyalarıma girdiler. Zamansız takvimlerde kovaladım ben onları ama yakalayamadım. Yaratıcı onca acı için bana armağanlar gönderdi. Önce babamın ve memleketim adını taşıyan erkek kardeşim oğlu benimle aynı mevsimde, aynı günde doğdu! Sonra Adam geldi! Nisan! İnsan ruhlu başka bir mevsim var mı? Sana kaçmak ve sende saklanmak istiyorum! Adam! Nisan! Öldüm..

Zalim Nisan! Cennete nasıl gidilir ben bilmiyorum Boncuk! Sarıl bana.. Uyumak istiyorum ve bir daha uyanmamak. Acıdan nasıl geçilir Boncuk!

Kadın, pencerenin önünde duran yeşil koltukta düşe dalmıştı. Gecenin karanlık yüzü onu sardı. Battaniyenin altına çırılçıplak saklanmıştı Kadın! Savunmasız, tek başına bir Kadın! Bir tek, arada sırada yanan demokrasi neferi sokak lambası onu yalnız bırakmıyordu. Lamba da uykuya yenilmek üzereydi.. Göz kırpmalar karanlığa direniyordu. Pencere hafif aralıktı.. Nisan rüzgârı Kadın’a dokunmaya yeltendikçe, perde kapanıyordu. Perde, Kadın’ın mahremiyetini koruyan bir bekaret zırhını andırıyordu. Bu perdeyi aralayansa Ay oldu! Ay! Ay aslında arka Güneş’ti.. Güneş hiçbir zaman bırakıp giden bir sevgili değildi. Aslı olmasa bile izini bırakırdı. Ay, Güneş’in parmak iziydi..Ay, Kadın’ın yüzüne vurdu.. Öyle güzeldi ki Kadın! Ay, ışığını Kadın’ın üzerinde gezdirdi.. Piyanonun tuşlarına dokunmak gibiydi bu. Her dokunuşta başka bir acı ve inleme vardı. Bu nazenin güzelliğin altında tıpkı sevdiği Adam gibi sokuldu Ay Kadın’a.. Uyuyan bir Kadın’ı seyretmek gibisi var mıydı? Vücudunun hatları seçilebiliyordu! Simsiyah saçlar, beyaz tenle derin bir tezat oluşturuyordu. Dolgun ama kurak zamanlardan kalma çorak dudakları sımsıkı kapanmıştı Kadın’ın. Yarı çocuk, yarı kadın.. Öpmek istedi Ay Kadın’ı! Onu sahiplenmek istedi! İşte o anda Ay birden Adam’a dönüştü.. Çırılçıplaktı Adam! Usulca battaniyenin içine girdi.. Sarıldı Kadın’a.. Kadın, Adam’ın geldiğini bildi ama sesini çıkartmadı. Adam sarıldı Kadın’a.. Eğer sen sevgiline sırtını dönersen, Tanrı’da sana sırtını döner dedi Adam Kadın’a usulca.. Geleceğe inan ve bekle! Sakın umutlarını gölgeleme! Kadının sırtına dokundu Adam’ın bedeni.. Sardı kolları.. Sıcak elleri, bekleyen pürüzsüz bir tende kaydı gitti. Kadın’ın sol memesini kavradı Adam’ın eli. Elinde Kadın’ın kalbini tuttuğunu biliyordu Adam. O kalp ki iki hece atıyordu a-dam, a-dam! Adam göğsünü Kadın’ınkine dayadı, duysun istedi yürek atışını Kadın! Adam’ın yüreği de iki hece atıyordu ka-dın, ka-dın! Kulağından öptü Kadın’ı. Bu ses kalsın hep aklında. Kendimi kaçırdım kulağına.. Seni seviyorum! Sonra bir sokak güvercini gibi saklandı Adam Kadın’ın boynuna. Kadın! Döndü Adam’a.. Gözlerinin içine baktı! Kadın’ın gözleri Adam, Adam’ın gözleri gece! Bozkırın kızı dedi Adam.. Ellerini sıkıca kavradı Kadın’ın sonra. Sus oldular.. Soluklarını birbirinin ritmine ayarladılar. Sadece seviştiler.

Onu ilk ne zaman gördüm bilmiyorum diye düşündü Kadın aynanın karşısında. Adam’ı görünce erkekleri bilmeye başladım. Aslında kendimi bilmeye başladım. Hatta hayatı bilmeye başladım. Onu gördüm ve onunla olmak istedim. Hiçbir şeyi bu kadar istememiştim. Hiç kimseye kendim gibi gitmek bu kadar anlamlı ve kolay gelmemişti. İlk anda elimi tutup, kapıda beni öpmesi de buydu işte. Çünkü o da bana kendisi gibi gelmişti.. Yüreğimde bir kedi vardı. Alışamadığım! Dokunamadığım! Bilmediğim! Kontrol edemediğim! Anlamların yüklendiği! O elime Boncuk’u verdiğinde yüreğimi verdi bana.. Boncuk için söylediği her şey aslında bana tuttuğu bir aynaydı.. Adam, Kadın ve Kedi arasındaki belki bağlayıcılık da buydu! Adam benim için hakiki.. Onun bana duyduğu sevgi canlı! Çünkü bana duyduğu sevgi Boncuk! Ben inandım Adam’ın gülümsemesine. Ben sevdim onu. Ben sonsuza kadar bekledim onu. Sonsuzluk belki dört gündü. Takvim dediğin zaten neydi ki..

Sabah olmuştu. Kadın battaniyeyi başına kadar çekti. Işık demek gerçek demekti. Kadın ışık istemiyordu! Işıkla yüzleşecek gücü yoktu. Çıplaktı.. Battaniyeyi kendine beden yaptı.. O sarındıkça battaniyeye, Boncuk üzerini açmaya yeltendi. Kadın hıçkırıklara boğuldu.. Onca gün sonra ilk kez konuştu! Yapma! Yalvarırım! Kedi usulca geldi.. Kadın’ın göz yaşlarını yaladı. Akan aslında göze saklanmış tuzlu bir aşktı.. Aşkın tadını Kedi tattı. Kadının yaşadığı acıdan dili yandı.. Tıpkı Kadın gibi Kedi’nin de sesi çıkamaz oldu.. Adam ölmüştü.. Aşk artık soluksuzdu!

Kadın kalktı çırılçıplak. İçindeki boşluk onu daha da çıplak yapmıştı. Çok güzeldi! Güneş bile bakamadı ona.. Gölgeledi kendini bir bulutla.. Yağmur, Kadın için yağdı! Yağdı..Yağdı.. Yağdı! Yalnızlık iyidir diye bağırdı gökyüzü. Kadın hiçbir şeyi duymadı.. Adamın gülüşünü düşündü. O gülüştü aslında her şeyi başlatan. O gülüşte insanlık saklıydı en sıcağından. Sonra açtı dolabı giydi adamın kazağını.. Altına pantolonunu.. Tenine deydi Adam. İçinde sadece Adam vardı.. Nefes aldı biraz içine Adam doldu! Neden diye düşündü birisi ölünce önce terlikleri uzaklaştırılır evden.. Sonra bir bir eşyaları.. Adam’ın kokusu tenimde! Adam tüm bedenimde! Adam zihnimde! Ben nefes aldıkça benimle.. Adam ölmedi ki.. Ben ölmedim ki.. Ben ölmeden, Adam’da ölmez ki.. Seni seviyorum!

Limon (sarı araba!) Kadın’ı sardı. Duygu can (radyo!) hiç ağzını açmadı.. Sadece ağladılar.. Beraber ve solo ağlayışlar yankılandı durdu.. Boncuk (Kedi Kız!) öylece Kadın’a baktı.. Ona Adam gibi baktı! Sevdiği Adam’ın, bu Kadın’ı neden yüreğine aldığını işte o anda anladı. Kadın onun rakibi değildi! Kadın elindekini almaya gelmiş bir icra memuru değildi. Kadın sağanak şeklinde yağan bir yağmurdu! Çünkü Adam ona yağmıştı.. Kadın’daki tüm güzellikler Adam, Adam’daki tüm güzellikler Kadın’dı! İkisi aşk olmuşlardı. Kedi bunu gördü ve sustu.. Kedi, kendi acısını fark etti. Ölen Adam değildi sadece. İki Kadın’ın kaderiydi. Kedi’ye ne olacaktı! İlk kez Kedi kendi geleceğini düşündü.. KADIN dedi.. Birden Kadın’ın kucağına atladı.. Kadın ilk kez Adam’a dokundu.. Kedi aslında Adam’dı.. “Bütün arayışlarımızın sonu, başladığımız yere dönmek olacaktır. Ve bu yeri ilk kez tanıyacağız”

Kedi, Kadın ve Adam!

Ölüler ülkesinden bir rüzgar estiğinde ten üşür.
Bekleyişler biter.
Bedenler olmasa da bir gün ruhlar kavuşur!
Bu hikaye hiç bitmez..

Kediye ne oldu?
Peki ya Kadın’a?