Bu durumu açıklamak için getireceğimiz örneklere baktığımızda, insan ve zamanın, hep bir yarış ve/veya kavga içinde olduğunu görürüz. Örneğin; ya günü doldurmak için birden fazla işle aynı anda meşgul oluruz, ya da planlı bir biçimde uygun eylem sergileyemeyiz. Bu durum her zaman bir psikopatoloji ile ilişkili olmayabilir. Örneğin, pazar günü yaşanan karmaşık yaşantılarımızı düşünelim. Çalışma günleri tüm rutinliğine karşın, her an ne yapılacağı bilindiği için güvenli bir limandır. İnsanların zihinlerindeki zaman kurgusu, çeşitli nedenlerle kesintiye uğradığında alternatif çözüm yollarıyla sorunu çözmeye çalışırlar. Ancak, tatil günleri hemen her şeyin eş zamanlı olarak yapılmaya kalkışıldığı bir gün olduğu için, insanı yoran ve hemen hiçbir şeyin tam olarak yapılamadığı bir zaman dilimi olarak kalmaktadır. İşte bu nedenle zamanı kullanma biçimimiz bizi ele vermektedir. Sürekli boş vaktimiz olmadığından yakınırız, oysa pek çok an üretkenlikten uzak öylesine akıp geçmektedir.
İnsan ve zaman sanki yan yana duran birbirinden bağımsız iki cep saati gibidir: Kurulumları aynı ama bazı anlarda çakışan iki saat gibi. Tıpkı beden ve zihin gibi! Bu ikilem, insanın zaman algısında çok açık biçimde görülmektedir. Zaman bu nedenle, çoğu kez yorgunluk ya da yaşlanma olarak karşımıza çıkar. Beş duyumuzla farkında olduğumuz kavramlar üzerine daha çok yoğunlaşırız. Bu nedenle yaşamsal derin çizgiler, zihinsel etkinliklerden daha çabuk dikkati çeker. Beden yorulduğunda zamanın geçtiğini hissederiz. Çoğu zaman zihnin bir yorgunluk saati yoktur. Bu nedenle, yaşamı algılama ve ele alış biçimimiz, hatta kullandığımız savunma düzenekleri bu değerli ipucunun gerisinde yer alan halkalardan sadece bazılarıdır.
"Zaman" kavramını ele alış biçimi yaşamın doğal eğilimi ve kişinin isteği arasında gidip gelen bir tahterevalliye benzetilebilir. Zaman konusunda hayatın akışı ve kişinin farkındalık düzeyi kuşkusuz tahterevallinin yönünü belirleyecektir. Kişi olarak zihnimizde çeşitli kurulumlarla hayata yaklaşırız. Çoğu zaman; ayrıntılara takılır genel çerçeveyi kaçırırız. Yani tuzağa düşeriz! Asıl olandan uzaklaşırız. Gerçek gereksinmeler, sahte ihtiyaçların gölgesinde boğulur. İşte bu nedenle çevremizdeki hemen her şeye sahip olmak isteriz. Her şeyi, sürekli bir tanımlama çemberinin içine sokma çabası içerisine gireriz. Bu da, pek çok önemli noktanın kaçırılmasına yol açar. Yani; zaman " HER AN BİR HALDEDİR ", yani akışkandır.
Zaman keyfi sembolik bir yapıdır.
Zaman, insanın ürettiği keyfi bir sembolik yapıdır. Semboliktir, çünkü bir ön kabulle oluşturulmuştur: Bir saat altmış dakikadır.
Her zaman dilimi kendi matematiksel döngüsü içinde kurgulanmıştır. Zaman keyfidir! Çünkü, yaşamın akışı içinde aslında birçok şeyin hangi an olacağını, ya da olmayacağını belirleyen, bireylerin verdiği karardır. Zamanın öznelliğini en iyi Einstein’in şu sözleri açıklar: " Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden anımsadığımız olaylar ‘daha önce’ ve ‘daha sonra’ ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ‘ben zamanı’, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur. "
Zaman insanı içine alan, sınırlı ve sonlu yapısıyla bir anlamda insanı kendi döngüsüne ortak eden bir düzenektir. "Gerçek zaman ", bu sembolik yapıların düzenleniş ritminden, iç içe geçmiş yapısından, içsel dinamiklerin etkileşiminden oluşur. Farklı zamanların izleri zihnimizde sürekli dolaşıp durmaktadır. Bu nedenle, yaşam yaşananlar ve anımsananlar arasında bir gidiş geliş, geçmiş ve gelecek arasında kurduğumuz köprüde şimdiye sıkıştırılmış bir süreç niteliğindedir. Bu sembolik düzenek insanı çepeçevre saran bir yapı durumuna gelmiştir. Zaman kavramında bozulma, yaşamda başarılı olamamayı ve ileri boyutta psikopatolojiyi beraberinde getirmektedir.
Zamanda yer almak ve bir iz bırakmak her geçen gün insanlar arasında daha fazla önem kazanmaktadır. Çünkü bu durum, insanın var olduğunu göstermesine yönelik atılmış en somut adımdır. Zamanın sembolik olması onu aynı zamanda evrensel kılmaktadır. Zaman bir anlamda var oluşun simgesidir. Bu nedenle insanoğlu bin yıllardan saliseye kadar uzanan bir düzlem içerisinde zamanı ayrıntılandırmıştır. Zaman ölçülerinin bu kadar çok çeşitli olması, belki de insanın bu kurguya verdiği önemin en ciddi kanıtıdır. Bu kurgu tüm yaşamın işleyişini belirlemeye başladıktan bir süre sonra, insanoğlu ayrıntıya takılmaktan ötürü bütünü göremez duruma gelmiştir. Oysa bütün, kendisini oluşturan parçalardan farklı bir dokudur. Bunu yeniden keşfettiğimizde geçmiş-şimdi-gelecek üçlemesi hak ettiği değere kavuşacak, şimdi ve burada yaşanmaya başlanacaktır.
Geçmiş, geçmişte kalır mı?
Bilinçli duyularımızın en önemlisi, zamanın ilerleyişini duyumsamamızdır. Belirli bir geçmişten belirsiz bir geleceğe doğru durmaksızın yol alıyormuşuz gibi hissederiz. Geçmişin geçmişte kaldığını ve onu müdahalede bulunamayacağımızı biliriz. Geçmiş değiştirilemez ve bir anlamda, hala "orada öylece durur". Geçmişe ait bugünkü bilgilerimiz kayıtlardan, anılardan ve bunlardan çıkardığımız sonuçlardan oluşur. Çoğumuz geçmişin "gerçek" olup olmadığından kuşkulanmayız. Olan olmuştur, ne bizim ne de bir başkasının yapabileceği bir şey kalmamıştır! Öte yandan gelecek henüz belirsizdir. Her an her şey olabilir. Zamanın geçtiğini bilinçli olarak algılarken, uçsuz bucaksız ve görünüşte kararsız geleceğin tam şu andaki kısmı "şimdi ve burada" ve "gerçek" olarak yaşanmaktadır. Geçmişi bellekte tutmak, gelecek beklentisi ve şimdiki zamana odaklanıp yaşamak, her şeyden önce zamanı düşünmeye ve idrak etmeye yönelik bir düzenek geliştirmeyle yakından ilgilidir. Çünkü zamanın hiçbir boyutu, diğerinden soyutlanarak düşünülemez. Boyutlardan herhangi birindeki aksaklık psikopatolojiyi de beraberinde getirmektedir.
Bir nehirde iki kere yıkanılmaz
" Şimdi ve burada "ya odaklanmanın amacı, geçmişte öğrenilenlere yüz çevirmek ya da ileride gerçekleşebilecek durumlara vurdumduymaz bir şekilde kulak tıkamak değildir. şimdiki zamanı dolu dolu yaşamak, geçmişte edinilen deneyimlerden en iyi biçimde yararlanmakla olası olabilir.
" Şimdi kalıcı değildir. Hemen şu anda bile şimdiyi geçmiş olmaktayım zaten ", mantığını yürüten kişilerin başarılı olması olası değildir. Heraklitos’un " Bir nehirde iki kere yıkanılmaz " sözü bu kişilerin yaşam felsefesini açıklar niteliktedir. Şimdiki durumlar sürekli olarak değişirler. Sağlıklı bireylerde, şimdiki durumların duyumsanması düzenli ve süreklidir. Yaşantılar tıpkı bir trenin penceresinden görülen manzara gibi sürekli ve hızlı bir şekilde değişmektedir.
Nietzche, bir inek ile insan arasındaki en büyük farkın, ineğin geleceğin korkularını ve geçmişin yükünü taşımadan, içinde bulunduğu mutlu anda herhangi bir kaygı duymaksızın nasıl yaşayacağını bilmesi olduğunu yazmıştır. Biz insanlar geçmiş ve geleceğin o denli etkisi altındayızdır ki; çoğu zaman çocukluğumuzun altın günlerini anarız, ya da bizi en az kaygılandırdığını düşündüğümüz yaşamımızın bir parçasını sıkça zihnimizde tutarız. Nietzche bu durumun nedenini, o günlerin kaygısız günler olmasına bağlar.
" İnsan kaygıdan uzaklaşmak adına şu andan kaçma eğiliminde midir? " sorusu bir anda akla gelebilir. Ama şimdiyi yaşamak, aynı zamanda kişinin kendi sorumluluğunu almasıdır. Acılarımızın çoğu arzularımızla hareket ettiğimiz zaman ortaya çıkar. Sonra anlık bir tatminle mutlu oluruz. Schopenhauer bu durumun evrensel bir süreç olduğunu ileri sürmüştür.
İstemek, anlık tatmin, can sıkıntısı ve daha fazla şey istemek! Nedense hepimizin somut olarak yaşadığımız yaşamın yanı sıra, her zaman soyut olarak ikinci bir yaşamı yaşaması dikkate değer ve önemlidir. Bu ikinci yaşam geçmiş ve gelecek ikilemesidir. Bu ikileme somut olanı beslediği ve zenginleştirdiği sürece sağlıklıdır. Çünkü şimdiyi yaşamak bir bütünlüktür. Şimdi ve burada konusunu en iyi açıkladığını düşündüğüm Ölü Ozanlar Derneği isimli kitaptan söz ederek yazımı bitiriyorum. Neil Perry ve arkadaşlarının Welton Akademisi’ndeki yaşamları, yeni İngilizce öğretmenleri Bay Keating’in gelmesiyle birlikte inanılmaz bir biçimde değişir. Bay Keating onlara olağanüstü ve farklı bir yaşamın kapılarını açar: Kendin olmak! Öğretmenlerinden etkilenen yedi arkadaş Ölü Ozanlar Derneği’ni yeniden faaliyete geçirir. Bu gizli dernekte ailelerinin baskılarından ve beklentilerinden uzakta, özgürce "şimdi"yi yaşayabilmektedirler. Keating onları ünlü ozanların büyük eserleri ile tanıştırdığında yalnızca dilin güzelliğini öğrenmekle kalmayıp, yaşamın her anının ne kadar önemli olduğunu ayrımsamışlardır. Şu anı ancak geceleri okuldan kaçarak ormanın içindeki bir mağarada yaşayabilen ölü ozanların birlikte söyledikleri şiir tüm yazının içeriğini özetler niteliktedir:
Ormana gittim
Çünkü bilinçli yaşamak istiyorum.
Hayatı tatmak ve yaşamın özünü tatmak istiyorum.
Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak istiyorum.
Ve… Ölüm çaldığında kapımı
Fark etmemek için hiç yaşamamış olduğumu.
Ormana gittim yaşamak için
Şu anı özümsemek, bugünü yakalamak için…
Şimdi ve burada: CARPE DİEM