sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
17 Nisan 2011 Pazar
Türkiye'deki şeker hastalarına müjde
Paraguay'da yüzyıllardır tatlandırıcı olarak kullanılan bilimsel adı 'steviya' olan şeker otu, Akdeniz Üniversitesi'nde üretilmeye başladı.Kalori, yağ, sakarin ve toksik maddeler içermediği için şeker hastalarının tatlandırıcı olarak rahatlıkla kullanabileceği şeker otunun toz halinin ise normal şekerden 200-300 kat daha tatlı olduğu bildirildi. Özel bir firma tarafından da Antalya'da 10 dekar alanda üretimine başlanan şeker otunun, kısa sürede ekonomiye kazandırılması planlanıyor.
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kenan Turgut, Latince ismi steviya olan şeker otunun, tropik kuşakta yetiştiğini belirtti.
Şeker otunun Paraguay'da 1500 yıldır tatlandırıcı olarak kullanıldığını, Brezilya, Japonya, Hindistan'da da kullanımının yaygın olduğunu ifade eden Turgut, Türkiye'de de bitkinin üretimi ve kullanımına izin verildiğini vurguladı. Türkiye'de kullanılıyor olmasına rağmen, üretimi olmadığını ve ithal edildiğini kaydeden Prof. Dr. Kenan Turgut, şu bilgileri verdi:
“Bu bitkinin en büyük özelliği, içerdiği farklı tipteki tatlandırıcı. Sakorozdan çok farklı, steviyol glikozit adı verilen bir tatlandırıcı. Kurutulmuş haldeki şeker otu yaprakları, normal şekerden 10-15 kat daha tatlıdır. İşlenerek toz haline getirilmiş şeker otu ise normal şekerden 200-300 kat daha tatlıdır. Stevia ekstresinin en büyük özelliği, doğal tatlandırıcı ve diyet gıdası olarak hiç bir şekilde kalori, yağ, sakarin ve toksik maddeler içermemesidir.”
Turgut, bir dekardan yaprak olarak 1.5 ton verim alınabildiğini belirterek, “Tatlandırıcı dediğimiz içerik olarak da yüzde 7-15 arasında verim alınabiliyor. Bu da çok yüksek bir rakam” dedi.
Japon şeker hastaları kullanıyor
Japonya, Brezilya ve Paraguay'da şeker otunun diyabet hastaları tarafından yoğun kullanıldığını bildiren Kenan Turgut, “Çünkü olumsuz etkisi yok. Diyabetikler bunu şeker niyetine kullanabilirler. Yapılan araştırmalar şeker otunun, şeker hastaları tarafından kullanılabileceğini göstermektedir. Kalorisi olmayan şeker otunda diğer tatlandırıcılar gibi olumsuzluklar tespit edilmedi. Yüzde 100 doğal olan bu ürünü şeker hastaları rahatlıkla kullanabilir” diye konuştu.
Turgut, şeker otunun dişlere zarar vermediğini de bildirdi.
Şeker otunun, yapay tatlandırıcıların yoğun olarak kullanıldığı gazlı içecekler, meyve suları, reçel, marmelat hatta pasta yapımında rahatlıkla kullanabileceğini vurgulayan Turgut, özellikle diyet ürünlerde kullanılabileceğine işaret etti.
Kandaki şeker oranını düşürüyor
Brezilya, Hindistan gibi ülkelerin şeker otunun üretimine yatırım yaptığına dikkati çeken Prof. Dr. Kenan Turgut, şeker otunun yapay tatlandırıcıların önüne geçecek bir ürün olduğunu kaydetti. “Yüzde yüz doğal bir ürün, kalorisi yok” diyen Prof. Dr. Turgut, hatta bazı yerlerde tedavi edici özelliğinin olduğu, kandaki şeker oranını düşürdüğü, kalp damar hastalıklarına iyi geldiği şeklinde bulgular da olduğunu belirtti.
Tarımsal potansiyeli olmasına rağmen şeker otunun Türkiye'de üretilmediğini vurgulayan Prof. Dr. Kenan Turgut, şunları söyledi:
“Bunu ilk defa Akdeniz Üniversitesi üretiyor. Akdeniz Üniversitesi'nde 1.5 yıl önce başladığımız araştırmalar olumlu sonuçlar verdi. Şu anda ilk planlı deneme alanını kurduk. Yaptığımız çalışmalarla çimlenme oranını yüzde 5'ten yüzde 50'nin üzerine çıkardık. Tropik kökenli bir bitki olmasından dolayı Türkiye'nin her yerinde yetişmez. ODTÜ teknokentte bulunan üretim alanı bulunan özel bir firma da bu işe sahip çıktı. Şimdi Antalya'da 10 dekar alanda üretimine başladı. Yılda üç defa hasat edilebilen şeker otu kısa sürede piyasaya sürülmeye başlanacak.”
Turgut, şeker otunun üniversitede doktora tezi olduğunu da bildirdi.
http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/17503876.asp?gid=245
14 Şubat 2011 Pazartesi
Bu Bitkiler “Hava”nızı Değiştiriyor!
Şimdiye kadar bitkilerin sadece karbondioksit absorblayıp oksijen verdikleri biliniyordu. Fakat NASA’nın iki yıl boyunca 90 bitki üzerinde yaptığı araştırma, bu bitkilerden 15’inin başta benzen, formaldehit ve TCE gibi kanserojen maddeler olmak üzere, birçok zararlı maddeyi emdiğini kanıtladı.
Hepimiz kentleşmenin yanında yeşilin korunduğu bir çevre düzenlemesini arzu ediyoruz. Fakat bu, bizim isteklerimizle şekillenmiyor ne yazık ki… Hızlı bir betonlaşma ile yeşili hunharca yok ediyoruz adeta… Şehir yaşamında ağaçlar, artık parmakla sayılacak hale geldi. Yeşilin azalmasıyla birlikte iyice belirginleşen hava kirliliğini solumak, artık adını sıklıkla duyduğumuz depresyon, halsizlik, astım, alerji gibi hastalıkları beraberinde getiriyor. Yaşam düzeni açısından herkesin şehir hayatından uzakta olma imkanı bulunmuyor. İşte belki de bu nedenle yeşilin bol olduğu ağaçlık alanlara gidince, temiz havayı bolca içimize çekiyoruz.
Yalnızca dışarıdaki etkenlerle değil; ev ve ofis içi ortamlarda, duvar boyaları, halılar, yer döşemeleri, mobilya cilaları ve temizlik maddeleri gibi pek çok alandan ortama yayılan zararlı maddeler nedeniyle de iç hava kalitesi düşüyor. Hatta Çevre Koruma Ajansı (EPA)’nın yaptığı araştırmada iç ortamın, dış ortama göre daha kirli olduğu belirtiliyor. Bu kirliliğin de genel olarak hasta bina sendromuna neden olduğu, bu zararlı kimyasalların kısa ve uzun dönemde olumsuz etkilerinin olacağı açıklanıyor. Kısa dönemdeki etkiler arasında göz, burun ve boğazda yanma, baş ağrısı, yorgunluk ve halsizlik gibi belirtiler; uzun dönemdeki etkiler arasında ise alerji, astım, kalp rahatsızlıkları ve kanser gibi rahatsızlıklar yer alıyor.
Bu durum karşısında alınabilecek tedbirler açısından ilk yapılması gereken, iç ortamların düzenli olarak havalandırılması… İkinci olarak da, evlerimizde dekoratif amaçla yetiştirdiğimiz bitkilerden yardım alabiliriz.
Bitkilerin havayı temizlediğini ve en azından, kullanım tasarrufumuzda bulunan alanları yeşillendirme imkanımız olduğunu hepimiz biliyoruz. Belki ev ya da ofis ortamlarında bitkileri göz zevkimize hitap etsin diye bulunduruyoruz ama bilinmesi gereken bir şey daha var ki, o da bazı bitkilerin bizi iç ortam kirliliğinden korumaya yardımcı olması…
KİRLİLİKLER 24 SAATTE, YÜZDE 87 ORANINDA YOK EDİLEBİLİYOR
Şimdiye kadar bitkilerin sadece karbondioksit absorblayıp oksijen verdikleri biliniyordu.
Fakat NASA’nın iki yıl boyunca 90 bitki üzerinde yaptığı araştırma, bu bitkilerden 15’inin zararlı kimyasalları emdiğini kanıtladı. Aloe vera, bambu, areka, kauçuk, benjamin, deve tabanı ve dracaena çeşitleri, barış çiçeği, paşa kılıcı, İngiliz sarmaşığı, potos sarmaşığı, salon eğreltisi ve kurdele çiçeğinin başta benzen, formaldehit ve TCE gibi kanserojen maddeler olmak üzere, birçok zararlı maddeyi elimine edebildiği ortaya çıktı.
Bu bitkiler kirliliği, 24 saatte yüzde 87 oranında yok edebiliyor. Etkili bir sonuç elde etmek için ise, bitkilerin boyunun en azından 15 cm kadar olması gerekiyor.
Yapılan araştırmalar sonucu bazı bitkilerin, bir takım kimyasallar üzerinde daha etkili olduğu sonucuna varılmış. Örneğin; kurdele çiçeği ve potos sarmaşığı formaldehit, barış çiçeği TCE, İngiliz sarmaşığı sigara dumanı ve paşa kılıcının da temiz koku açısından daha etkili olduğu görülmüş. O nedenle, bu bitkileri kombine halinde kullanmak daha verimli sonuç alma açısından faydalı olacaktır.
Bu bitkiler ayrıca nem dengesinin sağlanmasına ve topraktaki bazı kirliliklerin elimine edilmesine yardımcı oluyor; yani bu durumda toprak seçimi de oldukça önemli bir konu haline geliyor. Bu nedenle zararlı madde içermeyen, mikroorganizmaların gelişmesine fırsat vermeyen kaliteli toprak seçimine de özen gösterilmesi gerekiyor.
Sonuç olarak; gerek evde, gerek iş yerlerinde elimizde olmadan pek çok kimyasala maruz kalıyoruz ve bunlardan çeşitli şekilde etkileniyoruz. Fakat her gün burun buruna geldiğimiz bu zararlı kimyasalların birkaçından kolay bir yöntemle korunabildiğimizi bilmek, insanın içini rahatlatıyor. Bu nedenle mümkün olduğu kadar evde bol bol bu bitkilerden bulunduralım ve böylelikle, kendimizi de ailemizi de bir ölçüde koruyalım…
http://blog.naturelifemagazine.com/?cat=5
2 Şubat 2011 Çarşamba
Kansızlık tedavisinde doğru beslenme modeli
http://www.ntvmsnbc.com/id/25177428#storyContinued
Yoğurtlu değil, yumurtalı...
Anemi tedavisinde başarı için her öğünde bol yeşillik yenmesi, demir kaynağı ıspanağın yumurtayla pişirilmesi ve ara öğünde kalsiyumdan zengin besinlerin tüketilmesi öneriliyor
Türkiye’de demir yetersizliği anemisi görülme sıklığı giderek artıyor. Kansızlık özellikle çocuklarda, gebe ve emzikli kadınlarda sıklıkla ortaya çıkan bir sorun.
Çocuklarda demir eksikliğine bağlı oluşan kansızlık; büyümeyi yavaşlatıyor, zekâ gelişimini olumsuz etkiliyor, enfeksiyonlara yakalanma riskini artırıyor.
Kansızlık tedavisinde doğru beslenme modeli de büyük önem taşıyor. Diyetisyen Şefika Aydın Selçuk, demir eksikliğine bağlı kansızlık tedavisinde tüketilmesi gereken besinler hakkında şu bilgileri veriyor:
EN İYİ DEMİR KAYNAĞI BESİNLER!
• Karaciğer, kırmızı et, tavuk ve balık eti
• Yumurta
• Üzüm ve pekmez
• Kuru baklagiller
• Kuru kayısı, kuru üzüm, kuru dut gibi kuru meyveler
• Yeşil yapraklı sebzeler ( ıspanak, pazı )
• Fındık, fıstık ve susam
BAKLAGİLLERİ ETLE, YUMURTAYI PORTAKAL SUYU İLE TÜKETİN
Demir emilimini artırmanın önemli bir yolu bu besinleri C VİTAMİNİ ile birlikte tüketmek.
• Her öğünde bol limonlu yeşillikler ve bu yeşilliklerden oluşan karışık bir salata, demir emilimi artırır.
• Yumurta tüketilirken yanına taze sıkılmış portakal veya greyfurt suyu tercih edilmesi, yumurtadaki demirin daha fazla emilmesini sağlar.
• Yumurta haşlama yerine kimi zaman menemen gibi pişirilip; yeşil, kırmızıbiber, domates ve soğanla C vitamini kazandırıldığında, demirin alımı artırılmış olur.
• Ispanak yoğurt ile tüketildiğinde demir emilimi azalır. Ispanağın yumurta ile pişirilmesi ise biyoyararlılığını artırır.
• Kurubaklagil ve tahıllı yemekler; yanında mutlaka bol maydanozlu, marullu, domates ve limonlu salata ile tüketildiğinde, tahıl ve baklagillerin içindeki demir daha fazla emilir. Ayrıca bu besinler kıyma, parça et ya da tavukla pişirildiğinde demir alımı artar.
• Demir eksikliği ileri boyutta olan kişiler; süt, yoğurt ve ayran gibi kalsiyum içeren gıdaları yemeklerin yanında değil, ara öğünlerde tüketmelidir. Çünkü kalsiyumun demirin emilimini yavaşlatma özelliği vardır.
• Kahvaltılarda 1- 2 tatlı kaşığı kadar pekmez günlük demir ihtiyacının çoğunu karşılar. Özellikle keçiboynuzu pekmezi yüksek demir içerir.
• Ara öğünlerde; kuru meyvelerden kayısı, dut ve kuru üzüm, günlük demir alımına katkıda bulunur.
YEMEKLERLE ÇAY VE KAHVE TÜKETMEYİN
Çay ve kahveyi ara öğünlerde tüketmek gerekir. Özellikle çayda bulunan fitat ve tanenlerin demir emilimini azaltmamaları için, çayı açık ve limon sıkarak içmekte yarar var.
Yoğurtlu değil, yumurtalı...
Anemi tedavisinde başarı için her öğünde bol yeşillik yenmesi, demir kaynağı ıspanağın yumurtayla pişirilmesi ve ara öğünde kalsiyumdan zengin besinlerin tüketilmesi öneriliyor
Türkiye’de demir yetersizliği anemisi görülme sıklığı giderek artıyor. Kansızlık özellikle çocuklarda, gebe ve emzikli kadınlarda sıklıkla ortaya çıkan bir sorun.
Çocuklarda demir eksikliğine bağlı oluşan kansızlık; büyümeyi yavaşlatıyor, zekâ gelişimini olumsuz etkiliyor, enfeksiyonlara yakalanma riskini artırıyor.
Kansızlık tedavisinde doğru beslenme modeli de büyük önem taşıyor. Diyetisyen Şefika Aydın Selçuk, demir eksikliğine bağlı kansızlık tedavisinde tüketilmesi gereken besinler hakkında şu bilgileri veriyor:
EN İYİ DEMİR KAYNAĞI BESİNLER!
• Karaciğer, kırmızı et, tavuk ve balık eti
• Yumurta
• Üzüm ve pekmez
• Kuru baklagiller
• Kuru kayısı, kuru üzüm, kuru dut gibi kuru meyveler
• Yeşil yapraklı sebzeler ( ıspanak, pazı )
• Fındık, fıstık ve susam
BAKLAGİLLERİ ETLE, YUMURTAYI PORTAKAL SUYU İLE TÜKETİN
Demir emilimini artırmanın önemli bir yolu bu besinleri C VİTAMİNİ ile birlikte tüketmek.
• Her öğünde bol limonlu yeşillikler ve bu yeşilliklerden oluşan karışık bir salata, demir emilimi artırır.
• Yumurta tüketilirken yanına taze sıkılmış portakal veya greyfurt suyu tercih edilmesi, yumurtadaki demirin daha fazla emilmesini sağlar.
• Yumurta haşlama yerine kimi zaman menemen gibi pişirilip; yeşil, kırmızıbiber, domates ve soğanla C vitamini kazandırıldığında, demirin alımı artırılmış olur.
• Ispanak yoğurt ile tüketildiğinde demir emilimi azalır. Ispanağın yumurta ile pişirilmesi ise biyoyararlılığını artırır.
• Kurubaklagil ve tahıllı yemekler; yanında mutlaka bol maydanozlu, marullu, domates ve limonlu salata ile tüketildiğinde, tahıl ve baklagillerin içindeki demir daha fazla emilir. Ayrıca bu besinler kıyma, parça et ya da tavukla pişirildiğinde demir alımı artar.
• Demir eksikliği ileri boyutta olan kişiler; süt, yoğurt ve ayran gibi kalsiyum içeren gıdaları yemeklerin yanında değil, ara öğünlerde tüketmelidir. Çünkü kalsiyumun demirin emilimini yavaşlatma özelliği vardır.
• Kahvaltılarda 1- 2 tatlı kaşığı kadar pekmez günlük demir ihtiyacının çoğunu karşılar. Özellikle keçiboynuzu pekmezi yüksek demir içerir.
• Ara öğünlerde; kuru meyvelerden kayısı, dut ve kuru üzüm, günlük demir alımına katkıda bulunur.
YEMEKLERLE ÇAY VE KAHVE TÜKETMEYİN
Çay ve kahveyi ara öğünlerde tüketmek gerekir. Özellikle çayda bulunan fitat ve tanenlerin demir emilimini azaltmamaları için, çayı açık ve limon sıkarak içmekte yarar var.
18 Ocak 2011 Salı
Hastalığı bulup yok eden bitki
canım kardeşim bernacığımın ,bir sağlık sitesinden bularak bana gönderdiği maili aynen yayınlıyorum.kullanmak isteyenler tekrar araştırma yapabilirler...sevgiler
Uzak Doğu'nun 2 bin yıllık keşfi olan alzheimer ve kanser dahil olmak üzere birçok hastalığı iyileştiren
ölümsüzlük mantarı 'Ganoderma'nın sıvı konsantresi piyasaya sunuldu.
Son günlerde kamuoyunda gündeme gelen Ganoderma mantarı olarak bilinen ölümsüzlük mantarının sıvı konsantresi artık piyasada. Bu mantar, vücuttaki herhangi bir problemi tarama yaparak buluyor ve çözüyor. Ara, bul ve iyileştir olarak tanımlanan mantar, en yoğun problem neredeyse oraya etki ediyor. Mantarlar konusunda 25 yıldır çalışan Yrd. Doç. Dr. M. Ertuğrul İlbay ile birlikte FUNGAL Grup Genel Müdür Mustafa Yavaş ve Gıda Yüksek Mühendisi Hatice Yavaş Gürel'in yoğun çalışmalarıyla Türkiye'de ilk kez sıvı konsantresinin seri olarak üretimine başlanıldı.
Yaygın bilinen adı Reishi olan Ganoderma mantarı Tarım Bakanlığı'nın izniyle 1500 ml'lik cam ambalajlarda piyasaya sunuldu. Ganoderma mantarı konsantresi, tarihte 2000 yıldır “Ölümsüzlük Mantarı, Hayalet Mantar, Yaşamın İksiri, Sihirli Mantar" gibi sıfatlarla anılıyor.
HER DERDE DEVA Japonya ve Çin'de 2000 yıllık geçmişi olan mantar, yüzyıllar boyunca doğal bir sağlık ilacı olarak kullanılmış. Dünyada bu mantar üzerinde pek çok bilimsel çalışma yapılmış. Çalışmalar sonucu antitümör, antibakteriyel, antiviral, antihiv (AIDS), antiülser, antialerjik, antidepresant, antioksidant, kan basıncını düzenleyici, detoks özelliği bulunduğu, kalp, beyin karaciğer ve akciğer koruyucusu olmasının yanında, bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara direnci artırdığı, alzheimer, zayıflama hastalığı olan anoreksiya, akne, adet düzensizliği, astım, bronşit, depresyon, sara (epilepsi), hemoroit, hepatit, katarakt, obezite, metabolik bir eklem hastalığı olarak bilinen gut, nezle, alerji (rinit), romatizma, retinal pigment dejenerasyonu, saç dökülmesi, kanser gibi birçok hastalığın tedavisinde etkili olduğu ortaya çıkmış.
TÜMÖRÜ SIFIRLIYOR
Geçmişte suyu sanki bir ayin şeklinde törenle içilen mantar uzun yıllar boyunca Çin ve Japonya'da devlet başkanlarına sunulan en önemli hediye niteliği taşımış. Ertuğrul İlbay özel mantar hakkında şöyle konuştu; “Bitkiler bizim için yiyecek, içecek, elbise, korunak, yakacak gibi çok çeşitli ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Bunun dışında çok sayıda önemli ilaç, aspirin, morfin, kortizon bitkilerden elde ediliyor. Halen klinik olarak kemoterapi sırasında kullanılan çok sayıda antikanser ilaçları da bitkilerden elde ediliyor.
Bununla beraber penisilin gibi çok önemli bazı antibiyotikler bu mantarlardan elde ediliyor. Kırmızı reishi mantarı, bünyesinde bulunan maddelerden dolayı son yıllarda tıp alanında kullanılıyor. Bu mantarda 400'ün üzerinde biyolojik aktif bileşen bulunuyor. Örneğin içinde bulunan bir protein olan lektinin karaciğerde tümör hücrelerini yok ettiği ve lösemide de etkili olduğunu biliyoruz. Daha bir çok hastalığı iyi eden maddeler bulunuyor."
HİÇBİR YAN ETKiSi YOK
Mustafa Yavaş, Ganoderma'nın kapsül ve çay şekillerde piyasada bulunduğunu ancak sıvı formunun daha etkili olduğunu ve yıllardır da bu şekilde kullanıldığını belirtti.
Yavaş şunları söyledi; “İlaç, sabah ve gece aç karnına alınıyor. 5 ya da 6 günde 1 şişe bitiriliyor. İlk içen insanlarda öncelikle bir ağrı yapıyor. Hangi hastalığın tedavisi için kullanılıyorsa ağrı kendini farklı şekilde hissettiriyor. Ağrının hissedilmesi iyi bir şey. Çünkü ilaç kendini hissettiriyor. Hiçbir yan etkisi yok. Elimizde resmi rakamlar ve bize geri dönüşler var. Örneğin hastalık verilerinde azalma, tümörlerde sıfırlanma gibi sonuçları bulunuyor."
Uzak Doğu'nun 2 bin yıllık keşfi olan alzheimer ve kanser dahil olmak üzere birçok hastalığı iyileştiren
ölümsüzlük mantarı 'Ganoderma'nın sıvı konsantresi piyasaya sunuldu.
Son günlerde kamuoyunda gündeme gelen Ganoderma mantarı olarak bilinen ölümsüzlük mantarının sıvı konsantresi artık piyasada. Bu mantar, vücuttaki herhangi bir problemi tarama yaparak buluyor ve çözüyor. Ara, bul ve iyileştir olarak tanımlanan mantar, en yoğun problem neredeyse oraya etki ediyor. Mantarlar konusunda 25 yıldır çalışan Yrd. Doç. Dr. M. Ertuğrul İlbay ile birlikte FUNGAL Grup Genel Müdür Mustafa Yavaş ve Gıda Yüksek Mühendisi Hatice Yavaş Gürel'in yoğun çalışmalarıyla Türkiye'de ilk kez sıvı konsantresinin seri olarak üretimine başlanıldı.
Yaygın bilinen adı Reishi olan Ganoderma mantarı Tarım Bakanlığı'nın izniyle 1500 ml'lik cam ambalajlarda piyasaya sunuldu. Ganoderma mantarı konsantresi, tarihte 2000 yıldır “Ölümsüzlük Mantarı, Hayalet Mantar, Yaşamın İksiri, Sihirli Mantar" gibi sıfatlarla anılıyor.
HER DERDE DEVA Japonya ve Çin'de 2000 yıllık geçmişi olan mantar, yüzyıllar boyunca doğal bir sağlık ilacı olarak kullanılmış. Dünyada bu mantar üzerinde pek çok bilimsel çalışma yapılmış. Çalışmalar sonucu antitümör, antibakteriyel, antiviral, antihiv (AIDS), antiülser, antialerjik, antidepresant, antioksidant, kan basıncını düzenleyici, detoks özelliği bulunduğu, kalp, beyin karaciğer ve akciğer koruyucusu olmasının yanında, bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara direnci artırdığı, alzheimer, zayıflama hastalığı olan anoreksiya, akne, adet düzensizliği, astım, bronşit, depresyon, sara (epilepsi), hemoroit, hepatit, katarakt, obezite, metabolik bir eklem hastalığı olarak bilinen gut, nezle, alerji (rinit), romatizma, retinal pigment dejenerasyonu, saç dökülmesi, kanser gibi birçok hastalığın tedavisinde etkili olduğu ortaya çıkmış.
TÜMÖRÜ SIFIRLIYOR
Geçmişte suyu sanki bir ayin şeklinde törenle içilen mantar uzun yıllar boyunca Çin ve Japonya'da devlet başkanlarına sunulan en önemli hediye niteliği taşımış. Ertuğrul İlbay özel mantar hakkında şöyle konuştu; “Bitkiler bizim için yiyecek, içecek, elbise, korunak, yakacak gibi çok çeşitli ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Bunun dışında çok sayıda önemli ilaç, aspirin, morfin, kortizon bitkilerden elde ediliyor. Halen klinik olarak kemoterapi sırasında kullanılan çok sayıda antikanser ilaçları da bitkilerden elde ediliyor.
Bununla beraber penisilin gibi çok önemli bazı antibiyotikler bu mantarlardan elde ediliyor. Kırmızı reishi mantarı, bünyesinde bulunan maddelerden dolayı son yıllarda tıp alanında kullanılıyor. Bu mantarda 400'ün üzerinde biyolojik aktif bileşen bulunuyor. Örneğin içinde bulunan bir protein olan lektinin karaciğerde tümör hücrelerini yok ettiği ve lösemide de etkili olduğunu biliyoruz. Daha bir çok hastalığı iyi eden maddeler bulunuyor."
HİÇBİR YAN ETKiSi YOK
Mustafa Yavaş, Ganoderma'nın kapsül ve çay şekillerde piyasada bulunduğunu ancak sıvı formunun daha etkili olduğunu ve yıllardır da bu şekilde kullanıldığını belirtti.
Yavaş şunları söyledi; “İlaç, sabah ve gece aç karnına alınıyor. 5 ya da 6 günde 1 şişe bitiriliyor. İlk içen insanlarda öncelikle bir ağrı yapıyor. Hangi hastalığın tedavisi için kullanılıyorsa ağrı kendini farklı şekilde hissettiriyor. Ağrının hissedilmesi iyi bir şey. Çünkü ilaç kendini hissettiriyor. Hiçbir yan etkisi yok. Elimizde resmi rakamlar ve bize geri dönüşler var. Örneğin hastalık verilerinde azalma, tümörlerde sıfırlanma gibi sonuçları bulunuyor."
6 Aralık 2010 Pazartesi
Sağlık iksiri maya-sizlerlede paylaşmak istedim...
Ekmek,tatlı,börek gibi hamurişlerini kabartmak için kullandığımız mayanın eşsiz bir sağlık iksiri olduğunu biliyor muydunuz?
Ekmek, hamurişi ve tatlılara düşkün bir toplum olduğumuzdan maya, hemen her evin mutfağında sık sık kullanılıyor. Mayayı belki sadece bir hamur kabartıcı olarak düşündüğüne kadar. Oysa o doğanın bizlere bir armağanı, sağlığımız için eşsiz bir nimet. Maya yüzde 50 oranında protein, B grubu vitaminler, demir, krom, magnezyum, fosfor, çinko ve selenyum gibi mineraller içeriyor.
Japon ve Amerikalı araştırmacıların yaptıkları uzun çalışmalar sonucunda mayanın içindeki genlerin insan genlerine çok benzediği kanıtlandı. Bu önemli buluş sayesinde çok yakında insan DNA'sının daha iyi tanınacağı ve bugün çaresi olmayan pek çok hastalığın önceden teşhis edilip önlenebileceği tahmin ediliyor.
Mayanın sağlık ve güzelliğimize katkılarını keşfederek ona hakkettiği değeri veren gelişmiş ülkeler, bu çok değerli besini sadece bir katkı maddesi olarak değil, tabletler halinde ilaç olarak da piyasaya sunuyor.
Her yemekte kullanılıyor
Uzmanlar mayayı sadece hamurişlerinde katkı maddesi olarak düşünmemek gerektiğini belirtiyor, normal öğünlerde de tüketilmesini öneriyorlar. Dengeli beslenerek mayanın zengin içeriğinden olabildiğince yararlanmak mümkün. Örneğin kahvaltı ya da ikindi öğünlerinde ılık süte ilave edilerek içilebilir. Öğle ya da akşam öğünlerinde salata veya mezelere eklenerek yenilebilir. Hatta meyve sularına karıştırılabilir.
Ancak maya, kek, börek ve tatlı hamurlarını kabartmak için kullaılan kabartma tozu ile karıştırılmamalı. Karbonatı andıran ve beyaz bir toz şeklinde olan bu madde, mayanın kimyevi bir versiyonu olup aynı kabartma işlevini sağlıyorsa da mayanın içerdiği besin değerlerine sahip değil.
Maya nedir?
Maya, mantarlar grubunda yer alan tek hücreli canlılardır. Çıplak gözle görülmeyecek kadar küçük, yuvarlak ve renksiz hücrelerden oluşan maya, sıcakla temas edince çoğalır. Bira mayası olarak da bilinen bu madde, başta ekmek olmak üzere çeşitli unlu mamullerin, bira ve şarap gibi içkilerin üretiminde kullanılıyor. Piyasada toz (kur) ya da kalıp (yaş) halde satılıyor.
Ekmek yapımı sırasında hamur maya ile kabartılıyor. Maya undaki nişastayı etkiliyor ve bir tür şeker olan glikoza dönüştürüyor. Sonra da glikozu alkol ve karbondioksite ayrıştırıyor. Oluşan karbondioksit gazı mayalanan hamur içinde baloncuklar halinde dağılarak hamurun kabarmasını sağlıyor. Pişirme işlemi sonunda hamura katılan suyun büyük bir bölümü, karbondioksit ve alkol uçuyor. Böylece ekmek gözenekli, kabarık ve yumuşak bir kıvam alıyor.
Sağlığınız için
Daha sağlıklı ve her dem enerjik olmak ister misiniz? Maya bu konuda size yardım edebilir.Çünkü o etkili bir stres atıcı. Karaciğeri temizliyor ve anne karnındaki ceninin gelişimini sağlıyor.
Ayrıca bağışıklığı güçlendirerek hastalıkları önlüyor. Özellikle sporcular, hamileler, gelişmekte olan çocuklar ve nekahat devresinde olan hastalar bu değerli besini bol bol tüketmeliler.
Sporcular: Maya, doğadaki en zengin aminoasit özleri, magnezyum, potasyum, krom, selenyum ve fosfor gibi mineralleri, B grubu vitaminleri içerdiği için özellikle spor yapanlara son derece yararlı. Bilim adamlarına göre maya, sağlığımız için çok yararlı bir besin. Organizmanın kimyevi aktivitelerini uyararak en iyi şekilde çalışmasını sağlıyor. Hücrelerin büyüme ve üremesine yardımcı oluyor. Yağ ve karbonhidrattan yoksun olduğu için hazmı kolaylaştırıyor. Bu nedenle sporcular mayalı yiyeceklerin ağırlıklı olduğu bir beslenme alışkanlığı edinmeli. Yağsız ve mayalı hamurişleri ve ekmeğe ölçülü miktarda yer veren bir beslenme programı uygulamalı, mayayı kahvaltıda süte ilave ederek ya da diğer öğünlerde salata veya mezelere ekleyerek yemeli.
Anne adayları: Hamilelik döneminde vücudun gereksinimleri artıyor. Maya tüm bu ihtiyaçları karşılayacak kadar zengin nitelikler içeriyor. Mayadaki zengin B9 vitamini (folik asit) hamilelerde çok sık rastlanan anemiyi önleyip yeni hücrelerin (plasenta gibi) üretimini uyarıyor. Cenindeki sinirsel hücrelerin gelişimesini sağlıyor. Yetişkin bir insanın günlük folik asit gereksinimi 3 mg iken hamilelik döneminde bu miktar 7.5 miligrama çıkıyor. Bu nedenle hamile kadınlar mayalı yiyecekleri, bu dönemde beslenme programlarına almalı.
http://kadin.milliyet.com.tr/saglik-iksiri-maya/kadin/haberdetay/22.03.2010/1214746/default.htm
30 Kasım 2010 Salı
En sağlıklı abur cuburlar
Atıştırmak günah olmaktan çıkmalı! İşte size formunuza zarar vermeyecek sağlıklı abur cubur önerilerimiz:
Ceviz ve çekirdek: Sadece beyin gücünü arttırmaz aynı zamanda ruh halinizi düzenler ve saatlerce tok hissetmenizi sağlarlar. Yaşlanmayı geciktirdikleri de biliniyor.
Muz: Potasyum bakımından zengindir ki bu da kan basıncını düzenliyor. İçindeki vitamin B6 ise yorgunluğu, asabiyeti ve uykusuzluğu engelliyor ve ruh halinizi yükselten serotonin salgılamanıza sebep oluyor.
Kuru üzüm: Antioksidan olarak kuvvetli oldukları kadar ağız sağlığı için de faydalılar. Kapsadığı mineraller vücuttaki östrojen ile etkileşime geçiyor ve osteoporozu önlemede yardımcı oluyor
Havuç: Provitamin A karoten açısından zengin olan havuç, antioksidan olarak da çok önemlidir ve kalp hastalıkları ve bazı kanser çeşitlerinden korur.
Bezelye ve fasulye: Bir kase haşlanmış bezelye ya da soya fasulyesi, protein, B ve C vitaminleri, karotenler ve antioksidanlar açısından kuvvetli bir tercih olur.
Elma: Fitokimyasal kaynağı olarak, kan kolesterolünü azalttığı, bağırsakları çalıştırdığı ve felç, prostat kanseri, astımı engellediği bilinir.
Patlamış mısır: Tam tahıllı ve iyi bir lif kaynağı olan patlamış mısırın 30 gramı da harika bir atıştırmalık olabilir, tabi şeker, tuz ve yağ eklemediğiniz sürece!
Yulaf ezmesi: Protein, antioksidan, karbonhidratlar, lif, vitamin ve minerallerle dolu ve sizi öğlene kadar tok tutar.
Üzüm: A, C ve B6 vitaminleri kadar demir ve selenyum kaynağıdır da ve kanseri önler.
Jöle: Gayet keyifli olması dışında, yağsızdır ve şekersiz olanları tercih ettiğiniz sürece kilonuz için de endişelenmeniz gerekmez.
http://kadin.milliyet.com.tr/en-saglikli-abur-cuburlar/kadin/haberdetay/02.03.2010/1205808/default.htm
3 Ekim 2010 Pazar
Narın mucize faydaları---nar mevsimi geldi,(pek çoğumuzun bildiği )narın faydalarını bir kere daha paylaşmak istedim...
http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/GaleriDetay.aspx?cid=40379&p=1&rid=4369
İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, her gün nar suyu içmek bel bölgesindeki yağları eritiyor
Narın diğer önemli faydaları şöyle:
Damar tıkanıklığına iyi geliyor
Nar suyunun damar tıkanıklığını önleyici özelliği var. Hayvan deneylerinde, nar suyuyla beslenme sonrasında damar plakları ve tıkanıklıklarının yüzde 44 gerilediği ortaya çıktı. İnsanlar üzerinde yapılan bir araştırma ise 2 hafta boyunca günde 50 ml nar suyunun, tansiyonu artıran enzimi yüzde 36 düşürdüğünü gösterdi.
Yeşil çay etkisi var
10 bardak yeşil çay yerine geçiyor.
Kansere karşı koruyor
Narda, kansere karşı koruyucu antioksidanlar bulunuyor. Nar suyundaki antioksidan miktarı, kırmızı şarap, yeşil çay, kızılcık ve portakal suyuna göre 3 kat daha fazla.
Merhem olarak kullanılabiliyor
Merhem olarak da kullanılıyor. Narın sadece meyvesi değil, çiçeği, çekirdekleri, suyu ve kabukları da çeşitli karışımlar halinde tıbbi olarak kullanılıyor.
Vücudu kuvvetlendiriyor
Nar vücudu ve kalbi kuvvetlendiriyor. İshali kesiyor, burun poliplerine iyi geliyor.
Mideyi kuvvetlendiriyor
Tatlı nar mideyi kuvvetlendiriyor.
Mide yanmalarını geçiriyor
Ekşi nar mide yanmalarına karşı faydalı, diğer narlardan daha fazla idrar söktürüyor.
Öksürüğe iyi geliyor
Tatlı nar boğaza ve akciğerlere faydalı, öksürüğe iyi geliyor.
Diş etine faydası var
Nar, suyu zarıyla birlikte çıkarılıp bal ile merhem kıvamına gelinceye kadar pişirilip diş etlerine sürüldüğünde diş eti tahrişine iyi geliyor.
Dolamayı tedavi ediyor
Dolama/tırnak iltihabı ve cerahatli yaraların tedavisinde nar çekirdeğinin balla birlikte karıştırılarak merhem halinde uygulanması tavsiye ediliyor.
Çiçeği yaraları iyileştiriyor
Nar çiçeği de yaralar için kullanılıyor.
İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, her gün nar suyu içmek bel bölgesindeki yağları eritiyor
Narın diğer önemli faydaları şöyle:
Damar tıkanıklığına iyi geliyor
Nar suyunun damar tıkanıklığını önleyici özelliği var. Hayvan deneylerinde, nar suyuyla beslenme sonrasında damar plakları ve tıkanıklıklarının yüzde 44 gerilediği ortaya çıktı. İnsanlar üzerinde yapılan bir araştırma ise 2 hafta boyunca günde 50 ml nar suyunun, tansiyonu artıran enzimi yüzde 36 düşürdüğünü gösterdi.
10 bardak yeşil çay yerine geçiyor.
Kansere karşı koruyor
Narda, kansere karşı koruyucu antioksidanlar bulunuyor. Nar suyundaki antioksidan miktarı, kırmızı şarap, yeşil çay, kızılcık ve portakal suyuna göre 3 kat daha fazla.
Merhem olarak kullanılabiliyor
Merhem olarak da kullanılıyor. Narın sadece meyvesi değil, çiçeği, çekirdekleri, suyu ve kabukları da çeşitli karışımlar halinde tıbbi olarak kullanılıyor.
Vücudu kuvvetlendiriyor
Nar vücudu ve kalbi kuvvetlendiriyor. İshali kesiyor, burun poliplerine iyi geliyor.
Mideyi kuvvetlendiriyor
Tatlı nar mideyi kuvvetlendiriyor.
Mide yanmalarını geçiriyor
Ekşi nar mide yanmalarına karşı faydalı, diğer narlardan daha fazla idrar söktürüyor.
Öksürüğe iyi geliyor
Tatlı nar boğaza ve akciğerlere faydalı, öksürüğe iyi geliyor.
Diş etine faydası var
Nar, suyu zarıyla birlikte çıkarılıp bal ile merhem kıvamına gelinceye kadar pişirilip diş etlerine sürüldüğünde diş eti tahrişine iyi geliyor.
Dolamayı tedavi ediyor
Dolama/tırnak iltihabı ve cerahatli yaraların tedavisinde nar çekirdeğinin balla birlikte karıştırılarak merhem halinde uygulanması tavsiye ediliyor.
Çiçeği yaraları iyileştiriyor
Nar çiçeği de yaralar için kullanılıyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)