kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2011 Cumartesi

daha çok kitap okumama yardımcı olan http://www.rafrafkitap.com'a teşekkürler...beni Gabriel Garcia Marquez'in-Mavi Köpeğin Gözleri ile buluşturduğu için...


sevgili arkadaşlarım yeni bir kitap sitesi olan http://www.rafrafkitap.com/dan bahsetmek istiyorum bir arkadaşım sayesinde tanıştığım bu güzel site sayesinde kitaba ulaşmam özelliklede oldukça indirimli ulaşmam,elemanlarının her türlü sorunuma ve arayışıma içtenlikle ve büyük bir samimiyetle cevap verip  ve istediğim kitaba ulaşmamda yardımcı olmaları sayesinde yeniden  kitap okumama sebep oldular...http://www.rafrafkitap.com'a üye olduğunuzda  veya  E-Posta ListesiE-Mail listesine katılarak yeni yayın ve etkinliklerinden haberdar olabiliyorsunuz..
 en güzel yanlarından biride kapıda ptt kargoya ödeme yapıyor olmamız vede kredi kartlarından birine taksit yapıyor olmaları..ayrıcada kitap fuarında bu yıl standları yokmuş ama çok cici kitap ayraçları dağıtacakları...bende merakla fuarda almayı umut ediyor,bekliyorum. 
     
    şimdi Gabriel Garcia Marquez'in ilk kitaplarından olan ve yeniden basılan  Mavi Köpeğin Gözleri  hakkında sitede yayınlanan bilgileri sizlerlede paylaşmak istiyorum..
  Yazar : Gabriel Garcia Marquez

Yayıncı : Can Yayınları

Satış Fiyatı : 9,50 TL

%158,08 TL

  Mavi Köpeğin Gözleri 
Açıklama : "Görünmez bir güneş omuzlarımızı ısıtmaya başladı. Ama güneşin varlığı bile ilgimizi çekmiyordu. Mesafe, zaman ve yön kavramımızı kaybetmiş halde orada, nerede olduğunu bilmediğimiz bir yerde oturduk. Yanımızdan birçok ses geçti. 'Çulluklar gözlerimizi oydu,' dedik. Seslerden biriyse şöyle dedi: 'Bunlar gazeteleri fazla ciddiye almışlar.' Sesler ortadan kayboldu. Bizse öylece, omuz omuza oturmaya devam ettik." Rüyalar, kazalar, pişmanlıklar, inanç, özlem ve ölüm... Büyülü gerçekliğin gizemli ve puslu atmosferlerle buluştuğu bu öykülerde Gabriel García Márquez, yatalak bir genç adam, kedisinin bedenine girmek isteyen bir kadın, evladının ölümünün yaraladığı bir anne, ikizi ölen bir kardeş, gözleri çulluklar tarafından oyulan üç adam, kurbanını sabırla bekleyen ölüm meleği gibi birbirinden çok farklı kurgusal ve mitolojik kahramanlara gönderme yapan kişiliklerin, bedensel ve düşünsel hassasiyet anlarını anlatıyor. Yazarın ilk eserlerini barındıran Mavi Köpeğin Gözleri, Márquez'in 1947-1955 yılları arasında yazdığı on iki öyküden oluşuyor. Kitap, tarzı, temaları, karakterleri ve bilhassa yazarın "Yüzyıllık Yalnızlık'a değişmem," dediği "Çullukların Gecesi" öyküsüyle bir Márquez şenliği. (Tanıtım Bülteninden)

Sayfa Sayısı : 128

Basım Tarihi : 2011-9

Çeviren : Emrah İmre

Kapak Türü : Karton

Kağıt Türü : 2. Hamur

Dili : Türkçe

Yazarın diğer ürünleri Benim Hüzünlü Orospularım Kırmızı Pazartesi İyi Kalpli Erendıra Bir Kayıp Denizci Kolera Günlerinde Aşk Yüzyıllık Yalnızlık Yaprak Fırtınası Başkan Babamızın Sonbaharı Labirentteki General Albaya Mektup Yazan Kimse Yok Can Yayınları diğer kitapları Gölge Hırsızı Akıl Çağı Kadınlar Okulu Kurtlar Labirentteki General Mutlu Ölüm Duvar Foucault Sarkacı Tersi ve Yüzü İyi Kalpli Erendıra Kategorideki diğer ürünler Gölge Hırsızı Eski Sevgili Bir Şehir Varmış Bir Şehir Yokmuş Kum Şeytanları Cincik İtiraf ve Ceza Cihangirde Kız Öpme Kuyruğu Korkunç Bir Gece Tepegözlerin Mağarasında

26 Haziran 2011 Pazar

Heykelin yüreği: Camille Claudel(Anne Delbee'nin, Camille Claudel'in hayatını yazdığı kitap beni çok etkilemişti)

Heykelin yüreği: Camille Claudel

Günümüzde sanat eğitimi, eskisine göre daha rahat koşullarda veriliyor, ama 100 yıl öncesine kadar durum hiç böyle değildi. Heykeltıraş olmaya karar verdiğinizde önce ailenizi buna binbir güçlükle ikna etmeniz, ardından heykel eğitimi veren okula yeteneğinizi kabul ettirebilmek için inanılmaz zor aşamalardan geçmeniz gerekiyordu. Hadi diyelim hepsini başardınız ve heykeltıraş oldunuz. Esas zor olan kısmı bundan sonra başlıyordu; eğer çok şanslı değilseniz bütün yaşamınızı elektrik-su tesisatı bozuk, karanlık, rutubetli atölyelerde yarı aç yarı tok geçirmeye razı olmak zorundaydınız. Ama eğer bir de kadınsanız, bütün bu sorunlar ikiye katlanıyor, çok daha fazla çalışmanız, çok daha cesur ve çok daha dayanıklı olmanız gerekiyordu.
O yıllarda pek çok sanatçı bu zorlukları göze almışlar, yılmamışlar ve bugün hayranlıkla izlediğimiz eserler yapmışlar, ama bunu başarabilen kadın sanatçı sayısı pek fazla değil. Ancak sanat tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan bir kadın var ki yaptığı olağanüstü heykellerden bahsetmemek bilmeyenler için büyük bir eksiklik olur.
“Bütün istediğim heykel yapmak, sonsuza dek…”
Camille, 8 Aralık 1864’te Fransa’da orta halli bir ailenin kızı olarak doğar ve Paris’in dışında küçük bir şehirde, ağabeyi Paul (sonradan büyük şairlerden Paul Claudel olacaktır kendisi) ve küçük kız kardeşi Louise ile büyür. Çocukluğunda bütün yaptığı evlerinin bahçesindeki çamurlarla oynamak, kedi, köpek, kuş, insan heykelleri yapmak ve annesinden bol bol azar işitmektir (O yıllardaki anneler de çamurlu giysilerden pek hoşlanmıyorlardı galiba).
Büyüdükçe çamura ve heykellere olan ilgisi çocukça bir heves olmaktan çıkar ve giderek ciddileşmeye başlar. O yıllarda resim ve heykel yapan kadın sayısı o kadar azdır ki hiç kimse Camille’in bu işi sürdürmek isteyeceğini düşünmez, ama o henüz 13 yaşındayken “Bismarck”, “Napoleon 1” ve “David ve Goliath” heykellerini yapacak kadar kararlıdır. Böylece Claudel ailesi için “Ne olacak bu işin sonu?” çanları çalmaya başlamıştır.
Annesi kızının bu yeteneğini asla kabullenemez. Zaten annesiyle hayatı boyunca hiçbir konuda iyi anlaşamaz Camille. Annesi için pek de ideal bir genç kız modeli değildir, hele de o yılların erkek ve kadın rollerini son derece başarıyla sindirmiş olan kız kardeşi Louise ile kıyaslanınca. Babası ise, son derece ciddi ve otoriter bir adam olmasına rağmen kızının heykele olan yeteneğini sonuna kadar destekler. Hatta kızının bu konuda iyi bir eğitim alması için ailesini alıp Paris’a yerleşmeye karar verir.
Böylece 1881 yılında Paris’e yerleşen Camille, burada kız öğrenci kabul eden az sayıdaki akademilerden birine, Colarossi Akademisi’ne yazılır. Üç arkadaşıyla birlikte bir stüdyo kiralayan Camille, bir süre sonra dönemin iyi heykeltıraşlarından Rodin’in öğrencisi olur (1883). Bu tanışma hayatının dönüm noktasıdır, çünkü bir süre sonra Rodin’in sevgilisi ve sonra da en büyük rakibi olacaktır.


Dalga (Bronz-Onix)


1900 Denizkızı (Bronz)


 
 1904 Geveze Kadınlar (Bronz)

Rodin bu göz kamaştırıcı yetenekten çok etkilenir. Artık hayatında en az kendisi kadar yetenekli bir ilham perisi vardır ve birlikte pek çok işlere imza atarlar. O dönemde Rodin Cehennemin Kapıları adlı unutulmaz eserini yapar. Rodin’in bu eseri Camille’in yoğun etkisi ve yardımıyla yaptığı, hatta Rodin’in, başarısının büyük bir kısmını Camille’e borçlu olduğu söylenir. Doğrusu çok da tuhaf gelmiyor bize, zira Rodin en unutulmaz eserlerini Camille’le birlikte olduğu yıllarda yapmıştır. İki büyük yeteneğin bir araya geldiğinde olağanüstü işler çıkarmalarından daha normal ne olabilir ki zaten?

Vals (Bronz) - 1891 - 1905

“Aradığı altın kendi içindeydi…”
1890’lara gelindiğinde Camille artık yeteneğiyle nam salmış olan ve sanat çevreleri tarafından saygı gören bir sanatçıdır. Ama mesleğini Rodin’in kanatları altında sürdürme hali Camille’in bağımsız ve güçlü kişiliğine çok uyan bir durum değildir. Hele de bu ilişki sadece işle sınırlı kalmayan ve şiddetli aşk kavgalarına sahne olan tutkulu bir ilişkiyse. O dönemde yaptıkları heykeller ne kadar sağlam ve muhteşemse, ilişki de o kadar çatırdayan ve yıpratıcı bir hal almıştır.

1898’de bir yol ayrımına gelir Camille, yoluna artık tek başına devam etmesi gerekmektedir. Çok kolay bir ayrılık olmaz bu, Camille için hayatının en acı ve özlem dolu dönemi başlar. Fakat işin ilginç yanı Camille, "Vals", "Clotho", "Olgunluk Çağı", "Kayıp Tanrı", "Geveze kadınlar", "Sakuntala" gibi en önemli heykellerini, Rodin’le en büyük kavgalarını ve acılarını yaşadığı dönemlerde yapar (Aşkın gücü bu olsa gerek).
Yonttuğu heykeller inanılmaz iyidir, sadece hayranlık değil, düşmanlık da çekecek kadar etkileyicidirler; danseden çiftler, oynayan çocuklar, sohbet eden kadınlar, düşünen, gülen, acı çeken insanlar, hepsi de her an hareket edecekmiş, konuşacakmış gibi canlı dururlar.

Avcı Kız (Çamur) - 1887


Hatta denir ki “O yıllarda hiçbir heykeltıraş çamura Camille kadar can vermemiştir, hiçbir heykeltıraş taşı Camille kadar hissederek yontmamıştır.” Rodin’in de Camille için söylediği “Ona altını nerede bulacağını söyledim. Ama bulduğu altın kendi içindeydi” cümlesi sanat tarihinde söylenmiş en anlamlı ifadelerden biridir.


Olgunluk Çağı (Bronz) -1898
“Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?”

Camille, ailesindeki erkeklerden ne kadar destek gördüyse, kadınlardan da o kadar köstek gördü diyebiliriz. Özellikle Rodin’le olan ilişkisi, Claudel kadınları için, heykeltıraş olmasından çok daha önemli bir sorundur. Annesi ve kız kardeşi Camille’den olabildiğince uzak dururlar, fakat babası ve Paul (kardeşinin en büyük hayranıydı kendisi) yaşadıkları sürece Camille’in sanatına ve sorunlarına sahip çıkarlar. Fakat ne yazık ki babası çok uzun yaşamaz ve Paul de diplomat olduğu için Uzak Doğu’ya yerleşir.

Camille 1898’den sonraki döneminde, hem bir kadın sanatçı olarak yaşadığı yüzyılı, hem de özel hayatındaki sorunları göz önüne aldığımızda, pek çok bakımdan yalnız kalır. Üstüne bir de karşılamakta zorlandığı maddi sorunlar eklenince Camille’in ruh sağlığı giderek bozulmaya başlar.

1906’da sinir krizi geçirdiği bir gecenin ardından eserlerinin pek çoğunu parçalar, bir kısmını da nehre atar. Bir süre sonra ciddi paranoya belirtileri gösterdiği ve akıl sağlığını kaybettiği gerekçesiyle ailesi tarafından, Rodin’in de desteğiyle bir hastaneye kapatılır. Bu noktada artık Paul Claudel bile kardeşine yardım edemez ve aynı hastanede 19 Ekim 1943’te yaşama veda eder.

Böylesine önemli bir sanatçının hayatının en verimli döneminde akıl hastanesine kapatılması ve tam 30 senesini heykelden uzak, çamura veya taşa elini sürmeden geçirmesi çok büyük bir haksızlık gibi geliyor bize. Ve garip bir şekilde Camille’in paranoyası bize de bulaşıyor: “Ailesi için utanç kaynağıydı, fazla özgürdü, fazla başına buyruktu, fazla heykel yapıyordu, Rodin içinse fazla tehlikeliydi, yaptığı eserlerin bazılarının Camille’e ait olduğu iddiası almış yürümüştü, artık Camille onun için ilham kaynağı değil, sanatına inen bir gölgeydi, sanat çevresi içinse dili fazla uzundu, fazla konuşuyordu, fazla doğrucuydu…”

Artık bütün bunların bir anlamı yok. Camille ve yaşamında adı geçen diğer isimler artık yoklar. Ama Camille’in giderken bize bıraktığı çok önemli başka şeyler var, heykelleri. Sanatı elinden alınmış olabilir, ama geride bıraktığı heykeller onun adını sanat tarihine altın harflerle kazıdı bile, işte onu silmek pek kolay değil.

Camille Claudel'in hayatını merak edenler Isabelle Adjani ile Gerard Depardieu'nun oynadığı filmi izleyebilir veya Anne Delbee'nin yazdığı kitabı okuyabilirler.
http://www.istegenc.com.tr/content/gorsel_sanatlar/article.asp?lngarticleid=1122

29 Aralık 2010 Çarşamba

80'lerde Çocuk Olmak

80'lerde Çocuk Olmak
 

İnternette 10. yılı geride bırakan, aynı zamanda genç yazarların eserlerini yayımlayan Yitik Ülke, yakın tarihimizin ve internetin en büyük fenomenlerini kapsayan "80'lerde Çocuk Olmak" kitabını 2006'da yine kendi adıyla kurduğu Yitik Ülke Yayınları'nca yayımladı.


Sitenin ve yayınevinin kurucu editörü yazar-şair Kadir Aydemir tarafından hazırlanan "80'lerde Çocuk Olmak" kitabı şimdiden geniş bir okur kitlesinin ilgisini çekmiş gözüküyor. 89 yazarın bir araya geldiği kitapta, 80'li yılların yaşam tarzı, kültürü, alışkanlıkları, modası ve o yıllarda geçmiş olan çocukluk hatıraları ayrıntılarıyla, neşeli bir dille anlatılıyor. Kitabın arka kapağında okura şöyle sesleniliyor:

"Bu sadece bir kitap mı? Hayır! Bu kitap, canlı bir şey! Yaşayan tarihin ta kendisi! Dikkatle, özenle okuyun...

80’lerde Çocuk Olmak, hem bir kitap ismi, hem de bir kuşağın en büyük özlemlerini, yaşanmışlıklarını içinde barındıran yolculuğun özel ve güzel adı. Bu kitapta bir araya gelmiş 90 kadar yazar var. 1980’lerde çocuktu onlar... Hepsi aynı kuşaktan… Sayfalarda gizlenen anılarda herkes kendinden bir şeyler buluyor. Fazıl Say’dan Gürgen Öz’e, Eylül Duru’dan Bülent Çolak’a, Onur Behramoğlu’ndan Erdem Aksakal’a, Göksel Bekmezci’den Ahmet Büke’ye, Barış Müstecaplıoğlu’ndan Yiğit Değer Bengi’ye dek, adları buraya sığmayacak onlarca yazar ve sanatçı bu kitap için çocukluklarını, anılarını, aşklarını, oynadıkları oyunları, 1980 darbesinin kendilerinde ve ailelerinde bıraktıkları kara tortuyu, yüzlerce ayrıntıyı bazen bir çocuk, bazen bir yetişkin gözüyle kaleme aldı. Yaklaşık üç yıllık bir çalışma sonucu doğan 80’lerde Çocuk Olmak kitabı, her kuşağın el kitabı olacak nitelikte. Dönemin pembe dizileri, ünlü oyuncuları, en çok izlenen çizgi filmleri, mahalle abileri, sokak kavgaları ve oynanan unutulmaz oyunlar, atari salonları, fırlamalıklar ve ergenliğe geçiş hikâyeleri, birbirimizle konuşurmuş gibi doğal bir şekilde anlatılıyor. Evet, bizler büyüyoruz ama çocukluğumuz ve yaşanmışlıklar orada öylece duruyor. Yolculuğumuza siz de katılın...
Kitabımızı 80’lerin aydın insanlarına, halk kahramanlarına, üniversite gençliğine ve 80’lerde doğup kaybettiğimiz tüm çocuklara ithaf ediyoruz.
Kadir Aydemir’in yayına hazırladığı bu kitap ayrıca anlamlı bir doğum günü hediyesi. 80’ler çocuklarının hiç yaşlanmadığının, hep çocuk kalacağımızın bir ispatı... Bu yıl, Türkiye sanal âleminin en eski ve köklü şiir-edebiyat sitelerinden Yitik Ülke’nin 10. yaşını kutlarken, bu kitapla, anılarına sahip çıkan herkesin de doğum gününü kutluyoruz.
Bu toplum belleksiz değil! Bizler de unutmadık ve yazdık!
Yaşasın 80’lerde çocuk olmak!"
“80’lerde Çocuk Olmak” kitabında yazılarıyla yer alan yazarlar şöyle: Yeşim Ağaoğlu, Onur Akbudak, Alper Akdeniz, Erdem Aksakal, Neyran Savaşman Akyıldız, Çiğdem Aldatmaz, Figen Alkaç, Sema Aslan, Hürcan Âşık, Mustafa Atapay, Kadir Aydemir, Eda Aytekin, Nil Esra Başaran, Ezgi Başkır, Suat Başkır, Barış Behramoğlu, Onur Behramoğlu, Göksel Bekmezci, Sinem Bengi, Yiğit Değer Bengi, Ersan Bengisu, Hasip Bingöl, Ahmet Büke, Elmira Cancan, Gökçenur Ç., Şebnem Çağlayan, Tunca Çaylant, Kader Çekerek, Serdar Çekinmez, Murad Çobanoğlu, Bülent Çolak, Elçin Demiröz, Özge Ç. Denizci, Ömer Faruk Dizdar, Eylül Duru, Galip Dursun, Sine Ergün, Azim Raşit Ersoy, Elif Savaş Felsen, İdil Giray, Pınar Gözpınar, Nilay Sağ Gülalp, Eda Günay, Koray Günyaşar, Yasemin Gürkan, Sanem Güven, Nefin Huvaj, Aydın İleri, Necla İret, Deniz Yalım Kadıoğlu, Gülay Kalkan, Bekir Arslan Kopuz, Ulaş Kurugüllü, Ahmet Küçükkayalı, Ece Erdoğuş Levi, Barış Müstecaplıoğlu, Engin Neşeli, Pınar Nurhan, Pelin Onay, Esra Ovalı, Yaprak Öz, Gürgen Öz, Şahin Özbay, Özlem Özyurt, Hatice Topal Özçoban, Nilüfer Özgeren, Sedef Özkan, Erol Özyiğit, Murat Prosciler, Tomris Sakman, Fazıl Say, Hakan Sim, Güray Süngü, Melih Süsleyen, Müjgan Şahinoğlu, Melike Aslı Şahinsoy, Ümit Şener, Seda Tansuker, Filiz Tanya, Erkut Tokman, Alper Turgut, Murat Türkücüoğlu, Serkan Türk, Papyon Tayfun Türkkan, Ferhat Uludere, Gül Yaşartürk, Özlem Yıldız, Hande Yöremen, Zeynep Zişan ve Güncem Topçu. Kitaba Punto Dağıtım kanalıyla tüm kitabevlerinden ve yurtiçi yurtdışı online kitap satışı yapan www.pandora.com.tr kitap sitesinden ulaşılabilir.

http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/kitap-cd/16605897.asp

3 Kasım 2010 Çarşamba

29.İstanbul kitap fuarı ve 20.İstanbul sanat fuarına gittim...fotoğraflar ve genel gözlemlerim..

l


31 ekim pazar günü heyecanla beklediğim kitap ve sanat fuarlarına gitmek için kalamış'tan yola çıktık ve 3
saate yakın bir sürede Beylikdüzündeki fuara ulaşabildik.hava çok güzel olduğu içinmi yoksa 3 günlük cumhuriyet bayramı tatilinin son günü olduğu içinmi bilemiyorum çok yoğun bir trafik vardı...
kitap fuarı heryıl olduğu gibi kalabalıktı,ama galiba her yıla göre daha kalabalıktı.bunun nedeni hem fuarın 2.günü hem pazar günü ve tatile rastlaması olabilir.böyle olması mutluluk ve ümit verici bir durum ama ben kendi adıma hafta içi gitmemin daha doğru olacağına karar verdim(inşallah önümüzdeki yıl)çünkü istediğim stand ,yazar ve kitaplara ulaşmakta,seçmekte ,incelemekte biraz zorluk çektim listemdeki kitapların çok az bir bölümünü alabildim(genelde%20 ,bazı standlarda daha fazla indirim olmasına rağmen)diğerlerini her zaman kitaplarımı aldığım kitapçıdan almaya karar verdim  ...kitap fuarındaki çocuk ve gençlerin varlığı,her kesimden insanların oluşturduğu kalabalık çok güzeldi.

sanst fuarı ise pazar,tatil ve de fuarın 2. günü olmasına rağmen oldukça tenhaydı:(  böyle olması da sanat ve sanatçılarımız adına biraz üzdü beni...4-5 saat süren fuar maceramızda seneye tekrar gelmek üzere sona erdi...

Kitap fuarından görüntüler...



























Sanat fuarından görüntüler...

















28 Ekim 2010 Perşembe

29. İstanbul Kitap Fuarı-30 Ekim-7Kasım 2010(bende gitmek için gün sayıyorum)

29. İSTANBUL KİTAP FUARI ETKİNLİK PROGRAMI AÇIKLANDI
30 Ekim 2010 Cumartesi günü kapılarını okurlarına yirmi dokuzuncu kez açmaya hazırlanan İstanbul Kitap Fuarı etkinlik programı belli oldu
Kuruluşumuz TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile 30 Ekim-7 Kasım 2010 tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi- Büyükçekmece’de düzenlenecek olan 29. İstanbul Kitap Fuarı 550 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımı, yaklaşık 300 etkinlik ve yüzlerce imza ile kapılarını kitapseverlere açmaya hazırlanıyor. Bugünden itibaren yayınlanacak imza günleri ve etkinlik programına www.istanbulkitapfuari.com sitesinden ulaşılabilir.
Yeni Bir Etkinlik Dizisi Başlıyor-Hayatın Renkleri TÜYAP’ta Buluşuyor

Hafta içi günlerde alanında uzman konukların davet edileceği “ Hayatın Renkleri” kapsamında sağlık, yaşam, kişisel gelişim ve yemek kültürü üzerine renkli söyleşiler düzenlenecek.
İstanbul’u Yazmak

Ana teması “İstanbul’u Yazmak” olan kitap fuarı İstanbul’u yazan yazarları fuara davet ediyor. Bu kapsamda baba-kızın birlikte katılacağı söyleşiyle John Freely ve Maureen Freely ilk kez bir söyleşide bir araya gelmiş olacak.
Fuarda İstanbul’un kedilerine, sokaklarına Catherine Pinguet ile bakacak, Petros Markaris ile eski İstanbul’u ve polisiyeleri konuşacağız.
TÜYAP Çocuk Kulübü

Fuarın genç okurlarına yönelik etkinlikler TÜYAP Çocuk Kulübü bünyesinde devam ediyor. Yazarlarla söyleşi, resim ve atölye çalışmaları, tiyatro, müzikli oyunlar gibi 40 etkinlik gerçekleşecek
Onur Konuğu: İspanya Etkinlikleri

30 Ekim-2 Kasım 2010 tarihleri arasında Uluslararası Salon’da (5 nolu hol) gerçekleştirilecek Onur Ülke programı kapsamında İspanya’dan konuk yazarların katılımıyla söyleşiler, sergi, açılış ve kapanış konserleri yer alacak.

Öğrenci, öğretmen ve emeklilere girişin ücretsiz olduğu fuarın giriş bedeli 5tl’dir. Uluslararası Salon 30 Ekim-2 Kasım 2010 tarihlerinde 11.00-18.00 saatlerinde; 29. İstanbul Kitap Fuarı ve eş zamanlı düzenlenen 20. İstanbul Sanat Fuarı 30 Ekim-6 Kasım 2010 tarihlerinde 11.00-20.00 saatleri, kapanış günü 7 Kasım 2010 tarihinde ise 11.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.
TÜYAP A.Ş.
TÜYAP FUAR ve KONGRE MERKEZİ, E – 5 Karayolu, Gürpınar Kavşağı 34522 Büyükçekmece - İSTANBUL

Tel: 90 (212) 867 11 00 - Faks: 90 (212) 886 93 9

DÜNYAYI SEYRETMEK İÇİN BİR YER (gezi )

DÜNYAYI SEYRETMEK İÇİN BİR YER






Yayınevi : YAPI KREDİ YAYINLARI

Türü : ÖYKÜ

Yazar : ERTUĞ UÇAR

Ertuğ Uçar deniz fenerlerini sadece bir yalnızlık elçisi, romantik bir figür olarak değil, dünü bugünü ve yarınıyla, edebi bir disiplin içinde kalarak anlamlandırıyor, araştırmalarına dayalı ayrıntılı notlar eşliğinde, bu pek bilinmeyen, yüzü denize dönük varlıkların ışığını yakıp yarı kurgu / kurgu öyküleriyle menzili tarıyor. Dünyayı seyretmek için çok yükseğe tırmanmak gerekmiyor diye düşünür, dünyayı seyre koyulursun. Zamanın bizim dışımızda da akıp gittiği burada anlaşılır. Gün burada saatler olmasa bile döner. Zaman burada oluşur, buradan dağılır. Onu burada yakalamak, geri çevirmek, bir fırsatını bulup başka zamanlara süzülmek mümkündür. Yağmurun toprağa düştüğü, taşın kayanın arasından sızıp yeraltı yollarında birleşip ırmaklara karıştığı, ırmakların denize döküldüğü, deniz suyunun ısınıp buharlaştığı, bulut olduğu bu burunda görülebilir. Seyrettikçe korkmaya başlayabilirsin; korkma, altında uzanan: Dünya’dır.

16 Ekim 2010 Cumartesi

Ödül 'Kuş Oltası'nın oldu


 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü”ne bu yıl “Öykü” dalında “Kuş Oltası” kitabı ile yazar Kadri Öztopçu layık görüldü

Yapılan açıklamaya göre, şiir, roman, öykü, deneme-inceleme-araştırma ve tiyatro dallarında her yıl dönüşümlü olarak verilen “Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü”ne bu yıl “Öykü” dalında “Kuş Oltası” adlı kitabı ile Kadri Öztopçu değer bulundu.


Sadık Aslankara, Nursel Duruel, Konur Ertop, Mehmet Zaman Saçlıoğlu ve Osman Şahin'den oluşan seçici kurul, Öztopçu'ya ödülün “hayatın gözeneklerinde biriken farklı yaşam deneyimlerini öyküleştirmedeki özgünlüğü, yalın dili, alçak sesli, derinlikli anlatımı” gerekçesiyle verilmesini kararlaştırdı.


Öztopçu'ya ödülü, 6 Kasımda TÜYAP Kitap Fuarı Kınalıada Salonunda düzenlenecek törenle verilecek.


Kitabın konusu:
Izbandut, “Hani şu limana yeni gelen şilep var ya, yük boşaltan,” dedi, “görmüşsündür belki. İngiliz. Tayfa arıyorlarmış. Muharrem Abi, liman idaresinde çalışıyor, tanımazsın, o söyledi. Beni de yazdır, dedim, olur, dedi. Yazdıracak. Yazdırınca da; ta Mek­sika’ya kadar gidecekmiş şilep; ver elini Meksika.” Barmene döndü, kaygılı bir sesle, “Bu sefer yazdırır, değil mi?” “Yazdırır,” dedi barmen, iç çekip. “Niye yazdırmasın. Madem Muharrem Abi, abimiz... Madem tayfa lazım… Madem şilep taa Mek­sika’ya…”
Okurlarımızın Yanlış Hikâyeler’le anımsayacakları Kadri Öztopçu’dan yeni bir öykü kitabı: Kuş Oltası. Öztopçu, sizi alıp götüren kendine özgü bir öykü dünyası kuruyor. Bu alabildiğine renkli ve hüzünlü dünyada kişiler her an değişmeye, bambaşka biri olmaya hazır. Mekânlar da öyle. Tekin olmayan, alabildiğine melankolik ama son derece çekici bir dünya. Kadri Öztopçu, öykücülüğümüzün vazgeçilmezleri arasına girmeye aday.


/www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/16030528.asp?gid=282

14 Haziran 2010 Pazartesi

Yenilebilir Boncuklar -Gönül Paksoy( http://www.foodandtravel.com.tr/)Food and travel'den gelen maili çok beğendim ve sizlerlede paylaşmak istedim...Sayın Gönül Paksoy gerçektende her yönüyle taktir ettiğim Türk kadınlarından biri ,çeşitli sergilerini görme olanağım oldu,şimdi de kitabını alıp okumak istiyorum ...


 








Yenilebilir Boncuklar

Gönül Paksoy



Tasarımcı Gönül Paksoy'un yenilebilir boncuklarla yarattığı eserleri, size eşsiz bir dünyanın kapılarını aralayacak.

Türkiye'nin giysiden takıya kadar her alanda özgün tasarımlara imza atan tasarımcılarından Gönül Paksoy, bundan üç yıl önce İstanbul'da toplanan Uluslararası Boncuk Konferansı'nın açılış etkinliği olarak hazırladığı Yenilebilir Boncuklar sergisiyle konferansa katılanlar kadar yeme-içme ve sanat çevrelerinin hayranlığını kazanmıştı. Paksoy, Türkiye'nin zenginliklerine dikkat çekmek, insanlara çocukluklarında taktıkları kiraz küpelerini anımsatmak amacıyla hazırladığı koleksiyonunu genişletti ve bir kitap projesine dönüştürdü: Yenilebilir Boncuklar kitabında tadını hissedip kokusunu duyduğumuz 'boncuklara' farklı bir yorum getiren Paksoy, önsözünde bunun bir yemek kitabı olmadığını söylüyor ve ekliyor: "Mutfağın güzelliklerine farklı bir sunum... Bazen mitolojik bir öykü, bazen küçük bir anı, bazen muzip bir yorum, bazen hepimize yöneltilen bir soruyla birlikte sunduğum, bir tasarım kitabı." Kitabında nardan defneyaprağına, yaban mersininden midyeye kadar pek çok zarif ürüne yer veren Paksoy, bu ürünlerin çoğunu en doğal halleriyle birer takıya çevirmiş; bazılarını ise kurutarak, pişirerek, yani küçük dokunuşlarla 'incitmeden' yeniden yorumlamış. Takı olarak yorumlamadıklarına ise kitabın ikinci bölümünde yer vermiş. Bu bölüm Paksoy'un boncukların bir kısmıyla tasarladığı yemeklerin tariflerinden oluşuyor. Kitabıyla bu küçük ve zarif lezzetlere olan sevgisini dile getiren Gönül Paksoy'un yarattığı 'renkli dünyayı' keşfedin; her şey size olduğundan farklı görünecektir...