12 Ekim 2011 Çarşamba

İcat


Gutenberg, Frankfurt yakınlarındaki Mainz şehrinde daha önce Uzakdoğu'da kullanılmış teknikleri geliştirerek ilk matbaa düzeneğini kurduğunda, sene 1450'ydi. Dünyaya yön verecek olan bu icadın ardından burada yıllık bir kitap sergisi düzenlenmeye başlandı. O günden bugüne uzanan gelenekte Frankfurt Kitap Fuarı, yayıncılık alanındaki en büyük organizasyon sayılıyor - 300,000 ziyaretçi, 110 ülke, salonlar dolusu kitabın arasında sadece kitap konuşan on binlerce sektör çalışanı... Bu kadar büyük bir organizasyonda her an her yerde bir şeyler oluyor elbette; bu sene onur konuğu olan ülke İzlanda, ayrıca küresel köy kuramcısı Marshall McLuhan'ın yüzüncü doğum yılı şerefine bazı etkinlikler gerçekleşiyor. E-kitabın yayıncılıkta devrim yapacağını ve matbu kitapların ölümünü tartışan günümüz dünyasında, geçmişimizi kabile çağı, Gutenberg çağı ve elektronik çağ kategorileriyle analiz eden McLuhan'ı yeniden ele almak, gerçekten ilginç. (McLuhan 1980 yılında hayata veda etmiş ancak içerik yerine mecranın önemi, günümüz paradigmalarında halen geçerli.) Düzenlenen etkinliklerin yarıdan fazlasının dijital yayıncılık ile alakalı olduğunu da söyleyelim. Yine fuar kapsamında Storytelling & Storyselling başlıklı StoryDrive konferansı, tüm dünyadan film, oyun, müzik ve kitap alanlarında profesyonel isimleri bir araya getirip yeni medya olanaklarını tartışacak; burada anılan isimler Hary Potter prodüktörü David Heyman, HBO prodüktörü Peter Friedlander, oyun bazlı marketing eksperi Gabe Zichermann ve oyuncu Rupert Everett. Dahası var elbette... Etkinlikler saymakla bitecek gibi değil ama Türk Edebiyatından Film Uyarlamaları başlıklı bir konferansta yazar Emrah Serbes, oyuncu Erdal Beşikçioğlu ve Behzat Ç. dizisinin yapımcısı Tarkan Karlıdağ'ın yer aldığını ve Behzat Ç'den bahsedeceklerini belirtmek gerek. Aşağıdaki görselde Message olarak yazılması gerekirken bir dizgi hatasına kurban giden ve anlamı değişen McLuhan 'mesajını' görüyorsunuz; McLuhan, özellikle düzeltilmemesini rica etmiş hatanın.

Burada her yarım saatte bir görüşmeler, sayısız etkinlik, sürekli koşuşturmaca ve kitaplara dair ya da kitaplardan yola çıkan sonsuz stimulan mevcut. Teknik aksaklıklara kurban gitmezsem sizlere olay yerinden bildirmeyi tasarlıyorum. Güneşli günler dileklerimle...

11 Ekim 2011 Salı

Sanık

GalleyCat sayesinde haberdar olduğum bir projeden; Uprise Book Project'den bahsetmek istiyorum bugün. Proje, ABD'de şu veya bu nedenle yasaklanmış kitapları 13-18 yaşları arasındaki gençlere iletme amacıyla kurulmuş. ABD'de uzun zamandır mahkeme kararıyla kitap yasaklanmıyor; ancak eyalet ve ilçelerin okul ve kütüphane komitelerince sakıncalı bulunan kitaplara erişim engelleniyor; kitaplar kitapçılarda bulunabilseler de, kütüphaneler ve okullar tarafından yok sayılıyor. Harry Potter'dan Kurt Vonnegut'a uzanan bir yelpazede pek çok kitap ve yazarın farklı yerlerde ilgili komitelerce yasaklandığını belirtelim önce. Her neyse, Uprise Book Project, Kasım ayına değin 10000 dolarlık mali destek bulabilirse, çocuk ve gençlerin kaydolacağı ve okumak istedikleri ancak erişemedikleri yasaklı kitapları anonim kalma koşuluyla birlikte belirtecekleri bir sistem tasarlıyor. Siteye üye olacak bağışçılar, kitaplara sponsorluk ederek yani maliyetini karşılayarak, kimliklerini bilmeyecekleri gençlere site aracılığıyla gönderimlerini sağlayacaklar. Biraz karışık görünüyor ama mantıksız sayılmaz; proje bugüne değin 4000 dolarlık bağış toplamış ve kasım sonrasında harekete geçecek gibi görünüyor.

Bizde işler başka bir minvalde ilerliyor elbette. Sansür, yasak vs. konularında epey yazı yazdık burada; hatırlatalım, bugün Burroughs Çağlayan'daki yeni Adalet Sarayı'nda, hakim karşısında olacak, yayıncısı ve çevirmeni ile birlikte. Saat 09.00'da görülecek duruşmada sanıklara destek vermek isteyenler için, adres belli.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Kaçış biçimleri

Etgar Keret'in yeni kitabı Buzdolabının Üstündeki Kız, bu haftadan itibaren raflarda sevgili okuyucu; olan bitenin gündeminden bunalanlara, gerçeklikle fantezi arasındaki sınırlara biraz abanma arzusu duyanlara, gündelik hayatın hoyratlığı karşısında ne yapacağını bilemeyenlere şiddetle tavsiye edilir. Keyif içinde bir kitap okuyayım diyen herkese tavsiye edilir aslında, ama gündelik hayatın hoyratlığından fena halde mustarip blog yazarınız olarak yukarıdaki kategorileri vurgulayayım dedim. Her neyse, güzel kitaplar bir bir hazırlanıyor mutfağımızda -kullanmakla birlikte bu ifadeden hiç hoşlanmıyorum sevgili okuyucu, burası bir restoran, bizler aşçı değiliz, hazırlanan şeyler de yemek değiller; mutfak yerine masa desek mesela, fazla mı gerçekçi?-; Tea Obreht'in müthiş romanı Kaplanın Karısı, Dave Eggers'ın Sendak yorumu Vahşi Şeyler, Jedediah Berry'nin postmodern polisiyesi Dedektifin El Kitabı, Sam Lipsyte'ın Talep adlı şahanesi vs. vs. önümüzdeki aylarda raflarda yer alacak. Bizi izlemeye devam edin!
Film Ekimi'nin başladığı şu günlerde hatırlatmadan geçmeyelim; Woody Allen'ın son yıllarda en büyük gişe başarısı elde eden filmi Midnight in Paris vizyonda halen, hayatın hoyratlığından bunalmaktan bahsettik ya, işte o ruh halini terk etmek için şahane bir fırsat Midnight in Paris. Yaşamın sefaletinden her fırsatta dem vuran ve son yıllarda sinemasında şans, rastlantısallık ve insanın çıkmazlarına ve karanlığına hafiften pesimist bir yaklaşımla eğilen Woody Allen, Owen Wilson'un adeta ışıl ışıl parlamasına olanak sağladığı yeni filminde hayatla hesabını görmüş ve yeniden gülümsemeyi başarmış gibi... Film, Eğrisi Doğrusu'nda yer alan Yirmili Yıllardan Bir Anı adlı öyküyle akraba aynı zamanda, hatırlatmadan geçmeyelim. Hatta bunu söylemişken Yan Etkiler'de yer alan, O'Henry ödüllü Kugelmass Olayı isimli meşhur öyküyle gevşek de olsa bir bağı olduğunu ekleyelim. Filmlerin ya da kitapların konularını anlatmaktan hiç hazzetmemekle birlikte, Kugelmass Olayı'nda mevzunun sihirli bir dolap çevresinde döndüğünü ve kişinin bu dolaba bir roman ile girdiği takdirde o romanın içine "düştüğünü" söyleyebiliriz; Yirmili Yıllardan Bir Anı ise 1920'lerin Paris'inde filmdekine epey benzer bir kadro dahilinde gelişen birtakım olayları konu alıyor - Picasso, Hemingway, Gertrude Stein, Scott ve Zelda Fitzgerald vs.

Sabah gazetesinde okuduğum bir söyleşide Allen şöyle diyor: "Fantezi tek kurtuluşumuzdur. Hepimiz gerçeğe hapsolmuş durumdayız. Gerçekse Vegas gibidir. Bazen birkaç dolar kazanabilirsiniz ama asla kumarhaneyi yenemezsiniz. Tek yapabileceğiniz hayal etmektir, fantezi kurmaktır ama dikkatli olmanız gerekir, çünkü fantezinin fazlası hastalıktır." Fazlasını, azını bilemem ama, kumarhaneyi yenemediğimiz kesin, o kadarını söyleyeyim.

Görselde Yoshimi Kahara'nın kağıt malzemeli yerleştirmelerinden biri yer alıyor. İyi haftalar dileklerimizle.

7 Ekim 2011 Cuma

Kaya

S: Yazarlık yaşamınızda büyük engellerle karşılaştınız mı?

Joyce Carol Oates: Büyük engellerle mi? Sanırım hayatımın her günü küçük engellerle karşılaşıyorum ben. Princeton'da bir yazar dostum var, adı John McPhee. O, her yazarın öğleden önce muhakkak mini bir sinir krizi geçirdiğini ama hayatına devam ettiğini söyler. Budur bence de. Her gün, bir tepeden yukarı doğru yuvarlamam gereken koca bir kaya gibi. Epey yol alıyorum, biraz aşağı yuvarlanıyor ve ben tepeye erişebileceğim umuduyla itmeyi sürdürüyorum. (...) Zihnimde sürekli başarısızlık var. Başarısızlık beni çeken de bir şey. Sık sık başarısızlığa dair yazıyorum; anlayabildiğim bir şey çünkü kendi hayatımda sürekli uzlaşmam gereken bir kavram. Işığa ya da aydınlanmaya ulaşmak için güç ve yaratıcılığa ihtiyaç olduğu hissi var bir yanda, ama bunun yanında bizi geriye çeken ve yenik düşüren, vazgeçme arzusu uyandıran bir karşı güç de mevcut. Sanırım ben, her gün bu ikisi ile mücadele ediyorum.

(Söyleşiye achievement.org adresinde mukim bir websitesinde rastladım, epey kapsamlı ve ilginç... Joyce Carol Oates, bu yıl da Nobel edebiyat ödülü almadı! Görselde Basquait; tepelerden yukarı koca kayalar yuvarlayan herkese selam olsun, kolay gelsin!)

6 Ekim 2011 Perşembe

İyi niyetler


Felekten bir gece çalmak, uzun zamandır altında bulunduğu yoğun baskıya küçük bir ara vermek Tim’e iyi gelmişti. Bazen sanki tek yaptığı endişelenmekmiş gibi geliyordu. Abby, Carrie, Allison, futbol takımı, Kilise, konut piyasası ve şimdi de Ruth... Son zamanlarda ne yana dönse herşeyi berbat ettiğini, düzeltmeye çalıştıkça işleri daha kötü hale soktuğunu ve insanları kızdırdığını söyleyen birinin nefesini sürekli ensesinde hissediyordu. Belli bir yere kadar yanlış yolda olduğunun farkındaydı –bunu inkar etmeye niyeti yoktu– fakat nerede yanlış yaptığını ya da işleri nasıl yoluna sokabileceğini her zaman doğru hesaplayamıyordu. O eski plak çalıyordu yine ve Tim yine eski Tim olmuştu: iyi niyetler kötü sonuçlar doğuruyordu. Hayatı hakkında gerçekten merak ettiği tek şey ilerleyen günlerde işlerin daha ne kadar kötüye gideceğiydi.


(Tom Perrotta, Yatak Odası Dersleri. Çevirenler: Banu Irmak, Hakan Toker. Perrotta, Yatak Odası Dersleri'nde bir Amerikan kasabasının dinamikleri çerçevesinde ülkesindeki “kültür” savaşlarını anlatıyor. Bir tarafta bir cinsel eğitim öğretmeni, diğer tarafta çeşitli badireler atlattıktan sonra dine dönen bir adam ve kasabayı etkisi altına alan yeni bir dini oluşum. Perrotta'nın bu senenin en iddialı kitapları arasına girme konusunda "iddialı" yeni romanı The Leftovers, taze taze mutfağımızda, önümüzdeki sene içinde yayımlanacak. Görsel, Ida Applebroog işlerinden biri.)

5 Ekim 2011 Çarşamba

Nevroz?

"Romancılar nevrozlarını kurgu yazarak köreltmeye çalışırlar. Ne olursa olsun ne yapıyorsak yapmayı ve bunun için yüce bahaneler uydurmayı sürdüreceğiz."

Güne Kurt Vonnegut'tan bir beyan ile başladık; Vonnegut, Jonathan Franzen'ın romancılık hakkında yazdığı makale Perchance to Dream: In an Age of Images, A Reason To Write Novels'a (Belki Hayal: İmgeler Çağında Roman Yazmak İçin bir Sebep) karşı savını yukarıdaki iddia ile ortaya koymuş. Bahis konusu makaleyi ve gelen cevapları yeni okudum; Franzen makaleyi yazdığı zaman henüz The Corrections yayımlanmamış, Oprah ile bir dargın-bir barışık ilişki modeli benimsenmemiş, sene: 1996. Vonnegut'un Franzen'a ayar verme girişimi üzerine bir başkası sahneye çıkıyor ve Franzen'ı destekliyor, sahne derken, bu kapışmanın geçtiği mecra Harper's dergisi. Franzen'a destek veren o diğer yazar, henüz kült mertebesine erişmemiş, genç bir David Foster Wallace:

"Bu (beyan) Vonnegut'u ağırbaşlı ve sevimli gösteriyor ama Franzen'ın dediklerine cevap olarak değerlendirilirse saçmalıktan ibaret. Vonnegut'un dedikleri doğru olsa kimseler roman okumazdı - Kim bir başkasının yalnızca nevrozunu köreltmek için yazdığı bir şeye saatler boyunca kafa patlatmak ister ki? (...) İyi sanat sihir gibidir; hem sanatçıyı hem de izleyeni büyüler. Bu sihrin nasıl işlediğini tanımlamak için uzun uzun tartışabiliriz ama işin özü sanatın iyisinin sihirli, değerli ve hoş olmasında yatar. İyi sanat yaratmak için uğraşmak güçtür ve bana kalırsa, iyi sanatçıların eserlerinin nasıl karşılanacağına dair kaygıları olması gayet makul. Franzen'ın "yüce bahaneler uydurmaktan" öte değer bilmeyen bir kültürel ortamda iyi sanat icra etmeye çalışmak hakkında dürüst ve içten bir tartışma ortaya koymasını cesurca buldum."

Bu, öyle kolay kolay çözümlenecek bir tartışma değil; yazar neden yazar, yazı ne işe yarar vs. vs. Tabiri caiz ise yukarıdaki yazarlardan farklı bir ligde oynayan Stephen King, 2000 tarihli metni On Writing'de, yazı yazma hadisesini telepatiye benzetiyor; yazar ölmüş dahi olsa, metnin iki zihin arasında köprüler kurmaya hizmet ettiğini söylüyor. Nevroz köreltme savına, bir de buradan yaklaşalım; kuşkusuz ki yazı, yazanın kendi şeytanlarıyla yüzleşmesine olanak tanıyor; sihir ya da telepati hususunda yorum yapmayacağım, ama edebiyatın nevroz köreltmekten ibaret olduğu iddiasına ben de katılmıyorum.

Stephen King demişken, King'in kült romanı The Shining'in devamını yazdığı açıklandı; Doktor Uyku adıyla anılan devam romanı, Shining karakteri Danny'nin 40 yaşında bir adam olarak bir akıl hastanesinde çalıştığı dönemde gelişiyor. Shining'in Kubrick tarafından yapılmış sinema uyarlamasını görmüşsünüzdür; King, bu uyarlamadan pek hoşlanmasa ve romana ihanet edildiğini düşünse de film, çağdaş sinemanın klasiklerinden biri. Türkçe dublajında Danny'nin aynaya yazılı Murder kelimesini Redrum olarak tersten okuduğu sahnede bunun dilimize Kızıl Şerbet olarak çevrildiğini hatırlıyorum; kült romanın kült filmine benzersiz bir katkı, algıda patlama...
Laf dağılmadan, bildiğiniz gibi Stephen King çok verimli bir yazar, aşağıdaki görselde 14 yaşındayken yazdığı bir öyküyü gönderdiği dergiye hitaben mektubunu görüyorsunuz; dergi, mektubu ve gönderilen öyküyü yazımından 30 yıl sonra yayımlama kararı almış. 14 yaşındaki Stephen King, kendini bildi bileli yazı yazdığını ve son birkaç yıldır öykülerini dergilere gönderdiğini belirtiyor mektubunda. Nevroz mu demiştik yazının başında? Tutku diye de bir şey var malumunuz; sadece bir bisküvi markası olduğu söylenemez. (Çağrışım fena şey; bunu yazarken geri planda çaldığını duyuyorum, Vefa İstanbul'da bir semt, şefkat bardaki sarışının adı...) Tutku...

4 Ekim 2011 Salı

Nobel'e doğru

Nobel bahisleri açıldı sayın okuyucu, Nobel edebiyat ödülü bu sene kime ve hangi ülkeye gidecek, çok yakında göreceğiz. Bahisler epey kızışmış durumda, bahisçilerin bu seneki güçlü adayı Adonis, İsveç'in Arap Baharı'na kayıtsız kalmayacağı ve senelerdir Nobel alması beklenen şairi bu yıl göreceği iddia ediliyor. Bir diğer kamp ise komitenin eğilimlerinin kestirilemezliğini temel ilke olarak benimsenmesinin gerektiğini ve yine beklenen hamleyi değil sürpriz yapacağını iddia ediyor. Ladbrokes'un bahis listesinde ibreler Adonis ve Tomas Tranströmer'i işaret ediyor; listede adaylar arasında her yıl anılan Haruki Murakami, Philip Roth, Don Delillo ve Joyce Carol Oates da bulunuyor. Ladbrokes'a göre Thomas Pynchon da favoriler arasında; bu arada Nobel edebiyat ödülü 1993 yılında Toni Morrison'dan bu yana bir Amerikalıya verilmiş değil, bu yıl da Amerika'ya gitmesi beklenmiyor. Blog yazarınız olarak kendi tahminlerimin asla tutmadığını bildiriyorum ve bu konuda görüş belirtmekten çekiniyorum; benim tahminlerim Booker'da tutuyor nedense, o da bir başka yazıya konu olsun. Tarihçesine baktığımızda Nobel'i alan en genç yazarın Rudyard Kipling olduğunu görüyoruz, Kipling, ödülü aldığında 42 yaşında; onu, ödülü aldıktan 3 yıl sonra hayatını kaybeden Albert Camus izliyor. Kipling'in Orman Kitabı'nı hatırlarsınız; ayrıca belirtmeli, Orman Kitabı önümüzdeki haftalarda blogumuzda bahis konusu olacak. Yazı, iyiden iyiye 'az sonra' tonuna kayıp muğlaklaşmadan önce sözü bağlayalım; ödülü alanlara takdim edilen nişanın üzerinde bir defne ağacının altında oturmuş yazı yazan bir erkek figürü var, karşısında bir kadın olarak resmedilmiş ilham perisi ayakta duruyor ve lirinin tellerine dokunuyor... Bunu gözünüzde canlandırdıysanız eğer şu bilgiyi de ekleyelim: 1901'den bu yana verilen ödül 107 yazara takdim edilmiş ve bunlardan, yalnızca 12'si kadın.

Aydınlık günler dileriz.

(Görselde, Fiona Banner'ın işlerinden biri: Every Word Unmade.)

3 Ekim 2011 Pazartesi

Naylon

Bir ayı daha devirdik, devirdik de ne oldu sevgili okuyucu, hayat devam ediyor; şairi anmaktan ötesi abes kaçacak, "Tarihe gömülen koca koca atlar, tarihe gömülür, o kadar."* Çok iç açıcı bir hafta geçirdik denemez, 30 Eylül Dünya Çeviri Günü'nde gelen Palahniuk'un Ölüm Pornosu'nun çevirmen ve yayıncısına 6 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açılması haberi, ironik denmeyecek denli üzücü. Neler olacağını göreceğiz; 2 sene önce ABD'de bir öğretmen Palahniuk'un Guts isimli öyküsünü (Tekinsiz adlı kitabında yer alır) derste öğrencilerine okuttuğu için işinden kovulmuş ve büyük bir yaygara kopmuştu diye hatırlıyorum - Palahniuk'un ve çevirmeni ile yayıncısının kaderinin bu topraklarda nasıl şekilleneceğini hep birlikte göreceğiz.

Haftanın önemli gelişmelerinden biri giderek güçlenen Amazon'un yeni tablet'i Fire'ı piyasaya sürmesi oldu. Fire'ın en cazip yanı, piyasadaki pek çok büyük şirketin öne sürdüğü benzerlerinden oldukça ucuz olması ve kitap okuma yanı sıra film izleme, vs. gibi olanaklar sunması.

Ateş adı verilen bu yeni icadı (!) bir kenara koyalım ve istemsiz çağrışımla ateşten yangına uzanarak söze Fahrenheit 451 ile devam edelim. Ray Bradbury, kitabın önsözünde metni bir kütüphane bodrumundaki daktilo odasında ("çıldırmış bir şempanze gibi tuşlara vurarak, içeri girip kitap raflarına koşarak, kitapları çekip sayfaları çevirerek, dünyanın en güzel poleni olan ve insanda edebi alerji yaratan kitap tozunu içine çekerek")yazdığını ve McCarthy döneminde yayımlatmak istediğinde pek çok engelle karşılaştığını söylüyor. Sansür ve baskının söz konusu olduğu o günlerin politik ikliminde kitabı dergisinde tefrika olarak yayımlamayı sonunda genç ve cesur bir editör kabul etmiş: Fahrenheit 451, böylelikle Hugh Hefner'ın Playboy'u sayesinde gün yüzüne çıkmış. İronik demek bu durum için de müsait değil - poşette satılan bir derginin sansürü eleştiren bir metni sahiplenmesi yerinde ancak.

"İşte şimdi kitaplardan neden nefret edilip korkulduğunu anlıyor musun? Onlar yaşamın yüzündeki gözenekleri gösterirler."** Şaire selam çakarak girdik madem, yine şairin sözleriyle kapatalım: "Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta, her şey naylondandı, o kadar."***
Her şeye rağmen, aydınlık günler dileklerimizle.

(*Acıyor, Turgut Uyar.** Fahrenheit 451, Ray Bradbury; çevirenler: Zerrin-Korkut Kayalıoğlu. *** Geyikli Gece, Turgut Uyar. Uyar'ın şiirleri Yapı Kredi tarafından yayımlanıyor.)