Her gün bir yerden göçmek ne iyi, her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş. Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım!
19 Ocak, 2011
take on me, norveçli mortan!
02 Temmuz, 2010
norveç fiyordları: göz zevkinde son nokta
Bergen'de bir gece konakladıktan sonra, kiralamak için zar zor araba bulup dünyanın en güzel fiyordlarından olan Naeroyfjord'u görmek üzere yola koyulduk.
Evin küçük kızı modunda, arabanın arka koltuğundaki yerimi almış, kendimi eğlemek için içimden şarkı söylemeye başlamıştım. Çocukken ailecek çıktığımız araba yolculuklarında babam bize marşlar söyletirdi. Yaslı gittim, şen geldim. Aç koynunu ben geldim. Bana bir yudum su veer, çok uzak yoldan geldim.
Yolda böyle şarkı türlü giderken biz, birden 'yakışıklı olduğu kadar seksi de olan' bir trafik polisi yolumuzu kesti. Yolun biraz ilerisindeki dağda çalışma varmış. Böyle ne olduğunu anlamadan biz, çayır çimen gezer iken oğooo oğoo, güümm diye bir ses duyuldu. Yandaki dağda dinamit patlatılmış. Dinamitin sebep olduğu dumanın aşama aşama bize yaklaşmasından mütevellit, kendi kendimize gereksiz bir heyecan yaptık, 'yakışıklı olduğu kadar seksi de olan' polis memuruna el sallayarak Nærøy, Aurland ve Sogne fiyordlarını gezmek için bineceğimiz ferry'nin kalktığı (bir taşla 3 kuş!) minik ötesi kasaba Gudvargen'e ulaştık.
Bölgenin en güzel, en dar ve dramatik fiyordlarından olan Nærøy, Aurland'in bir kolu. Fiyord boyunca eşsiz lezzette manzaralara şahit olduk. Bizi yalnız bırakmayan martılar ise manzaranın kaymağıydı.
Sogne'nin sonunda bizi bir sürpriz bekliyordu: Avrupa anakarasının en büyük buzulu Jostedalsbreen !!! Buzulun kolları (Briksdalsbreen, Nigardsbreen) yol boyunca karşımıza çıktı.
Bu Arjantin'deki Moreno Buzulu'ndan sonra gördüğüm 2. buzul oldu. "Hiç mi Sea World'e gitmediniz canıım?" sözlerinin** sahibi Abla Pansiyon derelere girdi, kayaları aştı, buzula elini değdirdi. Ne de olsa benim gözler daha önce buzul görmüş, şu eller daha önce buzula değmişti. Coolluğumu bozmadım (** Bu efsanevi sözler, yıllar önce bir Mavi Yolculuk sabahında denizde Carette Caretta gören coşkulu ekibin çıkardığı seslere uyanan sinirli Abla Pansiyon'un ağzından dökülüvermiş ve tarihe kazınmıştır. O gün bugündür birimiz ne zaman ilginç bir şey görse, grup arasında bu sözler tekrarlanır: "Hiç mi Sea World'e gitmedin canım?":))
Sogne bölgesindeki fiyordları gezdikten sonra Geirenger Fiyordu'nu görmek üzere kuzeye doğru yol aldık. Geceyi masallardan fırlamış gibi duran bir doğanın içinde, tesadüfen bulduğumuz bir dağ evinde geçirdik.
Ertesi sabah 1 günde bizim olmuş köyümüzü üzülerek terkettik. Böyle anların istisnasız sorusu "Sen böyle bir yerde yaşayabilir miydin?" elbette ki tartışıldı aramızda:) Yanıt veriyorum: Evet ben yaşardım!
Geirenger Fiyordu gördüğümüz fiyordlar içinde en beğendiğimiz oldu. Lonely Planet'ın mutlaka görün diye altını tekrar tekrar çizmesi boşuna değilmiş. Hava soğuk ve kapalıydı. Donmak pahasına güverteye oturup göz zevkinde son noktaya ulaştık.
Norveç'in diğer ünlü fiyordları:
- Sogne Fiyordu: Norveç'in en uzun ve en derin fiyordu (204 km ve ulaştığı max derinlik: 1308 metre). Fiyordların Kralı olarak geçiyor. 204 km uzunluğu ile dünyanın da en uzun 2. fiyordu.
Batı Norveç fiyordlarına nasıl gidebilirsiniz?
Ülkemizdeki acentaların gemi turlarından birini alabilirsiniz (TR'deyken pek pahalı gelen bu fiyatlar, Norveç'te gözünüze hiç de çok gelmiyor). Ülkeye gelen çoğu kişinin satın aldığı, ulaşımın tren/otobüs ve ferry'ler ile sağlandığı paket turlardan birini alabilirsiniz. Bergen'e kadar ulaştıysanız "dünyanın en güzel yolculuğu" olarak ünlenmiş Hurtigruten gemisine binip ülkenin kuzey doğusunda, Rusya sınırında yer alan Kirkenes'e (benim gidemediğim ama uçakta unuttuğum pasaportumun gittiği şehir) kadar gidebilirsiniz. "Bu fiyatlar bizi aşar ama oraları da görmezsem gözüm açık giderim" diyorsanız, Oslo-Bergen hattındaki kasaba Myrdal'da trenden inin, kalabalığı takip edin. Bir şekilde Nærøyfjord'e ulaşacağından eminim:)
30 Haziran, 2010
bergen: fiyordlara açılan kapı
Oslo'dan sonra dümenimizi, Norveç'in fiyordlara açılan kapısı Bergen'e kırdık.
Dünyanın en güzel tren rotalarından olduğu söylenen Oslo-Bergen hattında 7 saatlik keyifli bir tren yolculuğu geçirdik (Bilet 90 TL civarındaydı).
Zaman zaman camımıza yapışıp manzaraları içimize çektik, zaman zaman deklanşöre saldırdık, o büyülü anların bir kısmını yakalamayı denedik.
Arada kendimize döndük; müzik dinledik, kitap okuduk, içsel yolculuklara çıktık.
İstanbul havaalanında görüp heyecanla satın aldığım, Türkiye'nin en popüler blog yazarlarından PuCCa'nın ‘Küçük Aptalın Büyük Dünyası’ ismiyle yayınlanan kitabı vardı yanımda. Kişisel hikayesini anlatan PuCCa geçtiğim topraklara ve insanlarına benziyordu. Nefes kesen manzaraların ardında büyük mücadele gerektiren bir doğa... Keskin, alaycı veya eğlenceli satırların ardında, hayatta kalmaya çalışan yaralı ve savaşçı bir kadın vardı.
Yol boyunca inanılmaz derecede güzel kare aktı gözlerimizin önünden. Sonunda, 230 bin kişilik nüfusu ile ülkenin 2. büyük şehri olan Bergen'e ulaştık.
Bergen, Viking kralı Olav tarafından kuruluşundan beri neredeyse 10 asırı devirmiş, 7 tepeli bir rıhtım şehri. Norveç'in de eski başkentlerinden biri. Rıhtım bölgesindeki meşhur tarihi ahşap evler, Floyen Tepesi, balık pazarı, Fantoft Kütük Kilisesi kısa sürede görülebilecek, şehrin en turistik yerleri.
Ertesi 3 gün boyunca kiraladığımız araçla ülkenin kuzeyine Trondheim'e doğru yolculuğumuza devam ettik. Ülkenin en güzel fiyordlarını görebilmek, ölmeden önce yapılması gerekenler listesine bir çentik atabilmek için...
28 Haziran, 2010
oslo: kuzeyde bir güzel
Aylar öncesinden İst-Oslo gidiş, Helsinki-İst dönüş biletimizi aldık (488,00 TL). Seyahat bursu için yazdığım onca yazının gazıyla, Kuzey Avrupa'da 2 haftalık bir Eurorail yapmayı planladık. Bir süre sonra, maceranın ilk 5 gününe Abla Pansiyon da katılmak istediğini söyledi. 'Bütçesi dar sırtçantalı gezgin' modundan, 'arabayla, trenle, uçakla gezelim canım' fütursuzluğuna hızla evrildik.
19 Haziran sabahı, yeni Pansiyon'u ardımda bırakarak yola koyuldum. Oslo'ya vardığımızda vakit öğleni biraz geçmişti. Norveç gerçekleriyle ilk dakika tanıştık: Şehrin 50 km dışındaki havalanından otelimize taksi ile ulaşım için 1500 Norveç Kronu bedel istediler(4 NOK, 1 TL diyebiliriz kabaca)! Yuhh ve off çekerek, havalimanındaki kiralık araba şirketlerinin elinde kalmış 'tek' arabayı benzeri bir bedele kiralamanın (dünya ortalamasının 3 katı gibi bir fiyat!) daha makul olduğuna karar verdik. Yerkürenin en pahalı ülkelerinden olan Norveç'in fena can yakacağı ilk andan belli olmuştu. Yanan el ve yüreğimizi soğutmak için olsa gerek, Oslo Yağmur Tanrısı hemen bardağı boşalttı tepemizden. Yağış altında ve içinden haritanın çıkmadığı bir kiralık arabayla Norveç topraklarında Kuzey Avrupa macerasına başladık. (Fotoğraf Kraliyet Sarayı)
Ülkenin yarım milyon nüfuslu güzel başkentinde (Norveç popülasyonu 4.6 milyon) yol bulmak kolay oldu. Günün kalanında, şehrin tüm ana arterlerine girdik çıktık, kılavuz kitapta 'görülesi' olarak belirtilmiş bina, park ve caddeleri gezdik. Norveçli mimar Snohetta tarafından yapılan Opera ve Bale Binası'nın dış sahnesinde banttan yayınlanan bir operayı Oslolularla birlikte 'kısmi felç' geçirme pahasına seyrettik. Hava soğuk ve yağışlı (14-15 derece), opera ise bildiğiniz operaydı, hızla uzaklaşılası:)
Oslo'da görülmesi önerilen yerler: Munch Müzesi (ülkenin en ünlü ressamı Edvard Munch'ın eserleri sergileniyor. En ünlü eserlerinden olan 65 milyon Euro değerindeki Çığlık isimli tablosu çalınıp sonra tekrar bulunmuştu, belki hatırlarsınız), Vikeland Parkı (Heykeltraş Gustav Vigeland'ın neredeyse tüm yaşamı boyunca yaptığı heykeller ile donatılan bu park gerçekten çok çarpıcı. İnsanın doğumu ve ölümü arasında geçirdiği evreyi, anadan üryan insan heykelleri ile anlatmayan çalışan heykeltraş Türkiye'de yaşasa muhtemel taşlanırdı), Viking Gemi Müzesi ve Aker Brygge (Eski tersane, artık üzerindeki bar ve restoranlar ile şehrin en keyifli sosyalleşme mekanlarından biri olmuş).
Daha önce kuzey şehirlerinin meşhur beyaz gecelerine tanık olmamıştım. Oslo'da saat 23.00 sularında hava alacakaranlık tadına geldi, tamamen kararmadı, 2-3 saat içinde hava yeniden aydınlandı. Benim gibi ışık sever bir insan için günün en sevindirici gelişmesi buydu (Fotoğraf Aker Bridgge, saat 23:15'te).
Oslo umduğumdan fazlasını bulduğum, sanatın yaşamın içine sızdığı, güzel ve medeni bir Avrupa başkenti. Gezilesi, tozulası... Ama mevsimsel ve ekonomik koşulları yüzünden birkaç günden fazla kalınası ya da yaşanılası mı, ciddi şüpheliyim.