28 Ağustos 2024 Çarşamba

Özlem, Yas, An ve Anılar, İlkler...

Siz hiç çocuğunuzun kulağını özlediniz mi? Ya da kirpiklerini… Kucağıma yatırıp, “gözlerini kapa da kirpiklerini seveyim” dediğimde, kapardı o kocaman gülen gözlerini… Bende parmağımın ucuyla dokunup severdim görenlerin “rimel mi var?” diye sorduğu uzun kıvrık kirpiklerini…

Kayıpla başlayan yas sürecinde 5. haftayı tamamladım. Tabii bu şu demek: İren’ im 5 haftadır fiziken yok. “Fiziken yok” diyorum çünkü tüm varlığı ile yanımda olduğunu biliyorum. Bu çok derin bir his. Bir başkası anlatsa, “acısını hafifletmek için buna inanıyor” diyebileceğim türden bir şey. Ancak, süreci benimle yaşayan arkadaşlarımda onun varlığı ile ilgili “mesajlara” tanık olduğu için acımı hafifletmek için uydurmadığım şeyler olduğuna eminim. Bazen bir ses, bazen bir çiçek, bazen aniden duyduğum bir şarkı; evin her yerinden, kitaplarımın, cüzdanımın içinden çıkan daha önce yazmış olduğu onlarca anlamlı not, kuş tüyleri, omzumdaki his, evden ve kolumdaki tokasından dakikalarca gitmeyen kelebek, mezarındaki hep o mor kelebek ve rüyalar… Nedense, hep mor beyaz çiçekli rüyalar… İşin enteresan yanı, benim rüyama gelmediğinde mutlaka bu acıyı benimle yaşayan bir arkadaşımın rüyasında olması… Hani, “ölüm bile bizi ayıramaz” diye bir söz vardır ya bu öyle bir şey işte.

An ve anılarımızda hep var olmasına rağmen; “artık evde yok”, “buzdolabından ayran almayacak”, “ışığı açıyorsun ama odasında olmayacak biliyorsun” cümleleri ile aklına hükmetmeye çalıştığında, yüreğine asla söz geçiremediğin çaresiz bir çırpınış içinde buluyor insan kendini. Yas eşittir hiç bitmeyecek bir özlem benim için. Gün be gün artan sonsuz özlem… “Neden?” sorusundan sıyrıldığında, yokluğunu aklına kabul ettirdiğin zamanlar oluyor… Patlamalar yaşayıp ağlayarak kederini dışa vurabiliyor insan… Ama… Ama… Ama… Özlemenin sonu yok ve bu en zor kısmı yasın, yasımın. Sonu olmadığı gibi her gün de artan bir skalası var özlemin… O yüzden, yas eşittir başa çıkamadığın sonsuz özlem benim için. Çaresi elbet yok, güzel anılar ile hatırlayarak belki bu “yangına bir damla su” taşınabilir…

Anılar… Güzel anılar… İren’ le geçirdiğim “her an ve anılar” için kendimi çok şanslı hissediyorum… Bazı pişmanlıklarım var, pişman olunacak şeylerden sayarsanız… Mesela, bazı pazarlar baleden döndükten sonra onun yerine ben yorgun olurdum… Biraz uzanayım deyip uyuyakalırdım… Keşke diyorum uyumayıp onunla bir iki saat daha fazla vakit geçirseymişim… Ya da daha çok koynuma alıp, sarılıp, daha çok öpüp koklasaymışım.

Aslında, geçmişten çok gelecekte birlikte yaşayamayacaklarımıza, yapamayacaklarımıza üzülüyorum…

Biz her ilki beraber yaşadık. İlk tiyatro, ilk sinema, ilk konser, ilk tatil… Bunlar, benim eşlik ettiğim, İren’ in hayattaki ilkleriydi. Benimde onunla birlikte ilklerim oldu… Mesela, bir opera maceramız var… Bale resitali diye operaya bilet aldığımdan, 8 yaşındayken ilk operamızı birlikte izlemiştik… Tabii, İren gibi bir çocuktan ne beklenir? Devamı… Operalara, bale resitallerine, müzikallere gitmeye başlamak… Ah, sen! Sanata bu kadar ilgisi olan bir çocuk. Ah, sen! Spora, okumaya, etrafında olan biten her şeye merakı olan çocuk! Seni anlatmak için hangi usta kalem gerek? Daha önce gitmediğim şehirlere, tatmadığım lezzetlere, keşfetmediğim her şeye seninle beraber yolculuk etmek benim hayatımdaki en büyük ayrıcalık. 

“Her ilki birlikte yaşadığımız gibi bunu da birlikte yaşadık annecim” dediğim cümlelere bir yenisini daha ekledik işte 5 hafta önce. Bu en kötü “ilkimiz” oldu! Ben tüm bu acının, manasızlığın, çaresizliğin içinde seni hep “ilklerimiz” ile, paylaştığımız "eşsiz anlar" ile, "birlikte yazdığımız anılar" ve bana verdiğin "sonsuz sevginle" hatırlayacağım BALIM, BAL MELEĞİM…

19 Ağustos 2024 Pazartesi

Gelişi ve Gidişi Nadir Görülen Çocuk (Guillain Barre Sendromu)

Bloğun ilk yazısı "Anneliğe İlk Adım!" dan bir alıntı...

"Gelin görün ki, hayat her zaman insanın istediklerini sunmuyor... Bizim İren' e kavuşmamız uzun olduğu kadar sabır da gerektiren bir süreçti... 3 yıl bekledik onu... Evet, İren bir aşılama bebeği... Aşılama (IUI); spermle yumurtanın buluşma şansını arttırmak için yapılan ve yaklaşık 5 dakika kadar süren ağrısız, sancısız bir işlem. Diğer tedavi yöntemlerine göre daha ekonomik ancak başarı oranı %10-15 civarı. Şanslıyız ki, İREN, bu düşük orana rağmen, hayata tutundu, hatta öyle bir tutundu ki, bıraksan bi 9 ay daha kalırdı herhalde!"

Dünyaya gelişi düşük bir yüzdelik oranla olan Balım, 100.000' de bir görülen nadir hastalık "Guillain Barre Sendromu" sonucu dünyaya veda etti.

Guillain Barre Sendromu ile ilgili bilgiye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. 

https://www.iha.com.tr/istanbul-haberleri/guillain-barre-sendromunda-olum-orani-yuzde-4-7-civarinda-105882020

Sen; eşsiz, ender bulunan bir çocuksun... Bunu, doğduğun gün saçında olan parıltılardan, sol yanında olan 5 tane beninden ve doğum lekenden anlamıştık... Büyüme yolculuğunda yüreğinin güzelliği, yardımseverliğin, özürlerin ve teşekkürlerin, sonsuz sevgin, saygın, hakkaniyetin, ışıl ışıl gözlerin, her zaman gülen yüzün, etrafındakileri mutlu etme çaban, kendinden önce sevdiklerini düşünmen, hayat enerjin, vicdanın, gücün, hepimizin hayatına değdirdiğin sihirli değneğinle de gösterdin... 

Gelişin de gidişin de nadir görülen şekilde oldu... Tıpkı varlığın gibi...

15 Ağustos 2024 Perşembe

İren' im Melek Olmuş...


2018' den beri aktif kullanmadığım bloğumuza geri dönüyorum!

Burada, hep mutlu anları paylaşmışım çünkü bizim dünyamız sadece sevgi ve mutluluk üzerine kuruluydu. Ancak, John Lennon' un dediği gibi, "Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir!" Bende, tam 3 hafta önce, başımıza nelerin geldiği ile başlamak istiyorum.

İren, genelde kabızlık sorunu yaşayan bir çocuktu. Vefatından yaklaşık 1 hafta önce, 2 gün süren, dışkı sıklığında artış ve renginde değişiklik fark ettim. İnternete yazdığımda, safra ile ilgili sorunlar olabileceğini okuyunca; “dışkı rengi değişti diye doktora mı gidilir” cümlelerine rağmen; çocuk gastroenteroloji bölümüne randevu aldım. Randevu gününden önce, bir sabah, bir tatlı kaşığı kadar kan ile birlikte safra kusarak uyandı. Randevusunu öne alarak doktora gittik. Yapılan muayene sonucunda "gastrit" teşhisi kondu. Dışkısı normale döndüğü için korkulacak bir şey olmadığını söyledi doktor. Gastrit için verilen ilaçları kullanmaya ve beslenme şekline dikkat etmeye başladık, ancak 2 gün sonunda ilaçların fayda etmediğini görünce tekrar doktora gittik. Anneler bilirler ki, eğer bir ilaç 3 günde tesir etmiyorsa fayda sağlamayacak demektir. Doktor, bu kez ultrason, kan ve idrar tahlili istedi. Ultrasonda, böbreğinde biraz büyüme ve aşırı gaz dışında bir sorun çıkmadı. Kanda, referans aralığını aşmayan hafif bir enfeksiyon başlangıcı olduğu için antibiyotik başlandı. İren' in her zaman kullandığı ve fayda sağlayan ilaçlar olmasına rağmen yine 2 günün sonunda iyiye gidiş olmayınca ve evde akşam üzeri "elim uyuşuyor, buram sıkışıyor, (kalbi) deyince yine acile gittik. Benim aklıma, el uyuşması, kalbin sıkışması (gazdan olduğunu düşünsem de) ve kusma olunca kalp ile ilgili bir şey olabileceği geldi. Acilde, çocuk doktoru tarafından yapılan muayenede "gastrit" teşhisi tekrar kondu ve mide bulantısını önleyici serumlar yapıldı. Tekrar kan ve idrar tahlilleri alındı, yine aynı şekilde referans aralığını aşmayan bir enfeksiyon başlangıcı olabileceği düşünüldü. 

Serumdan sonra doktoru tekrar görüp, reçetemizi almak için beklerken doktorun doğuma girdiğini, beklememiz gerektiğini öğrendik. Yalan yok, içimden normal doğum değildir inşallah diye geçirdim çünkü bir an önce evimize gitmek istiyorduk. Bence, aslında her şey doktorun o doğuma girmesi ile kurgulanmaya başlandı.

Acilden çıkarken İren bir kez sendeleyerek düştü, koridorda yürürken tekrar ve doktorun odasına girdiğimizde tekrar. Hemen, nörolojik muayenesi yapıldı ve doktor, ertesi gün bazı tahliller için çağırabileceğini, git-gel yaparak çocuğu yormayarak, uygun görürsek hastanede kalabileceğimizi söyledi. Odaya alındık. Antibiyotik, mide koruyucu, bulantı önleyici serumlar verildi. İren, tuvalete kendi başına gitmeye zorlanmaya başladı. Kucakta taşıyarak ona yardımcı olduk. Bu arada, uykusuz geçirdiği 3. gecesi oluyordu. Evde, sık aralıklara uyanıyor, yatak odası ve salon arasında yer değiştirerek tüm geceyi geçiriyorduk. Hastanede de aynı şekilde, 10-15 dk. da bir uyanarak, o çok kıymetli cümleyi söylüyordu: “Annecim seni çok seviyorum.”

Şimdi düşününce, gözleri tam kapanmadan derin uykuya dalamıyordu, vardı bir sebebi, hissetmiş olabilir miydi?

Sabah, 7.30 gibi doktor gelerek muayenesini yaptı. Nörolojik bir şey olmadığını düşünerek, nöbetinin bittiğini, diğer doktorun bizimle ilgileneceğini söyledi. Evet, gerçekten gözümüzün önünde ona söylenen tüm hareketleri yaptı. Sadece, bacağı yukarı kaldırıldığında tutamıyordu. Bunu da halsizliğine verdi doktor, bende aynı şeyi düşündüm. Öğlen gelen doktor bacağı yukarda tutamadığını görünce MR istedi. O saniyeden sonra, bende koptu her şey çünkü normal bir kusma veya enfeksiyon ile daha önce hastaneye gittiğimizde hiç MR istenmemişti. Doktora neden şüphelendiğini sorduğumda beyninde tümör olabileceğini veya nörolojik bir durum olduğunu söyledi. Ve o lanet hastalığın adını ilk kez orda duydum, hatta adını anlamadım bile. Hangisi olursa olsun, tedavisi olduğunu, merak etmemem gerektiği söylendi. İlaçlı MR’ a alındı. İlk kez, tek başına hem de MR gibi korkutucu bir şeye girdiğinde ve normal bir süreç yaşamadığımızın verdiği farkındalık ve kaygıyla, İren MR’ dan çıkana kadar haykıra haykıra ağladım. Beyinle ilgili ihtimali düşünerek beyin cerrahı da aramaya başlamıştık. Sonuç çıktığında beyninde su olduğu ve ameliyat olması gerektiğini söyledi çocuk doktoru, fakat kendi uzmanlığı olmadığı için beyin cerrahından konsültasyon istedi ve beyin cerrahı bu suyun doğuştan veya geçirdiği bir travma sonrası (düşme vb.) olabileceğini, ayağını havada tutamamasının bununla ilgili olmadığını söyledi. Bazen, çocuk hastalarda “basının” görünmediğini, bu durumu ekarte edebilmek için göz ile ilgili bakılması gereken bir şey olduğunu söyleyerek göz doktoruna yönlendirdi. Beyin cerrahı da muayene etmek için İren’ in yanına geldi. MR ile beyin cerrahının gelmesi arasında yaklaşık 45 dk. zaman geçti, ve bu muayenede, İren 45 dk. önce kaldırabildiği kolunu tamamen yukarı kaldıramadı. Poliklinik saati devam ettiği için hemen göze indik ve temiz çıktı. O kadar rahatlamıştım ki, annemle birbirimize sarılarak sevinçten ağladık. Beyinle ilgili bir durum yoktu. 

Akabinde bizi hemen EMG çekimine (kasların ve sinir hücrelerinin organlara yayılan elektrik sinyallerine ne kadar iyi yanıt verdiğini ölçen bir tanı yöntemi) aldılar. Canım, “neden ağlıyorsun, seni çok yordum özür dilerim” dedi bana. İren, sen öyle özel bir çocuksun ki… Senin kadar özür dileyip, teşekkür eden kimseyi tanımadım hayatımda. EMG çekilirken, daha çok başında, Guillain Barre teşhisi konuldu. Hızlı ilerlediği için 15 dk. nın bile önemli olduğunu, çocuk nöroloji ve çocuk yoğun bakımın birlikte olduğu bir hastanede tedaviye başlanması gerektiğini söylediler. Hastane, hem 112’ den, hem oradaki doktorların tanıdıkları aracılığıyla devlet/özel fark etmeksizin çocuk nöroloji ve çocuk yoğun bakımın birlikte olduğu bir hastane ve boş yatak aramaya başladılar. Bende, hemen eski bir velimden yardım istedim ve 112’ den önce velimin yardımıyla 15-20 dk. içinde Cerrahpaşa’ dan ek yatak açacakları haberini aldım. Aynı anda, Çapa ve Aydın Üniversitesinden de haber gelince sevindik üç hastanede birden yer bulduğumuza. Hatta, doktorumuz, seçme şansımız olduğu için Cerrahpaşa’ yı önerdi. Transfer için 112’ den ambulans beklemeye başladık. Bu arada, tüm evraklar, epikrizler, görüntüler bankodan toplanırken, annemlerde eşyalarımızı toplayıp Cerrahpaşa’ da bizi karşılamak için yola çıktı. Ambulans transfer için 3-4 saat sonra geleceğini söyleyince, özel ambulans bulduk. Ben bu arada, biz ne yaşıyoruz, bu nasıl bir gün diye düşünüp durdum. Cerrahpaşa’ da alınacak İvig tedavisinin 4-5 gün süreceği, sonrasında bakımın evde olacağını duyduğumda, 5 gün sonra iyileşecek diye düşünerek sağlıkla evimize gidelim diye adak adadım.

Odada özel ambulansı beklerken, İren’ i yoğun bakım sürecine hazırlamak için, beni yanına refakatçi olarak alamayacaklarını, merak etmemesini, hastane bahçesinde bekleyeceğimi ve ne zaman çağırırsa geleceğimi söyledim. Bana, “diğerleri (annem, babam, babası) gitsin ama sen benim yanımda ol” dedi. Sonra, tuvaleti geldi ve tuvalete götürdük. Yatağına koyduğumuzda, ben ellerimi yıkamaya gittim. “İren, İren” diye kaygı dolu bir ses duyup çıktığımda, o son kare, son 2 nefes ile karşılaştım. Kendimi koridora atıp doktor diye bağırmam, herkes odaya koşarken, duvar dibine çöküp haykırmam ve sonrasında diğer hasta yakınlarının beni oradan uzaklaştırması…

Asansörün yakınında bir yere oturttular beni… “9. kat 917 numaralı oda. Mavi kod: çocuk” kulaklarımdan halen gitmeyen ses oldu! Cesaret edip, yanına giremedim… Yani, İren’ in güçlü annesinin gücü kalmamıştı artık.

Sonrası, bir film sahnesi gibi… Ellerinde tüplerle, şırıngalarla ve bilmediğim malzemelerle koşan insanlar… asansörden inen onlarca doktor, hemşire… Herkes bir yana koşuyor… Koridordan, babasının sesini duyuyorum… “15 dk oldu geri gelmedi”, “25 dk oldu geri gelmedi”, “35 dk oldu geri gelmedi”… “40 dk oldu geri gelmedi” cümlesinden sonra artık her şeyin bittiğini, reanimasyon işlemenin bir fayda etmeyeceğini anlasam da yine de bir umut ve konduramamak… O çaresizlikle yaklaşık 1 saat boyunca tek yapabildiğim elime koluma bağladıkları aletlerle “Allah’ ım yardım et!” diye haykırmak oldu.

Bu arada, Cerrahpaşa’ ya doğru yol alan annem arıyor, açamıyorum, ne diyeceğim?! Babasından ulaşarak durumu öğrenip canlandırma işlemenin sonuna yetiştiler. Her birimiz 9. katın ayrı bir köşesinde çığlık çığlığa ağlıyoruz…

Sonrasında odadan çıkan insanların benimle göz göze gelmekten kaçınmasından, bazılarının ısrarla beni sakinleştirici vermek için acile almak istemesinden ve en son kendi doktorumuzun gözyaşları ile bana doğru gelmesinden anladım her şeyi…

-            “Kaybettik, başınız sağolsun…”

-            “Normalde, 45 dk. sürer ancak 70 dk. denedik…”

-            “70 değil, 80 deneyin, 24 saat deneyin…”

-            “Bununla yüzleşmeniz gerek…”

917 no’ lu odadayım… İren’ im melek olmuş…