2018' den beri aktif kullanmadığım bloğumuza geri dönüyorum!
Burada, hep mutlu anları paylaşmışım çünkü bizim dünyamız
sadece sevgi ve mutluluk üzerine kuruluydu. Ancak, John Lennon' un dediği gibi,
"Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir!" Bende,
tam 3 hafta önce, başımıza nelerin geldiği ile başlamak istiyorum.
İren, genelde kabızlık sorunu yaşayan bir çocuktu. Vefatından yaklaşık 1 hafta önce, 2 gün süren, dışkı sıklığında artış ve
renginde değişiklik fark ettim. İnternete yazdığımda, safra ile ilgili sorunlar
olabileceğini okuyunca; “dışkı rengi değişti diye doktora mı gidilir”
cümlelerine rağmen; çocuk gastroenteroloji bölümüne randevu aldım. Randevu
gününden önce, bir sabah, bir tatlı kaşığı kadar kan ile birlikte safra kusarak
uyandı. Randevusunu öne alarak doktora gittik. Yapılan muayene sonucunda
"gastrit" teşhisi kondu. Dışkısı normale döndüğü için korkulacak bir
şey olmadığını söyledi doktor. Gastrit için verilen ilaçları kullanmaya ve
beslenme şekline dikkat etmeye başladık, ancak 2 gün sonunda ilaçların fayda
etmediğini görünce tekrar doktora gittik. Anneler bilirler ki, eğer bir ilaç 3
günde tesir etmiyorsa fayda sağlamayacak demektir. Doktor, bu kez ultrason, kan
ve idrar tahlili istedi. Ultrasonda, böbreğinde biraz büyüme ve aşırı gaz
dışında bir sorun çıkmadı. Kanda, referans aralığını aşmayan hafif bir
enfeksiyon başlangıcı olduğu için antibiyotik başlandı. İren' in her zaman
kullandığı ve fayda sağlayan ilaçlar olmasına rağmen yine 2 günün sonunda iyiye
gidiş olmayınca ve evde akşam üzeri "elim uyuşuyor, buram sıkışıyor,
(kalbi) deyince yine acile gittik. Benim aklıma, el uyuşması, kalbin sıkışması
(gazdan olduğunu düşünsem de) ve kusma olunca kalp ile ilgili bir şey olabileceği geldi.
Acilde, çocuk doktoru tarafından yapılan muayenede "gastrit" teşhisi
tekrar kondu ve mide bulantısını önleyici serumlar yapıldı. Tekrar kan ve idrar
tahlilleri alındı, yine aynı şekilde referans aralığını aşmayan bir enfeksiyon
başlangıcı olabileceği düşünüldü.
Serumdan sonra doktoru tekrar görüp, reçetemizi almak için beklerken
doktorun doğuma girdiğini, beklememiz gerektiğini öğrendik. Yalan yok, içimden
normal doğum değildir inşallah diye geçirdim çünkü bir an önce evimize gitmek
istiyorduk. Bence, aslında her şey doktorun o doğuma girmesi ile kurgulanmaya
başlandı.
Acilden çıkarken İren bir kez sendeleyerek düştü, koridorda
yürürken tekrar ve doktorun odasına girdiğimizde tekrar. Hemen, nörolojik muayenesi
yapıldı ve doktor, ertesi gün bazı tahliller için çağırabileceğini, git-gel yaparak çocuğu yormayarak, uygun görürsek hastanede
kalabileceğimizi söyledi. Odaya alındık. Antibiyotik, mide koruyucu, bulantı
önleyici serumlar verildi. İren, tuvalete kendi başına gitmeye zorlanmaya
başladı. Kucakta taşıyarak ona yardımcı olduk. Bu arada, uykusuz
geçirdiği 3. gecesi oluyordu. Evde, sık aralıklara uyanıyor, yatak odası ve
salon arasında yer değiştirerek tüm geceyi geçiriyorduk. Hastanede de aynı
şekilde, 10-15 dk. da bir uyanarak, o çok kıymetli cümleyi söylüyordu: “Annecim
seni çok seviyorum.”
Şimdi düşününce, gözleri tam kapanmadan derin uykuya
dalamıyordu, vardı bir sebebi, hissetmiş olabilir miydi?
Sabah, 7.30 gibi doktor gelerek muayenesini yaptı. Nörolojik
bir şey olmadığını düşünerek, nöbetinin bittiğini, diğer doktorun bizimle
ilgileneceğini söyledi. Evet, gerçekten gözümüzün önünde ona söylenen tüm
hareketleri yaptı. Sadece, bacağı yukarı kaldırıldığında tutamıyordu. Bunu da halsizliğine
verdi doktor, bende aynı şeyi düşündüm. Öğlen gelen doktor bacağı yukarda
tutamadığını görünce MR istedi. O saniyeden sonra, bende koptu her şey çünkü
normal bir kusma veya enfeksiyon ile daha önce hastaneye gittiğimizde hiç MR
istenmemişti. Doktora neden şüphelendiğini sorduğumda beyninde tümör
olabileceğini veya nörolojik bir durum olduğunu söyledi. Ve o lanet hastalığın
adını ilk kez orda duydum, hatta adını anlamadım bile. Hangisi olursa olsun,
tedavisi olduğunu, merak etmemem gerektiği söylendi. İlaçlı MR’ a alındı. İlk kez,
tek başına hem de MR gibi korkutucu bir şeye girdiğinde ve normal bir süreç
yaşamadığımızın verdiği farkındalık ve kaygıyla, İren MR’ dan çıkana kadar haykıra haykıra
ağladım. Beyinle ilgili ihtimali düşünerek beyin cerrahı da aramaya başlamıştık.
Sonuç çıktığında beyninde su olduğu ve ameliyat olması gerektiğini söyledi
çocuk doktoru, fakat kendi uzmanlığı olmadığı için beyin cerrahından
konsültasyon istedi ve beyin cerrahı bu suyun doğuştan veya geçirdiği bir
travma sonrası (düşme vb.) olabileceğini, ayağını havada tutamamasının bununla
ilgili olmadığını söyledi. Bazen, çocuk hastalarda “basının” görünmediğini, bu
durumu ekarte edebilmek için göz ile ilgili bakılması gereken bir şey olduğunu
söyleyerek göz doktoruna yönlendirdi. Beyin cerrahı da muayene etmek için İren’
in yanına geldi. MR ile beyin cerrahının gelmesi arasında yaklaşık 45 dk. zaman
geçti, ve bu muayenede, İren 45 dk. önce kaldırabildiği kolunu tamamen yukarı
kaldıramadı. Poliklinik saati devam ettiği için hemen göze indik ve temiz çıktı.
O kadar rahatlamıştım ki, annemle birbirimize sarılarak sevinçten ağladık. Beyinle
ilgili bir durum yoktu.
Akabinde bizi hemen EMG çekimine (kasların ve sinir
hücrelerinin organlara yayılan elektrik sinyallerine ne kadar iyi yanıt
verdiğini ölçen bir tanı yöntemi) aldılar. Canım, “neden ağlıyorsun, seni
çok yordum özür dilerim” dedi bana. İren, sen öyle özel bir çocuksun ki… Senin
kadar özür dileyip, teşekkür eden kimseyi tanımadım hayatımda. EMG
çekilirken, daha çok başında, Guillain Barre teşhisi konuldu. Hızlı ilerlediği
için 15 dk. nın bile önemli olduğunu, çocuk nöroloji ve çocuk yoğun bakımın birlikte
olduğu bir hastanede tedaviye başlanması gerektiğini söylediler. Hastane, hem
112’ den, hem oradaki doktorların tanıdıkları aracılığıyla devlet/özel fark
etmeksizin çocuk nöroloji ve çocuk yoğun bakımın birlikte olduğu bir hastane ve
boş yatak aramaya başladılar. Bende, hemen eski bir velimden yardım istedim ve
112’ den önce velimin yardımıyla 15-20 dk. içinde Cerrahpaşa’ dan ek yatak
açacakları haberini aldım. Aynı anda, Çapa ve Aydın Üniversitesinden de haber
gelince sevindik üç hastanede birden yer bulduğumuza. Hatta, doktorumuz, seçme
şansımız olduğu için Cerrahpaşa’ yı önerdi. Transfer için 112’ den ambulans
beklemeye başladık. Bu arada, tüm evraklar, epikrizler, görüntüler bankodan
toplanırken, annemlerde eşyalarımızı toplayıp Cerrahpaşa’ da bizi karşılamak
için yola çıktı. Ambulans transfer için 3-4 saat sonra geleceğini söyleyince,
özel ambulans bulduk. Ben bu arada, biz ne yaşıyoruz, bu nasıl bir gün diye
düşünüp durdum. Cerrahpaşa’ da alınacak İvig tedavisinin 4-5 gün süreceği,
sonrasında bakımın evde olacağını duyduğumda, 5 gün sonra iyileşecek diye düşünerek
sağlıkla evimize gidelim diye adak adadım.
Odada özel ambulansı beklerken, İren’ i yoğun bakım sürecine
hazırlamak için, beni yanına refakatçi olarak alamayacaklarını, merak etmemesini,
hastane bahçesinde bekleyeceğimi ve ne zaman çağırırsa geleceğimi söyledim. Bana,
“diğerleri (annem, babam, babası) gitsin ama sen benim yanımda ol” dedi. Sonra,
tuvaleti geldi ve tuvalete götürdük. Yatağına koyduğumuzda, ben ellerimi
yıkamaya gittim. “İren, İren” diye kaygı dolu bir ses duyup çıktığımda, o son
kare, son 2 nefes ile karşılaştım. Kendimi koridora atıp doktor diye bağırmam,
herkes odaya koşarken, duvar dibine çöküp haykırmam ve sonrasında diğer hasta
yakınlarının beni oradan uzaklaştırması…
Asansörün yakınında bir yere oturttular beni… “9. kat 917
numaralı oda. Mavi kod: çocuk” kulaklarımdan halen gitmeyen ses oldu! Cesaret
edip, yanına giremedim… Yani, İren’ in güçlü annesinin gücü kalmamıştı artık.
Sonrası, bir film sahnesi gibi… Ellerinde tüplerle,
şırıngalarla ve bilmediğim malzemelerle koşan insanlar… asansörden inen onlarca
doktor, hemşire… Herkes bir yana koşuyor… Koridordan, babasının sesini
duyuyorum… “15 dk oldu geri gelmedi”, “25 dk oldu geri gelmedi”, “35 dk oldu
geri gelmedi”… “40 dk oldu geri gelmedi” cümlesinden sonra artık her şeyin
bittiğini, reanimasyon işlemenin bir fayda etmeyeceğini anlasam da yine de bir
umut ve konduramamak… O çaresizlikle yaklaşık 1 saat boyunca tek yapabildiğim
elime koluma bağladıkları aletlerle “Allah’ ım yardım et!” diye haykırmak oldu.
Bu arada, Cerrahpaşa’ ya doğru yol alan annem arıyor,
açamıyorum, ne diyeceğim?! Babasından ulaşarak durumu öğrenip canlandırma
işlemenin sonuna yetiştiler. Her birimiz 9. katın ayrı bir köşesinde çığlık
çığlığa ağlıyoruz…
Sonrasında odadan çıkan insanların benimle göz göze gelmekten
kaçınmasından, bazılarının ısrarla beni sakinleştirici vermek için acile almak istemesinden
ve en son kendi doktorumuzun gözyaşları ile bana doğru gelmesinden anladım her
şeyi…
-
“Kaybettik, başınız sağolsun…”
-
“Normalde, 45 dk. sürer ancak 70 dk. denedik…”
-
“70 değil, 80 deneyin, 24 saat deneyin…”
-
“Bununla yüzleşmeniz gerek…”
917 no’ lu odadayım… İren’ im melek olmuş…