İngiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İngiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Kasım 30, 2018

Londra’da yemek için öneriler

Ne yesek diye insanın aklını başından alacak, sırf dünya yemeklerini tatmak için bile gitmeyi isteyebileceğiniz bir şehir.
Her bütçeye, her damak zevkine göre mutlaka bir şeyler bulabilirsiniz, inanın aç kalmanız mümkün değil.
Şimdi önce hesaplı ve pratik seçeneklerle başlayalım, sonra çıtayı biraz yükseltiriz. Kahvaltı ve öğle yemeklerinde biz gezerken genelde yemeğe pek para ve zaman harcamak yerine tüm günün yorgunluğu üzerine bir restorana gidip keyifle yavaş yavaş yemeyi tercih ediyoruz.

Hesaplı:
-      Marketler:
·      Tesco, Sainsbury’s, Waitrose, M&S, Morrisons:
·      Büyük market zincirlerinin paketöğle yemeği için çok geniş reyonları mevcut
·      Paketli ana yemek (sandviç, makarna, salata, suşi vs) içecek, cips şeklinde hesaplı menüleri iyi bir alternatif oluyor.
·      Paketli yemeye hazır meyve de bulmak mümkün
·      M&S hariç diğerlerinde oturup yeme alanı bulunmuyor.
·      Bazı büyük M&S’lerde kafe var, menüden sipariş edebilirsiniz.
·      Daha da hesaplı olsun derseniz o gün son kullanım tarihi olan sandviçler günün sonunda indirime giriyor, genellikle popüler olan çeşitler gün içinde tükenmiş oluyor ama çok aceleniz var ve çok acıktıysanız değerlendirebilirsiniz

-      Kahve Zincileri:
·      Starbucks, Costa Coffee, Pret A Manger
·      Benim favorim ve aralarında bence açık ara en iyisi Pret A Manger
·      Çok yaygın kafe ve hazır yemek zinciri, hemen hemen her bölgede bulabilirsiniz.
·      Çalışanları hep güler yüzlü
·      Filtre kahvesi çok lezzetli ve çok taze
·      Telefon, laptop şarj edebileceğiniz oturma alanları mevcut
·      Sandviçler, salatalar ve paket yemekler günlük hazırlanıyor
·      Oturarak yeme ile alıp götürme arasında fiyat farkı düşük
·      Tuvaletleri tertemiz

-      Gail’s Bakery:
·      Diğerlerinden hesap çıtası yukarıda.
·      Gün içinde çok yorulduğunuz, biraz dinlenip kendimi şımartayım diyebileceğiniz bir mekan.
·      Şehrin farklı noktalarında yerleri mevcut, ama benim favorim Portobello Road’daki.
·      Özellikle Cumartesi sabahları antika/vintage marketini dolaştıktan sonra tam yola bakan bar masaya oturup kahve içmek ayrı bir keyif.
·      Aslında ekmek üzerine uzmanlaşmış olmalarına rağmen inanılmaz lezzetli kurabiye ve sandviçleri vardır.
·      Bu tarz diğer tüm mekanlarda olduğu gibi burada da oturup yeme ile paket alma arasında fiyat farkı var.
·      Mozarella ve pesto soslu ekşi ekmekli sandviç ile kuru üzümlü kurabiye ısrarla tavsiye edilir.  

-      Sokak Lezzetleri (Street Food)
·      Londra’nın olmazsa olmazı
·      En iyi yeri Camden Market kesinlikle, yok yok yani, tok gitseniz de gözünüz dönebilir. Haftanın her günü açık.
·      Camden Market’te bir çok hediyelik eşya satan stand var, Londra’nın diğer yerlerine göre daha hesaplı, gitmişken bu işi de aradan çıkartabilirsiniz. Nehir kıyısında yürümeyi de atlamayın
·      Ama şehrin içinde muhtelif günlerde farklı mekanlarda da böyle lezzetler tadabilirsiniz.
·      Örneğin Borough Market, Portobello Road, Old Spitalfields, Greenwich Market, Flat Iron Square… Hangi gün nerede var diye internetten bakmanızı öneririm.

Keyifli:

-      Nandos:
·      Tavuk üzerine uzmanlaşmış Portekiz restoranı
·      Gün içinde de akşamları da gidilebilecek hoş bir mekan
·      Çocuklar için boyama kağıdı ve kalem kutusu getiriyorlar
·      Acı seviyesi farklı değişik sosları var
·      Tavuğa eşlik edecek salata, patates, haşlanmış mısır, baharatlı pilav, lahana salatası gibi ek lezzetler de menüde yer alıyor
·      Tatlı menüsünden geleneksel Portekiz tatlısı Natas’ı denemelisiniz
·      Akşam gidecekseniz rezervasyon için aramanızı öneririz

-      Zizzie
·      Hem gündüz hem akşam keyifle oturabileceğiniz İtalyan restoranı
·      Pizzaları da makarnaları da çok lezzetli
·      Gün içinde de akşamları da gidilebilecek hoş bir mekan
·      Çocuklar için boyama kağıdı ve kalem kutusu getiriyorlar
·      Akşam gidecekseniz rezervasyon için aramanızı öneririz

-      Flat Iron
·      Akşam ya da akşam üstüne uygun keyifli bir et restoranı
·      Eti ve yanında gelen mezeleri çok lezzetli, az ve öz menüsü var
·      Yemeğinizi beklerken önden gelen patlamış mısır çocukların sabretmesine yardımcı oluyor
·      Biz bir cuma akşam üstü gitmek gibi bir hataya düştük inanılmaz sıra vardı, 30 dakika kadar sıra bekledikten sonra kendimizi bekleyenler sırasına yazdırabildik.
·      Kapıdaki görevli bize 50-60 dakika sonra bizi yer için arayacaklarını söyledi, bu kadar bekleme süresine rağmen kimse de vazgeçmedi açıkçası.
·      Covent Garden’a çok yakın olduğu için telefon numaramızı bırakıp meydanda gösteri yapanları izleyerek keyifle sıranın bize gelmesini bekledik.
·      Gerçekten de 45 dakika sonra bizi aradılar, gittiğimizde masamız hazırdı
·      Uzun uzun oturmaya uygun bir mekan değil, hesabınızı ödeyip çıkarken külahta 1 top dondurma ikram ediyorlar, bizimkilerin de talibi tabii ki çocuklar J

-      Wahaca
·      Değişik ülke tatları deneyelim diyorsanız bu sevimli Meksika restoranı tam size göre.
·      Menüde kahvaltı da var, ama bence öğlen ya da akşam üstüne uygun
·      Çocuk menüsü var, boyama kağıdı ve kalemi getiriyorlar
·      Yeni tatlar deneme konusunda bazen çocuklar istekli olmayabiliyor o nedenle menüden en peynirli tost havasında olan favorileri
·      Veee tabii ki kapanış mutlaka Churros dedikleri hamur kızarmasını çikolata sosuna banarak yapılmalı
·      Churros’u tulumba tatlısını ya da İzmir lokmasını şerbet yerine çikolata sosu ile yemeye benzetebiliriz

-      John Lewis Yemek Alanı
·      Oxford Caddesi üzerindeki John Lewis çok katlı alışveriş mağazasının en üst katında selfservis geniş alanlı bir restoran
·      Kahve, çay, çocuk menüsü, sıcak yemek, sandviç, kek, pasta gibi geniş seçenekleri var
·      Etraftaki müzeleri gezip, bir de üzerine alışveriş yaptıktan sonra acil soluklanayım, çocuklar biraz dinlensin, hızlı bir şeyler atıştıralım, masa bulma derdi olmasın, telefonumu şarj ederken bir kahve içeyim, bir sonraki adımda nereyi gezeceğiz dinlenirken haritadan bakayım başlıklarına en uygun mekan.
·      Kalabalık gibi de olsa mekan büyük olduğu için illa ki yer buluyorsunuz.

-       Yo! Sushi, Wasabi suşi restoranları
·      Damak tadınıza uyarsa suşi de iyi bir paket servis ya da hızlı atıştırma alternatifi
·      Çiğ balık olmasın derseniz, sadece salatalıklı veya avokadolu çeşitler de var
·      İçeride oturup yeme ile paket servis arasında fiyat farkı var
·      Yo!Sushi’nin ortasında üzerinde yemeklerin olduğu bir bant dönüyor, menüden sipariş verebileceğiniz gibi oradan seçip alıp yiyebilirsiniz. Fiyatlarına göre kaselerin renkleri ayrı, hesabı öderken garson buna toplam tutarı buluyor.

Özel

-       Jamie Oliver
·      Olay yemeğin kendisi değil, öyle büyük bir heyecanla ve tutku ile yemek yapıyor ki seyirci olarak o heyecanı siz de hissediyorsunuz. O kadar yol geldikten sonra bir Jamie Oliver yemeği mutlaka denenmeli. Evet tabii tüm yemekleri kendi pişirmiyor, ama menü onun bakış açısına göre hazırlanıyor.
·      Şehir içinde farklı noktalarda restoranları var, gündüz ya da akşam tercih edebilirsiniz.
·      Biz genelde akşamlar uzun oturmak için tercih ettik
·      Çocuklar için menü, boyama kağıdı, kalemi mevcut.
·      Yemekleri çok lezzetli, her şey taze malzeme ile yapıldığını fark edebiliyorsunuz.

-       Burger&Lobster ya da Big Easy BQ & Lobster
·      Bu iki restoran ıstakoz sebebi ile pek ünlü. Hele ilkine Türk blog sayfalarına yeterince yorum bulabilirsiniz.
·      Biz ikincisine gittik, pazar öğleden sonra uzun sohbet için uygun bir mekan
·      Çok kalabalık olabiliyor, mutlaka önceden rezervasyon yaptırılmalı
·      Çocuklara uygun menü var
·      Istakoz dışında et alternatifleri de mevcut
·      Özel hafta sonu paketleri var, çocuklar ücretsiz olabiliyor, gitmeden önce güncel durumu kontrol etmenizde fayda var
·      Gündüz içine uygun express menüler var, ayıklanmış ıstakoz şile hazırlanmış dürümü tavsiye ederim

-       Arang Kore restoranı
·      Yine değişik ne yesek diye dolaşırken keşfettiğimiz bir mekan, öğle ya da akşam yemekleri için uygun.
·      Menüyü anlamakta hayli zorlandık
·      Bize servis yapan bayan için bu durum olağan geldi, hemen neler seçebileceğimiz konusunda yönlendirdi.
·      Bazı yemekleri nasıl yememiz gerektiği konusunda da bilgi verdi
·      Masanın ortasında üzerinde baca olan bir ızgara var, etinizi kendiniz yavaş yavaş pişirip yiyebiliyorsunuz
·      Hiç korkmayın üstünüz başınız hiç kokmuyor.
·      Biz eşimle tatları pek beğendik, ama çocuklar değişik tatlar açısından burada biraz zorlandılar

Bu kadar yer önerisinden sonra eee hani Fish&Chips diyebilirsiniz. Özel bir yer yazmak aklıma gelmedi, bir çok yerde denk gelebilirsiniz. Kızartma ve çok yağlı olmasından dolayı bizim pek ilk tercihimiz olamadı. Çocuklar genelde dış kaplamasını sıyırıp içindeki balık etini yemeği tercih etti. İngilizler üzerine sirke döküp yemeyi seviyorlar, illa ki denemek istiyorsanız büyük restoranlar yerine ara sokaklardaki butik yerleri tercih etmelisiniz. Zaten ayak üstü yemek kültüründen çıkmış bir yemek türü.

Canımız çok Türk yemeği çektik, off şöyle bir adana dürüm olsa, bol fıstıklı bir baklava yesek diye içinizden geçiyorsa kesinlikle Harringay'deki Antepliler diyorum.

Bu mekanlara gideceklere şimdiden afiyet şeker bal olsun!

Perşembe, Mayıs 03, 2018

İngiltere’de çay içme alışkanlıkları


Geçenlerde TeaFestival diye çay festivaline gittim, hem oradan öğrendiklerimi hem de gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Hem kahve hem çay İngilizlerin hayatında çok önemli yeri var. 1600'lü yıllarda kahve ana içecekmiş, hatta İngiliz bir arkadaşımın yorumuna göre bir İngiliz’e kahve de, saatlerce anlatsın, yine de çay daha baskın bence. 
  • Uzak doğu, Çin, Hindistan ile ticaret yolları kuruldukça çay (özellikle siyah çay), İngilizlerin hayatına girmiş. Çince chaa = çay 
  • İlk başta fiyatının ve vergisinin yüksek olması sebebi ile sadece zengin sınıf tarafından tüketilmiş. 
  • Hindistan'da çay üretiminin artması ile ülkeye daha fazla çay getirilebilmiş, böylece fiyatlar düşünce halk arasında her daim tüketilir bir içecek halini almış.  
  • O zamanlar İngiltere'de yaygın olan seramik ani sıcak değişimlerine dayanıklı olmadığından çay için uygun olan porselenler de Çin'den getirilmiş. Daha sonra 1710 yılında ilk olarak Meissen(Almanya),sonra Fransa ve en son İngiltere'de Çin porselenleri kalitesinde fincan üretimi başlamış.
  • 1770-1780 yıllarında çay, tabağına döküp hafifçe soğutarak içmek makbulmuş, o nedenle bazı tabaklar kase gibi daha derin ya da kıvrımlı. Zaman içinde fincanı koyacak forma dönerek daha düz hale gelmiş.
  • İngiliz porselen firmaları da modaya uyarak çeşit çeşit çay seti tasarımına başlamış. Örneğin Çin'de çay minik ve kulpsuz fincanlarda içilirken zamanla Avrupa'da daha sıcak tercih edildiğinden fincanlara kulp eklenmiş. 
  • 17.-18.yy üretilen porselenler narin olduğundan ani sıcak değişikliklerinden dolayı kolayca çatlıyormuş, ısı dengesini sağlamak için önce soğuk süt, sonra sıcak içecek ekleniyormuş. Kahvedeki bu alışanlıklarını İngilizler çayda da devam ettirmişler, ayrıca Çin'lilerden farklı olarak şeker de çaya eşlik etmeye başlamış.
  • Önce süt mü çay mı konusunda farklı görüş ve alışkanlıklar olsa da şu andaki porselenlerin dayanıklılığı ve çayın sıcakta daha iyi tadını vermesi sebebiyle genellikle süt artık sonradan ekleniyor.
  • Öğle ve akşam yemeklerinin arası çok açık olduğundan ara atıştırması olarak 5 çayı alışkanlığı başlamış. 
  • Çayın ucuzlaması ve yaygınlaşması ile çay evleri açılmış, o zamanki dönemi düşünürsek özellikler kadınlar için sosyalleşme, görünme, görüşme mekanları imiş, o nedenle çayı yavaş yavaş içmek makbul. 
  • Şehir merkezinde hayat çok hızlı aktığından bu tarz "tea house"lar pek yaygın değil, daha kırsal ve yerel bölgelere gittikçe bu tarz mekanları bulmak zor, çok küçük bölgelerdekiler akşamları 5 gibi kapanıyor, bi çay içseydik derseniz aklınızda olsun.
  • Çayın yanında servis edilen mini kek, sandviçler de önemli. Minik minik lokmalarla yenmeliymiş ki hem sohbet edip hem de çiğnemek mümkün olsun. Scone dedikleri bizim poğaçaya benzer bir yiyecekleri var, üzerine kaymak ve reçel koyup yiyorlar, önce bolca kaymak konacak, sonra bir damlacık reçel. O zamanlar şeker de çok pahalı olduğu için reçel de haliyle pahalı, o nedenle dikkatle tüketiliyormuş.
  • Çay içerken serçe parmak konusuna da değindi; bir sınıf, statü sembolü imiş. Az parmakla yemek, içmek makbul olanmış.
  • Bize göre daha farklı demliyorlar. Demliğe kişi başı 1 tatlı kaşığı çay koyuyorlar, genelde yaprakları büyük olanları tercih ediyorlar. Taze kaynamış su ekleyip 3-4 dakika bekletip içiyorlar. Yanında tabii ki soğuk olmalı, lezzetli bir çay ile süt güzel oluyor, tavsiye ederim.
  • Hazırlık olarak demliğin önceden ısıtılması, iyice kurulanması ve çayın demliğe su eklendikten sonra konması önemliymiş, su kaynarken demlikte ıslanıp bekleyen çay lezzetini kaybedebiliyormuş.
  • Bir diğer önemli ipucu da demliğin ucu ile ilgili. Çay içinde lezzet veren yağlar vardır diyor elimdeki bir broşür, demleme sırasında sıvının yüzeyine çıkar, bu lezzeti fincana aktarabilmek için ucu aşağıda olan demlik kullanılmalı, aksi takdirde lezzetli yağlar demliğin içinde kalır diye not düşmüş.   
Kahve konusunda gelirsek taze çekilmiş çekirdek ile yapılan kahve makbul, nescafe marketlerde gördüm ama pek popüler değil. Kahve için krema neredeyse hiç yok, günlük süt o kadar bol ve lezzetli ki bu tarz tozlara pek ihtiyaç duymuyorlar anladığım kadarı ile. Pastörize süt var mı var, ama günlük sütlerin yanına hani çeşit olsun diye 1-2 paket konmuş.

Kafede çay sipariş ettiğimizde genelde minik bir demlik içinde ve yanında soğut süt ile servis ediliyor, demlikten yaklaşık 2-2.5 fincan çıkıyor, güzel bir sohbet eşliğinde çayımızın keyfini çıkartıyoruz

Perşembe, Nisan 12, 2018

İngiltere'de Yeme İçme alışkanlıklarına dair gözlemlerim

Her yurt dışına gittiğimde marketleri talan eden ben burada kendimden geçtiğimi itiraf etmeliyim. Çok farklı kültürden çok insan yaşadığı için bu durum yemek ve malzeme çeşitliliğine de yansımış. Açıkçası kendi damak tadımıza göre hemen hemen her malzemeyi bulabildik; simit, Türk kahvesi, sucuk gibi olmazsa olmazlarımız için de Türk marketine gitmemiz yeterli oldu.

Market turlarımda beni ilk şaşırtan hazır gıdaların çokluğu oldu; sandviç, salata, balık, sos, makarna, suşi, pay,...Tüm reyonların çoğu bu tarz gıdalarla dolu, haliyle bozulmasın diye de yer aldıkları soğuk rafların da kapakları açık, marketlerin içi buzzz gibi. Yazın marketlerde alışveriş yapmak o kadar zor ki, resmen soğuğu ciğerlerimde hissedip kendimi dışarı atıyordum ya da yazın ortasında sweatshirt giyip öyle giriyorduk.

Ha şimdi bu kadar hazır yemek olması sağlıklı mı, neden evlerinde pişirmiyorlar vs diye eminim aklınızdan geçiyordur. Ben sadece Londra alışkanlıklarını gözlemleyebildim, ülkenin diğer şehirlerinde durum farklı olabilir.

Bu şehir çok kalabalık, çok pahalı, çok gelen çok giden oluyor, sürekli bir devinim içinde. İnsanlar yoğun ve zamanlarını yemek yaparak geçirmek istemiyorlar, özellikle genç nesil. Ispanaklı yumurtalı taze makarna yapmak için malzeme listesine harcayacağı para ve zaman yerine bunun yapılmışını sosu ile beraber çok ucuza alıp arkadaşları ile takılmayı seviyorlar ya da iş/okul sebebi ile süreli geldiği şehri daha çok keşfetmek istiyor. Bu arada hazır yemekler inanın gerçekten çok lezzetli ve alıp pişirmeye göre inanılmaz hesaplı oluyor.

Öğle aralarında yemek için restorana gitmek pek yaygın değil, onun yerine marketten aldıkları ya da evden plastik kaplarda getirdikleri sandviç, cips ve salata ile parklarda zaman geçirmek daha popüler. Yemeği evden getirmek o kadar yaygın bir kültür ki ev malzemeleri satan mağazalarda bu tarz kap, kutu, termos vs için özel bölümler var.


Hazır gıdaların içindekiler bölümüne bakalım, neler yok ki, palm yağından, glikoz şuruba, bir sürü katkı maddesine kadar her şey var. Aslında burada ne farklı aslında biliyor musunuz, malzemeleri açıkça yazıyorlar, glikoz şurubu kullanıp da şeker yazmıyorlar ya da bitkisel yağ deyip üstünü kapatmıyorlar, açıkça içinde ne varsa alenen yazılıyor, yemek yememek artık alanın kararına kalıyor. 

İçeriklerin bu kadar detaylı yazılmasının bir başka nedeni de ülke genelinde gıda alerjisi çok yaygın, özellikle yer fıstığına karşı. İçerik listesinde alerjenler koyu kelimelerle yazılıyor. 

  



Hep paketin üzerinde son kullanım tarihi, buzdolabında nasıl saklanacağı, ısıtmak gerekiyorsa fırın/ocak/tava/mikrodalga hangi sıcaklıkta kaç dakika kalacağı, artan olursa tekrar ısıtmayın gibi bilgiler mutlaka yer alıyor. 

Hazır yemeklere alternatif evde pişmiş gibi hazır servis alan da var. Abone oluyorsunuz, akşam belli bir saatte sıcacık yemeğiniz kapıda hazır. Alışverişe zaman ayırma derdi yok, ayrıca toplu pişirildiği için tek tek alınan malzemelerin de maliyeti de düşmüş oluyor. Bir başka alternatif de ben kendim pişiririm diyorsanız kişi sayısı kadar malzeme ve tarifi içinde olacak şekilde kapınıza kutu geliyor. Ve ennn son alternatif bizim yaptığımız gibi tüm malzemeleri alıp içimize sindiği şekilde pişirmek...

Kaptırıp çok yazmışım biraz, buraya kadar sabırla okuduysanız çok teşekkür ederim.

Salı, Aralık 19, 2017

Londra'da İlk Günler ve Ev Arama sürecimiz

2. bölüm

Sabah erkenden kalkıp oturum iznimizi gösteren kartlarımızı (BRP – biometric residence permit) aldık, buradaki işimiz bittikten sonra ülke dışından gelen tüm yabancıların ilk polis kaydını yaptırdığı OVRO(Overseas Visitors Records Office)’ya gittik.

En önemli resmi işlerimizi hallettikten sonra ev kiralayacağımız bölgeleri dolaşmaya sıra geldi. Daha önceden ben 2 kez, eşim 4 kez turist olarak gelmiştik, ancak oturmak ile turist olmak arasında çok fark var.

Hiç bilmediğimiz bir ülkede, şehirde bir muhit bulup ev kiralamaya çalışıyorsunuz. İnsanlar, evler, kurallar, alışkanlıklar tamamen farklı. Arkadaşlarımızdan Putney, Sutton, Wimbledon, Richmond bölgelerini duymuştuk. Otobüse atlayıp, buralarda dolaştık, yürüdük. Tüm bu semtleri gezmek mümkün değil, o kadar zamanımız da olmadığı için tamam Wimbledon olsun dedik. Kararımızda tenis turnuvasının etkisi yoktur, kendi halinde sakin bir ilçe aslındaJ

İlk günler bir kaç emlakçının kapısını çaldık, kendimizi tanıttık, hangi bütçe ile nasıl bir ev aradığımızı anlattık. Bazıları hemen ilgilendi, bazıları bu ülkede henüz bir geçmişimiz olmadığı için hele siz bi para kazanmaya başlayın görüşürüz diye kapıyı gösterdi, bazıları da iletişim bilgilerimizi alıp biz sizi ararız diye kibarca güle güle dedi.

Nasılsa bizi ararlar diye düşünmemek gerek, daha yoğun ve daha fazla emlakçı ile iletişime geçmek gerek.

Internetten bakıp geldiğimiz evlerle burada gördüğümüz evler arasında çok fark vardı, 3-4 ev gördükten sonra bütçemizi revize etmemize gerekti. Belki Londra dışına ev kiraları daha uygun olabilir, ancak ilk sene için bize burasının daha uygun olacağına karar vermiştik, o şekilde ilerledik.


Rightmove ve Zoopla ev arayabileceğiniz emlak siteleri, mobil uygulamaları da var. Rightmove’un schoolchecker özelliği Zoopla’ya göre bana daha pratik geldi, hem de mobil uygulaması da daha başarılı.

Ne kadar fazla ev görürseniz o kadar iyi. Bir evin içinde oturan varsa evet emlakçıda anahtar oluyor, ama kiracıya bilgi vermeden gidemiyorsunuz, 1 gün öncesinden randevu alınması gerekiyor. Ev boş ise yine ev sahibine bilgi verilmesi gerekiyor, boş olduğu için bir ihtimal gün içinde görmek mümkün olabiliyor.

Sabah evde yaptığımız sandviç yanımızda gündüz sokaklarda, akşam evde uydurduğumuz yemekle Rightmove’da geziyoruz. İlk bir iki gün bocaladıktan sonra bölgeleri, posta kodlarını, ev tiplerini tanıdıktan sonra daha kendimize güvenli girmeye başladık.  Artık ev modellerini muhitlerini biliyorum ya tak tak emlakçılara bu ev müsaitse yarın görmek istiyorum diye mesaj atıyorum.

Sabah ofislerine gidiyoruz direkt, sizin portföyünüzü inceledim, şu evler bizim istediğimize uyuyor görmek istiyoruz diye onların terminolojisinde net talep ettiğimizi görünce emlakçılar da biz sizi ararız modundan çıktı. Hatta evleri ve muhitleri o kadar ezberledim ki bir emlakçının bana gösterdiği zemin kat karanlık evin olduğu binada başka bir emlakçıdan daha üst katta ve daha uygun bir kiraya olan ilanı buldum

Salı, Temmuz 11, 2017

İstanbul'dan Londra'ya yolculuk

Takvim tarihlerden 18 Haziran’ı gösterdiğinde sabah 04:30’da kalkıp hazırlandık, eşyalarımızı kapıya koyduktan sonra 8 yıl oturduğumuz eve dönüp şöyle bir baktık, bir yanımız buruk, bir yanımız heyecanlı evin kapısını kapatıp havaalanına doğru yola çıktık.

Evet bu önümüzdeki 1 yılı Londra’da geçireceğiz, eşim orada iş kuracak, ben de 19 yıllık yoğun iş hayatından sonra çocuklarla daha yakından bir zaman dilimi geçireceğim, çocuklar da doğal ortamda İngilizce öğrenmiş olacak.

Bu kararı nasıl verdik, nasıl hazırlandık, neler yaptık vs kısımlarına değinmeyeceğim, sadece karar vermenin hiç de kolay olmadığını belirtmek isterim.

Şimdi tekrar yolculuğumuza dönelimJ

4.5 saatlik uçuştan sonra Heathrow havaalanına indik, 2 saat evet yanlış okumadınız tam 2 saat pasaport kuyruğunda bekledikten sonra bavullarımızı alıp havaalanından çıkabildik. Resmi işlemleri halledelim, ev kiralama sürecinde kalalım diye daha önceden Airbnb’den 12 gece için ayırttığımız eve doğru yola çıktık.

Airbnb’den evi nasıl seçtim:
- Havaalanından direkt kalkan mavi hat “picadilly line”a yakın olmalı
- Başka metro hatlarına yakın olmalı
- 2 yetişkin, 2 çocuk kalabileceğimiz kadar geniş olmalı
- Mutfak olmalı, 12 günca evde yemek yapıp yiyebilmeliyiz
- Daha önceden review yazılmış olmalı
- Çamaşır makinası
- Free wifi olmazsa olmaz
- Bilgisayarla oturup çalışabilecek masa

Orada işleri halledip koştururken ayy bir de çamaşır mı yıkadınız demeyin, evet yıkadık, hatta her gün yıkadık. İngiltere’de yüzyılın ennnnn sıcak yazına denk geldik, günde resmen 2şer lt su tükettik, İzmir sıcağını aratmayan bir hafta geçirdik. Hatta geçen sene benzer dönem turistik gittiğimizde kazak/yağmurluk modunda dolaştığımız tecrübesinden dolayı bavula bu gidişimizde şort vs koydurmadım. Bütün İngiltere halkı atlet, şort, şıpıdık terlik ile plaj modunda dolaşırken biz tişort, kapalı ayakkabı, uzun pantolon sıcaktan kavrulduk. Neyse canım sene 1-2 hafta böyle sıcak oluyor sanırım, yazlık kıyafetleri giyinip dolaşma için heveslerini alsınlar azıcık.

Çamaşır makinalı ev seçmemin diğeri sebebi de bu sefer hazırlanan bavulun normal tatillerde hazırlanan bavuldan farklı olmasıydı. Malum havayollarında kilo sınırı var, bu sınırı da günlük kıyafet ile doldurmak istemedim, malum giden eşya kalacak, ev kiralandığında işimize yarayacak şeyler olmalı, kıyafeti nasılsa yıkar yıkar giyeriz. Evet itiraf ediyorum, bavulun içinde ütü, cezve, kahve fincanı, Türk kahvesi filan götürdümJ Eşim de ben de laptoplarımızı aldık, öyle tabletten telefondan emlak siteleri dolaşılmıyor, gece oturup bi facebook, instagram’a bakmadan gözlerim şaşı oluncaya kadar Zoopla ve Rightmove’da dolaştığımı biliyorum.

Havaalanında bekle, ağır bavulları eve getir, üstüne 40 derece sıcak, sabah 04:30’da kalkmış, uçakta film, oyun kurcalamaktan uyumamış 2 çocuk olunca buranın saati 18:00, Türkiye’ye saati 20:00’de direkt yattık, yattığın yeri beğenmek deyimi vardır ya, resmen durumumuz buydu.


Takipte kalın, macelarımızı yazmaya devam edeceğim J
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...