Patronun sekizinci kitabı bu. Beş sene kadar bekledi okuyucusu yeni kitabı için. Okurlarının hepsi keşke hep yazsa da biz de hep okusak beklentisinde olduğundan bu kadar boşluk biraz fazla gelmişti. Seyrek Yağmur çok konuşuldu, çok tartışıldı, genel olarak pek beğenilmedi ve yazarın bir önceki kitabı olan Sinek Isırıklarının Müellifi'nden bugüne kadar geçen sürede önemli gelişmeler oldu. Anlatalım hadi biraz;
Rıfat diye bir adam var kitapta, ondan bahsediyor sürekli Barış Bıçakçı. Kısa kısa bölümler şeklinde (bazı bölümler birkaç cümle kadar kısa) Rıfat'ın hayatı ve düşüncelerine dair detaylar sunuyor bize. Bir kitapçı Rıfat ve sıradan sayılabilecek bir hayatı var. Kitapla ilgili eleştirilere baktığınız zaman Seyrek Yağmur'un pek çok açıdan beklentileri karşılamadığı sonucuna varabilirsiniz. Bu duruma bağlı olarak okumak için ben de tereddüt ettim, erteleyip doğru zamanı bekledim. Son zamanlarda daha konsantre okuyorum, daha iyi hissediyorum kendimi. Eleştirileri biraz haksız buldum. Bu adamın yazacağı her kitabın Veciz Sözler veya Aramızdaki En Kısa Mesafe ayarında ve mükemmelliğinde olmasını beklemenin Barış Bıçakçı'ya büyük haksızlık olduğunu düşünüyorum. Katıldığım eleştiriler de var elbette. Öncelikli olarak herkesin bahsettiği şu kapak tasarımı; gerçekten ne düşünülerek yapıldı bilemiyorum ama kötü olduğunu söylemem gerek. İkinci bir konu ise kitabın ismi olan "Seyrek Yağmur". Sinek Isırıklarının Müellifi, Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi efsane güzellikteki kitap isimlerinden sonra Seyrek Yağmur biraz basit kaldı sanki. Ayrıca "Tuna Kiremitçi'nin yeni kitabı Seyrek Yağmur yakında sizlerle" gibi irite edici sloganlar getiriyor aklıma.
Kitap kötü değil, sadece farklı. Alıştığımızdan, daha doğrusu Barış Bıçakçı'nın bizi alıştırdığından farklı. Kendi adıma gördüğüm en önemli farklara gelince; öncelikle kucaklayacağınız ve içselleştireceğiniz bir ana karakter yok. Ne Sulhi'nin duygularına ortak olabiliyorsunuz, ne masum aşklarından ötürü Çetin ve Ender'e üzülebiliyorsunuz... Bir diğer önemli detay ise Ankara hiç yok. Barış Bıçakçı'yı biz çok severiz çünkü Ankara'yı severiz, o da Ankara'yı çok sever. Üstelik Eryaman'ıyla, toplu konutlarıyla, Ego otobüsleriyle sever Kuğulu Park'ı veya Çankaya'sı ile değil. Bu kez Ankara'ya uğramamış, uzaklarda bir yerlerdeymiş. Açık siyasi göndermeler mevcut kitapta bunu pek yaşamamıştık şimdiye kadar, gönderme yaptığı yazarlardan bu kadar sık ve açık bahsetmesini de yaşamadık. Hep derim, ismi "N" ile başlayan bir kadın var, aynı kadına aşık iki adam var bir yerlerde. Ankara'sı var bu adamın üstelik merkeze uzak yerleriyle, toplu konut aşklarıyla Ankara'sı var. O da bizim gibi apartman dairelerinde oturup, toplu taşıma kullanarak, mesai saatlerine bağlı işe gidip gelerek bu şehri sevenlerden. Bunları bize anlattığı için iyi yazarlığını ve efsane kitaplarını sevmekten bir adım öteye geçip ona hayran olduk, ondan bahsettik. Barış Bıçakçı'nın kendine özgü bir hayran kitlesi olduğunu artık söylememize gerek yok. Bu insanlar -yani biz- her kitabını okuduğumuz için belli bir alışkanlığın da sahibi olduk artık. Hayatta alışkanlıkları değiştirmek zorunda bırakan her detay gibi Seyrek Yağmur da okuyucuya biraz zor geldi. Bana da zor geldi, sadece durumu anlayabildiğimi düşünüyorum hepsi o.
Asıl kilit konu ise; yeni kitabı beklediğimiz dönemde İzafi Dergisi'nin yaptığı bir hamle oldu. Daha önceki kitaplarını yorumlarken defalarca bahsettiğim ve hayranlarının bildiği üzere Barış Bıçakçı'nın yaşamı ve görüntüsü tam bir sırdı. Ne bir fotoğrafını ne de birkaç cümlelik geçmişinden fazla bir şey bilmiyorduk. Adamın nasıl bir şeye benzediğini, yüzünün görüntüsünü hep merak ettim ama görmenin mi yoksa bu sırla her şeyin devam etmesini mi istediğimi bile bilemedim yıllarca. Ama bu durumun olayı farklı bir boyuta taşıdığı gerçekti. Görünecekse bile bunun en azından kendi isteğiyle olduğunu sindirmemiz gerekirdi. Sonra bir gün bir şey duyduk: İzafi o dönemde çıkaracağı sayısında (zannediyorum ki bu sayı Mayıs-Haziran 2013 Sayısı) Barış Bıçakçı'nın fotoğrafını yayınlayacaktı. Heyecanlandık tabi, çok heyecanlandık. Ama bunu istediğimiz konusunda çok emin değildik. Yayınlandıktan sonra ses getirdi tabi ve tepki topladı. Hatta İzafi bununla ilgili web sitesinde bir açıklama yaptı ki söz konusu açıklama bence tatmin edici olmadığı gibi sinir bozucuydu da. Bu sadece bana ait bir fikir değil elbette. İlgili açıklamaya bu linki tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Bu olaydan sonra fotoğrafın yayınlandığı kulaktan kulağa yayıldı elbette. Şu anda kaldırılmış olsa bile Barış Bıçakçı'nın wikipedia sayfasında bile kısa bir süre fotoğrafı vardı. Filmlerde, dizilerde olur ya tanımadığın birinden hediyeler, mektuplar gelir, kim olduğunu bilmediğin birine bu sebeplerden hayran olursun, sonra da gördüğün zaman her şey değişir... Bu durum tam olarak öyle değildi ama ona benzer bir şeydi. Uzunca süre rahmetli Seyfi Teoman'a ait fotoğraftaki kişi zannettmiştim kendisini. Çünkü google aramalarında görsellerde hep onun fotoğrafları çıkıyordu ve yazdıklarını okuduktan sonra kendisinde tam bir Barış Bıçakçı tipi olduğunu düşünmüştüm. Gerçeği öğrendikten sonra ise her şeyden öte bu gizlilikle baş etmeye çalıştım. Bu durumdan mutlu olup olmadığımızı bile konuştuk diğer arkadaşlarımla. Hatta geldiğimiz son noktada bu sır ile her şeyin devam etmesinin en iyisi olduğu kararına vardık.
Peki ne oldu bu fotoğraf yayınlandı da, büyü bozuldu mu? Evet bozuldu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu demek değil ki eskisi gibi kitaplarını okumayacağım veya eskisinden daha az hayranlık besleyeceğim ya da yeni kitapları diğerleri gibi olmayacak ama şunu anladık: aslında görüntüsünün bir önemi yoktu. Dünyanın en çirkin adamı da olsa, en yakışıklısı da olsa, yazdıklarıyla kafamda oluşturduğum şablona birebir otursa da konu bu değildi. Bu görünmemezlik, bilinmemezlik çok güzeldi ve bunu idrak edeli biraz zaman geçmişti. Konuyu Seyrek Yağmur'a bağlamak istemiyorum ama şimdiye kadar ki büyüden şüphesiz ki uzaktı. Ben ve benim gibiler için çok önemli değil, ne yazarsa yazsın, ağır saçmalasa bile sırf meraktan biz Barış Bıçakçı'yı yine okuruz. Ama o bilinmemezlikle her şeyin daha güzel olduğunu artık biliyoruz.