Bir süredir yoktum buralarda. Sınavların fena bastırdığı bu günlerde bloga zaman ayırmak mesele değil ama film izleyecek ve kitap okuyacak pek vaktim olmadı. Geçen hafta bitirdiğim Arı Kovanına Çomak Sokan Kız kitabını yazmak için ancak fırsat buluyorum. Millenium Trilogy'nin son halkası olan bu kitabı ilk iki kitaptan sonra merakla beklemiştim. İsveçli, merhum gazeteci Stieg Larsson tarafından kaleme alınan bu serinin dünya çapında ne kadar beğenildiğini ve okunduğunu söylememe gerek yok. Reklamının yapıldığı her noktada "ULUSLARARASI BESTSELLER" yazısını ziyadesiyle okuduk hepimiz. Tıpkı kitapların kapağının en üstünde olduğu gibi.
Yazardan biraz bahsedecek olursak, 1954 Stockholm doğumlu İsveçli bir gazeteci Stieg Larsson. Gençlik yıllarında ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı bir aktivist olarak çalışan yazar, üçlemede de derin izlerle anlatıyor bize bu fikirlerini. 2004 yılında ofisine çıkarken kalp krizi geçiren Larsson, eğer o gün hayatını kaybetmeseymiş Millenium Serisi bize tam on kitapla merhaba diyecekmiş. Ömrü buna vefa etmeyen yazar, sadece üç kitabı hazırlayabilmiş. Hazır olan dördüncü bir kitabın taslağının da sevgilisinde olduğuna fakat kanunlar gereği haklarının kardeşine verildiğini okudum. İlerleyen zamanlar böyle bir kitabın baskıya hazır olup olmadığını gösterecek bize. Yazık ki bu kitapların hiçbirinin basıldığını dahi göremeden vefat etmiş. Bugüne kadar kırk milyondan fazla satan kitaplarının bu başarısını görebilmeyi çok isterdi kuşkusuz.
Aslında Arı Kovanına Çomak Sokan Kız'dan bahsetmem gerek ama üçlemeden yüzeysel olarak bahsetmeden kitabı tek başına anlatmak olmaz tabi. Hikâye iki ana karakterden oluşuyor. Gazeteci Mikael Blomkvist ve sıra dışı esas kızımız Lisbeth Salander. Olay ise genel olarak şöyle devam ediyor;
- Yazının bu kısmı az dozda spoiler içerir -
Mikael Blomkvist ünlü bir gazetecidir ve bir sanayi devinin yolsuzluklarıyla ilgili bir araştırma yapar. Olayı eline yüzüne bulaştıran Blomkvist, bir süre hayatını askıya almış durumdayken İsveç'in ünlü iş adamlarından bir tanesi kendisine bir iş teklif eder. İş adamının uzun yıllardır kayıp olan ve hakkında kimsenin bir şey bilmediği yeğenine ne olduğunu araştıracaktır. Blomkvist bu olayı araştırırken, bu iş adamının kendisine bu işi vermeden önce, kendisini araştırdığını öğrenir. Bu işi yapanda Lisbeth Salander'dır. Bu araştırma için Salander'la iş birliği yapan Blomkvist, Salander'ın farklı karakteriyle yüzleştikçe onu kendine daha yakın hissedecektir. Genel olarak bu olayların anlatıldığı ilk kitabın adı Ejderha Dövmeli Kız. Kitapta ismini Lisbeth'in sırtında bulunan ve bütün sırtını kaplayan ejderha dövmesinden alıyor.
İkinci kitapta ise Lisbeth'in hikâyesi anlatılıyor. Geçmişinde yaşadığı karanlık olaylar, toplum tarafından soyutlanmış bir kız olması, kendisine mahkeme kararıyla bir vasi atanması ve buna sebep olan olaylar zinciri göz önünde tutuluyor. Babasının iltica eden eski bir ajan olması, Lisbeth'in onu daha küçücük bir çocukken öldürme girişiminde bulunması gibi olaylarla daha karmaşık bir kurgu haline gelen ikinci kitap, ilkinden hiçbir şey kaybetmeden aynı heyecanla devam ediyor. Bu kitapta Ateşle Oynayan Kız ismiyle okuyucusuyla buluşmuştu.
Arı Kovanına Çomak Sokan Kız, Lisbeth'in hikâyesini anlatmaya devam ediyor. İsveç Gizli Servisi, bunun içinde yer alan illegal bir örgütlenme, polis, basın, siyaset gibi kavramlar daha çok var bu kitapta. İlk iki kitapta ki aksiyona nazaran üçüncü kitap biraz daha durağan ama en az iki kitap kadar hızlı ilerliyor.
- Ve spoiler biter -
Karizmatik ve başarılı gazeteci Mikael Blomkvist, aykırı ve zeki kız Lisbeth Salander üzerinden anlatılan bu hikâye oldukça başarılı. Kendi fikrimce mükemmel bir kurgu olmuş. Arı Kovanına Çomak Sokan Kız'ın kapağında yazan "Kurgunun ölümsüzlüğüne hoş geldin, Lisbeth Salander" ifadesi bu hikâyeyi çok iyi özetlemiş bir cümle. Keşke Larsson'un ömrü vefa etseydi de on kitap olarak tasarladığı bu serinin geri kalanını da okuyabilseydik. Bir solukta, oldukça hacimli bu üç kitabı okuyan ve beğenen birçok insanın aynen benim gibi bunu düşündüğüne eminim.
Bütün dünyada beğeniyle okunmuş bu üçlemenin İsveç yapımı filmleri de mevcut. Filmlerin hepsi 2009 yılında vizyona girdi. Filmlerden ilk ikisini izlemiştim daha önce. Birinci film fena olmasa da ikinci film vasatın çok altındaydı ve her iki filmin de kitabın oldukça gerisinde kaldığını söylemem yanlış olmaz. Bu proje şimdi David Fincher'ın ellerinde ve Hollywood kalitesiyle bizlere sunulacak. İlk filmin çekimleri tamamlandı ve Ocak ayında, salonlarda yerini alacağı günü iple çekiyorum. Fragmanlarından bir yorum yapmak gerekirse oldukça iyi görünüyor ve beklentim oldukça yüksek. Kitaptan uyarlama senaryo konusunda Fincher'ın arkasında "Fight Club" gibi bir efsane varken beklentilerim katmerli bir şekilde büyüdü elbette.
Filmi ilk fırsatta izleyeceğim elbet. David Fincher, Daniel Craig gibi isimlerin içinde olduğu bu projeyi yazacağım günü hevesle bekliyorum. Eğer kurgu seviyorsanız, hatta kitap okumayı seviyorsanız, hatta ve hatta kitap okumayı sevmiyor bile olsanız hiç vakit kaybetmeden bütün kitapları edinin ve okuyun. Umarım şu dördüncü kitabın taslağı bir yerlerden çıkar ve bizi çok bekletmeden kendisini okumamızı sağlar. Mario Vorgas Llosa'nın dediği gibi "Kurgunun ölümsüzlüğüne hoş geldiniz."