Hurumzi'de ögle yemegimizi yedikten sonra, Unesco tarafindan 1985 yilinda
Dünya Miraslari Listesi 'ne katilan Stone Town turumuza devam ediyoruz. Esime "Simdiye kadar Unesco'nun belirledigi bir kaç Dünya Mirasi'ni görmek kismet oldu bize. Bundan sonraki seyahatlerimize bu listeyi elimize alip karar versek, ne dersin?" diyorum. O da "Hepsini görmeye ömrümüz vefa etmez ama, iyi fikir, deneyelim!" diyor. Yürürken gözümüze yol kenarina tezgahini kurmus bir ressam hünerini tuvaline döktürken takiliyor. Trafiğin soldan aktığı caddelerin yoğun tozla kaplı iki yanında bir yığın baraka. Bisikletli sayısı inanılmaz, kat kat yumurta paketi taşıyanlar bile var içlerinde. Yasli esnaf dükkanda oturmus gelen geçeni seyrediyor. Dükkanin hemen girisine asilmis Barack Obama'nin resminin basilmis oldugu örtü gözüme ilisiyor. Demek ki sadece Kenyalilar degil, Afrikalilarin çogu Obama'nin basarisindan dolayi gurur duyuyor. Yasli amcadan fotograf çekmek için izin istiyorum. Tabi ki kabul ediyor. Burada insanlar sakin, burada insanlar güler yüzlü. Turizmin onlar için önemini bildiklerinden mi, yoksa kültürlerinin bir uzantisi mi bu durum bilemiyorum. Ama her neyse ne, biz kendimizi evimizde hissediyoruz ya bizim için önemli olan da bu. Yolumuzun üzerindeki bir turizm acentasina ugrayip yarinki "Spice Tour" / "Baharat Tur"umuzu ayarliyoruz. Baharat turu buraya kadar gelip de yapilmazsa olmazlardan. Yolumuza devam ediyoruz. Eski suratlı daladalalarin (minibüslerin) içi tıklım tıklım. Hava yavas yavas kararmaya basliyor. Sagli sollu yol kenarina siralanmis seyyar saticilarin her çesit ivir zivirla dolu tezgahlari aksama hazirlik yapiyor. Gün batiminin son demlerini seyrederken buz gibi Klimanjaro biralarımızı yudumlamak ve gün batimini fotograf karelerimizde ölümsüzlestirmek üzere limanin yakinindaki Queen müzik grubunun unutulmaz solisti, Zanzibar dogumlu, asil adiyla Faruk Bulsara, bizim bildigimiz adiyla Freddie Mercury'nin adini tasiyan barda yerimizi aliyoruz.
Ertesi sabah - Baharat Turu:
Hindistancevizleri, papayalar, mangolar, mangrovlar ve banyanlarla gölgelenmiş bir yoldayız. Evlerin çoğu saz damlı, toprak duvarlı, bazıları kerpiçten, çatıları da teneke ya da eternit kaplı ama çogunun kapisi hayli satafatli. Şaşılacak bir biçimde süslü kapıların önünde çocuklar, ihtiyarlar. Kambur öküzler ağır ağır çekiyor çalı çırpı yüklü, iki tekerlekli arabaları. Bir bisikletli albenili kumaşları selesine sopalarla bayrak gibi tutturmuş gidiyor. Selesinde iki devasa balik tasiyan diger bir bisikletli dikkatimizi çekiyor. Arabayi durdurup iniyoruz. Fotograf çekmek için izin istiyoruz, ama nafile. Olsun, biz de bisikletin sahibi olmadan biz, baliklar ve bisiklet kompozisyonlu hatira fotograflarimizi çektiriyoruz, ardindan da ödememizi yapiyoruz tabi ki. Tahta karoserli, iki yanı açık otobüsler geçiyor yanımızdan. Baharat Turu yapacagimiz ormanlik arazi Stone Town'un kuzeyinde. 19.yy'da dünyanin en büyük karanfil üretimine sahip olan Zanzibar simdilerde üretimde birinciligi yakalayamasa da ihraç ettigi ürünler arasinda karanfil ilk sirada. Karanfil disinda üretimleri vanilya, tarçin, limon otu, kakule, küçük hindistancevizi ve daha bir çoklari. Ormana ulasmadan önce yoldan Baharat Turu rehberimiz Bura'yi aliyoruz. Bura diger adalilar gibi çok güler yüzlü. Ormana Bura'nin önderliginde daliyoruz. Ilk is Bura bizi zorlu bir sinava tabi tutuyor. Agaçlardan kopardigi parçalari bize koklatip, hangi baharat oldugunu bulmamizi istiyor. Sanirim gezimizin sonunda sinifi geçiyoruz. Hepsini bilmemize olanak yok, zira birçogu bizim Tük mutfagimizda kullanilmiyor. Agaçlardan koparilan tüm baharat parçalarini muz agacindan orada el maharetiyle yaptiklari çantamizin içinde toplayip ilerliyoruz. Ormanda yasayan yerli bir kadin çarpiyor gözüme, hayli yaslica, bekli de yasli degil ama hayat kosullari onu hizli yaslandirmis. Kucaginda bir bebek tasiyor. Uzaktan fotograf makinami gösteriyorum fotografini çekmek için. Kafasini onaylarcasina salliyor. Ben deklensöre basarken o bana yaklasiyor ve bir seyler söylüyor, ancak Swahilicem o kadar ileri degil, anlamiyorum. Bura yardimima kosuyor. Meger çektigim fotograflari görmek istiyormus. Gösteriyorum, "Asante sana" / "Tesekkür ederim" diyorum ve yürümeye devam ediyorum. Baharat Tur'u sirasinda o civarda yasayan çukulata tadinda çocuklarla karsilasiyoruz. Kucaginda minik kardesiyle bir abla gayet ciddi bir sekilde bana poz veriyor. Cocuklar ilk basta yadirgiyorlar bir mzungu'nun (beyaz insan) elinde kocaman bir fotograf makinasiyla onlarin fotograflarini çekmesini. Ancak, ardindan çektigim fotograflari görünce çocuklardan sevinç çigliklari yükseliyor. Ormanda ayrica tropik meyvelerin de nasil yetistigini, vs tüm bilgileri alip, baharat paketlerinden de satin alip turun en son kismi tropik meyvelerden tatma ve baharatlarla yapilmis çayimizi yudumlama kismina geçiyoruz. Degisik lezzetleri tadarken Bura hayallerinden bahsediyor bize. Ingilizcesi çok güzel, kendi kendine kitaplardan Fransizca'yi da sökmüs. Benden hatta bir kaç Türkçe kelime bile ögreniyor. Mesela karanfil Swahilice karafu demek. Benden Türkçesini ögrendikten sonra ne Ingilizcesini ne de Fransizcasini kullaniyor artik, sadece Türkçesini. Bura 23 yasinda maddi olanaksizliklardan dolayi liseden sonra okuyamamis. En büyük hayali egitimine devam etmek, insaat mühendisi olmak ve Ingiltere'ye kapagi atmak. Tahsilimi tamamlamadan gidersem sadece bulasik yikiyabilirim, ama egitimli gidersem is imkani dogar bana da diyor. O da gözünde Barack Obama'yi idollestirmis. O yaparsa ben de yaparim diyor.
Neden olmasin?
Karanfil
Ananasin böyle yetistigini bilmiyordum. Meyve toplandiktan sonra ayni bitki 6 ayda ancak yeni meyvesini yenecek hale getirebiliyor.
Kirmizi, yesil veya kirmizi biber. Ne zaman topladigina ve uygulanan isleme göre degisiyor...
Fredie Mercury meyvesi. Bu adi vermelerinin nedeni bu meyvenin feminen olmasi ve hanimlar tarafindan ruj olarak kullanilmasi.
Rehberimiz Bura Mercury meyvesini savas boyalari olarak suratina sürdükten sonra...
Bura ve çevrede yasayan çocuklar...
Spice Tour sirasinda bana modellik eden tüm yerli halka tesekkürler...