
30 Haziran 2008 Pazartesi
TANRININ GÖZYAŞLARI

29 Haziran 2008 Pazar
ANKARA'DA YAŞAMAK

Sabahın bir diğer konusu da artık kuaförlerde sigara içilmediği için hanımların manikürü bile kuaförün önüne yerleştirilmiş koltuklarda yaptırdığı idi. Hatta mahremiyet kalmadı memlekette diye gelen yorum üzerine epeyce gülüp, güzellik salonlarında yapılan bilimum işlemin dışarıda yapıldığını canlandırdık gözümüzde.. Kahraman Türk Kadını sigara uğruna her şeyi göze almıştı anlaşılan... Bir yandan kadınları çarşafa sokmaya çalışırken bir yandan sigarayı yasaklayıp, kadınları sokaklara dökeceklerini hiç düşünmüşler miydi acaba?
Dönelim su sorunumuza, geçenlerde bize gelen bir arkadaşım tuvaletten çıktıktan sonra "klozetin sifonuna ilaç mı koydunuz?" dediğinde, lam yoksa pis mi bırakmışız tuvaleti diye düşünürken, "..suyunuz kıpkırmızı akıyor." dedi... Yok dedim ilaç felan koymadık, herhalde maç var diye Gökçek o gün kırmızı su vermişti Ankara’ya bir kaç saat, zira sonrasında da yoğurt katmış gibi beyaz akmaya başladı su. Bizim binadan kaynaklanan bir problem olduğunu düşünmedim çünkü sonrasında yakın semtlerde oturan arkadaşlarında sularının aynen öyle olduğunu duydum. Sanırım suya rağmen susuz bir yaz geçireceğiz bu sene..Ya da kirlenelim diye yıkanacağız falan.. Şimdilerde herkes evine şu kapıya getirilen sulardan ikişer tane alıp, ucuzunu yemeğe çaya, pahalısını sofraya kullanıyormuş.. Yakında su fiyatları fahiş seviyesine ulaşır. Bu fahiş de ne demekse.. Fahişenin erkeği mi nedir? Ama fahişe kadın olurken, fahiş fiyat tamlayabiliyor sadece.. Neyse konuyu dağıtmayalım..
Belki bu su satan şirketlerin değişik uygulamaları başlar bu gidişle, mesela güğüm şeklinde damacanalarda banyo suyu, küçük şişelerde diş fırçalama suyu, maşrabalarda da abdest suyu falan satarlar bize.. Türk icadı ve ev tipi arıtma cihazlarının yakında internette yer almaya başlayacağını tahmin ediyorum bir de..
Hayır yani ülkemizin uzun mu uzun bir nehrini evlerimize getirdi aslında Gökçek ama işe biz başkentliler memnun olmuyoruz bir şeyden.. Sokaklarda şarıl şarıl havuzlar, şelaleler akıyor, sulama tankerleri sürekli cadde kenarlarında pusu kurup, gelen geçen arabalara "böö..!" yapıp kazalara neden olurken, bir de ağaç ve çimenleri suluyor ama biz gene memnun olmuyoruz..
Caddelerde ağaç kalmadı bu yaz beyin kanaması oranı artacak gölgesizlikten, kaldırımlar o kadar daraldı ki yakında aldım verdim ben seni yendim tarzı yürümeye başlayacağız yollarda, hepimiz “cat walk” biliyor olacağız. Gittiğimiz başka şehirlerde yürüyüşümüzden tanıyacaklar bizi bu yüzden.. Aa sen Ankara’lımısın diyecekler walla..
Alt geçitler biraz daha artarsa gün yüzü göremeyeceğiz zaten.. Gün yüzü görenlerinde görebileceği yegane şey de üst geçit olacak zaten.. Sürekli geçit töreni şeklinde yollarda dolanıp duracağız anlayacağınız...
Gökçek bu seçim aday gösterilmeyecekmiş, bu su sorunundan yıpranmış zira.. Yani bu zamana yıpranmamış da, sudan bi sebepten yıpranmış ona yanıyorum ben..
Kalın sağlıcakla
Bir Ankara’lı
27 Haziran 2008 Cuma
HAYRETÜL BETÜL'LERİM (3)

Saygı ve sevgiler
HAYRETÜL BETÜL'LERİM (2)


Bunların içinde boğulup duruken bir de üzerine Bermuda Şeytan üçgeni adlı bir kitap okuyarak iyice sulandırdığım beynimi kısa bir süre de olsa tarih kitaplarından kurtarıp manyetik alanların oluşumu ve etkilerine doğru yönlendirdim. Kitaptan aklımda kalan Bermuda Şeytan Üçgeni olarak adlandırılan bölgede bir manyetik alan olduğu ve nesnelerin orada olmalarına rağmen görünmez oldukları anlatılıyordu. Daha sonra Tesla’nın çalışmalarından yola çıkılarak yapıldığını anladığım Philadelphia Deneyi sonucunda büyük bir gemi manyetik alan oluşturularak görünmez hale getirilebilmişti. “Woouw”du tabii. Ama nedense bu sadece bir kez oluşturulabilmiş ve bir daha denenmemişti. Hayatını sonradan okuyup öğreneceğim Tesla hala hayranlıktan ağzımı açık bırakacak deneylere imza atmış bir dahi.
Tabi bu tür kitaplara sarmışken “Tanrıların Arabaları” kitabıyla hatırlayacağınız ve uzaylıların dünyaya ziyarete gelip de medeniyetleri nasıl etkilediklerini anlatan Eric Van Daniken’in de hakkını yememek lazım. Piri Reisin hala o dünya haritasını nasıl çizmiş olabileceğine dair bir fikrim olmadığı içinde elimde sadece Daniken’in söylediği uzaylı fantezisi kalıyor maalesef.
Çünkü bu yazı dizisinin sonunda anlayacağınız gibi yıllarca okuduğum pek çok şeyi öyle ya da böyle bir şekilde kafamda birleştirmiş olmama rağmen Piri Reis’e hala bir rol biçemedim. Aslında bir tahminim yok değil ama kafamdaki yaftayı yapıştırmak için kendisi ve hayatı hakkında daha çok bilgi edinmem gerekiyor. O nedenle şimdilik kamuya açıklamak istemiyorum...
Ben meraklı bir burcun üyesi olduğumdan ve konudan konuya atlayan maymun iştahlı burç olarak tanımlandığımdan bir süre bu konuyla oyalandıktan sonra antik medeniyetler konusuna bir dönüş yaptım ama bu defa tarihsel bilgiden çok gizli öğretiler kısmı ilgilimi çekmeye başladı..
HAYRETÜL BETÜL'LERİM (1)


Hocama göre islamiyette üç tip düşünce vardı konuya ilişkin.. Şimdi bende size bu üç düşünceyi anlatınca siz de en az benim o yıllarda ulaştığım aydınlığa yakın bir derece aydınlanmış olacaksınız...İlk görüş diyordu ki ; Reenkarnasyon diye bir şey kesinlikle yoktur.İkincisi ise ; Reenkarnasyon istisnai durumlarda olabilir.Üçüncü görüşü tahmin edin; Reenkarnasyon her ruh formunda vardır.. Burada parantez içinde belirteyim "Ruh formu" terimi Şaman Kral çizgi filminden literatürüme geçmiş bir kelimedir. Konu hakkında derin bilgim ya da terim ürettiğimden diildir.
Reenkarnasyonun var olduğunu iddia eden islami kesim buna dayanak olarak Kur’an’da yer alan bazı ayetleri gösteriyordu. Bunlardan en çok adı geçeni Bakara Suresinin 28. ayeti idi. Ayette bizim bilmediğimiz bir şekilde oluşturulduğumuz, yine bilemeyeceğimiz bir şekilde yeniden öldürüleceğimiz ve yeniden diriltileceğimiz söyleniyordu. Daha sonra gerek Kur’anda gerekse konu ile ilgili edindiğim başka kitap ve açıklamalarda farklı ayetlerdede reenkarnasyonun varolabileceğine beni ikna edecek bilgilere rastlasamda yüzde yüz bir eminliğe hiç bir zaman sahip olamadığımdan, geçmişimle ve süper kahramanlığımla ilgili başka bulgulara da ne yazık ki erişemedim...
(Devam edecek bkz. Hayretül Betüllerim 2)
Fasulye"Küçüktüm ufacıktım, top oynadım acıktım"
26 Haziran 2008 Perşembe
20 Haziran 2008 Cuma
"DÜNYANIN GÖZÜ" ÜZERİNİZDE.. Çeşm-i Cihan : Amasra

ÇEŞM-İ CİHAN "dünyanın gözü"Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra Anadolu’nun iç kesimlerinde kendisine problem çıkaran birtakım ufak tefek devletin üzerine yürümeye karar verir. Karaman’ın yarattığı baş ağrısını gidermeden önce Anadolu’dan gelecek diğer tehditleri ortadan kaldırması gerekmektedir çünkü. Karamanla meşgulken ayağına dolanacak sıkıntı istememektedir. Bu nedenle 1460 yılında Bartın, Kastamonu, Sinop ve devamında Trabzon’u içeren bir sefere girişir. Bu seferdeki asıl amaç Bizans’ın mirasçısı olduğunu iddia eden ve bir süre Bizans’ın da yönetimini üstlenmiş Komnenos ailesince idare edilen Trabzon Pontus Rum Devleti’nin ortadan kaldırmaktır.Bartın ve çevresi Osmanlı hakimiyeti altındadır ama Amasra bir Ceneviz Kolonisi olarak bağımsız bir yönetimdir. Amasra Karadeniz ticareti için çok kritik bir noktadır ve doğal limanı sayesinde pek çok denizci için uğrak yeridir. Dillere destan güzelliğini Fatih öteden beri bilir. 1460 yılı sonbaharında ordusuyla birlikte Bartın’a karargahını kurar büyük sultan. Osmanlı Donanması da denizden Amasra açıklarına varmıştır. Savaşmanın akıl karı olmadığını düşünen Ceneviz Senyörü kan dökülmeden şehrin anahtarını Bartın’da bulunan padişaha yollar. Fatih vezirleri ile birlikte yaklaşık on beş kilometrelik yolu atıyla kısa sürede alıp şimdi Bakacak adıyla anılan yere gelir. Amasra’nın enfes manzarasına işte tam da bu noktada şahit olur Fatih. Amasra’nın doğal güzelliğinden çok etkilenen Fatih’in hocasına dönüp “Lala, lala, Çeşm-i Cihan* bu mu ola ?” dediği rivayet edilir.
Kaynak : blog.milliyet.com
Küre Dağları Milli Parkına 40 km mesafede kurulma ihtimali olan termik santral, yıllardır haydi haftasonu bir yerlere gidelim diye düşüdüğümüzde ilk aklımıza gelen adres olan Amasra'nın doğal ve tarihi güzelliğini tehlike altına sokuyor.Nesli tükenmekte olan pek çok bitki çeşidini de barındıran Amasra, enerji ihtiyacımıza kurban edilecek.. Peki doğadan alacağımız enerji ihtiyacımızı karşılayacak yer bulamayınca ne yapacağız.. Ülkemizdeki tüm kaynakları, başedilemeyen ihtiyaçlarımız için yok edersek, tüm ihtiyaçlarımız karşılandığında nerede yaşayacağız...
"Kıyametten korkuyor musunuz? Maya takvimleri 2012'de tufan olacak diyor... Kıyamet'in kutsal kitaplarda yaşamların sonu olarak tasvir edildiğini biliyor musunuz?... Diğer yaşamların sonunu getirdiğinizde, sizinkinin de sone ereceğinin farkında mısınız? O halde dünyanın gözünü kapatmasına, göz yummayın!"
Fasulye
16 Haziran 2008 Pazartesi
SÖZDEN ÖTESİ...

1992 yılında Ron Fricke yönetmenliğinde ve Mark Magidson yapımcılığında yaratılan Kanada yapımı BARAKA belgeseli 6 farklı kıtada yer alan 24 ülkede tam 5 yıl boyunca yapılan çekimler sonucu bir araya getirilmiş, etkileyici yaşam ve doğa görüntülerinden oluşmaktadır. Başlangıçta herhangi bir kurgusu veya senaryo düşünülmeden rastgele serpiştirilmiş görüntülerden oluştuğunu düşündüren belgelesel insan, yaşam ve doğa üzerine kurgulanmış oldukça etkileyici bir 96 dakika yaşatıyor..
THE HOST OF SERAPHIM - DEAD CAN DANCE
Ülkemizde "Yaşamın Soluğu" ismiyle gösterilen belgeselin orjinal adı olan "Baraka" da zaten Tasavvuf dilinde de bu anlama geliyor. Dilimizde küçük sığınak anlamına gelen baraka kelimesi ve belgesel bir araya geldiğinde ise "Tanrı'nın sığınağı" ismini yakıştırdım bende kendimce belgesele.. Kaynaklarını tüketmekte olduğumuz ve oluşumundan bu güne Tanrı'nın, adına yaşam denilen yolculuğu tamamlamamız için gönderiği ve bizi gözetip ve kolladığı sığınak..
Yaşamın soluğu sadece tasavvufda değil doğu felsefe ve öğretilerinin pek çoğunun da ilham kaynağı.. Tanrının nefesi, evrenin enerjisi gibi pek çok farklı şekillerde algılanmış olsa da yüzyıllardır medeniyetlerin ve dinlerin tarihlerinde yer edinmiş bir kavram. Kendi nefesimizi bile duymadan yaşayıp durduğumuz dünyamızda yaşamın soluğunu hissederek yaşamayı umarım hepimiz bir gün öğreniriz.
"Kimseden doğduğu kişiliğiyle, ölmesi beklenemez"Fasulye
9 Haziran 2008 Pazartesi
ÖLMEMEK İÇİN GREVE GİDİYORLAR!

Tuzla Tershaneler Bölgesi'nde yaşanan olaylar artık can güvenliği kalmayan ağır sanayii bölgesinde çalışanların hayatta kalma mücadelesine dönüştü.
Son olarak Selahattin Arslan Tersanesi'ne bağlı Bektaş Boru Taşeron Şirketi'nde borucu olarak çalışan İhsan Turhan adlı boru montajcısının, üzerine kapak düşmesi sonucu yaşamını yitirmesi ile iyice gerilen sinirler, kaybedilenler listesinin 82'ye ulaşmasına neden olurken, bölgede görev yapanların da 16 Haziran 2008 tarihinde hayatta kalabilmek için greve gitme kararı almalarına neden oldu.
Çalışma koşullarının ağırlığı yetmiyormuş gibi, haftasonu tatili veya düzenli iş saatlerine bile sahip olmayan işçiler ağır sanayii bölgelerinde alınması gereken herhangi bir güvenlik önlemlerinin çoğu dikkate alınmadığı için canlarını tehlikeye atarak ekmek parası peşinde koşuyorlar.
Zaten yaşam şartlarının yeterince zor olduğu ve giderek de zorlaştırıldığı ülkemizde neredeyse alıştığımız vurdumduymazlıklardan biri yıllardır bu bölgemizde de yaşanıyor. 2007 yılında gerçekleşen kazaların ardından işçiler isteklerini aşağıdaki gibi sıralamışlarsada bu güne kadar herhangi bir tedbir alınmadığı ve işveren duyarlılığına rastlanamadığından kazalar bugün 82 canı almış ve 82 ailenin hayatında tuzla bir mezar olarak yerini almıştır.
Tersane işçilerinin talepleri
İş sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri alınsın,
Ücretler ve sigorta primleri ana firma tarafından ödensin,
Taşeronlaştırma kaldırılsın, herkese kadro hakkı tanınsın,
Yevmiyeci işçiliğe son verilsin,
Servis hakkı verilsin,
7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası olsun
Hergün bürolarında, evlerinde, okullarında can güvenliği içinde çalışan bizler Tuzla'daki işçi kardeşlerimize buradan destek veriyoruz. Yaşama hakları kısıtlanan bu insanların sesini lütfen duyun. Ne başka ölümler olsun, ne başka ocaklar sönsün.. İnsanca yaşamak ve insanca haklara sahip olmak hepimizin hakkı..
Bu ülkeyi ve bu ülkenin vatandaşlarını korumak hepimizin görevi.. Kendi kendimizi yok etmemize sebep olanlara göz yummayalım..
TUZLADA YAŞAMA HAKKI İSTEYEN İŞÇİ KARDEŞLERİMİZ 16 HAZİRANDA HEPİMİZ SİZLERLEYİZ..
YA ELMA DÜŞMESEYDİ?

"Dünya beni nasıl görecek bilemem. Ancak ben kendimi önümde keşfedilmemiş gerçek okyanus duruken; kıyıda oyalanan ve sırasında daha parlak bir çakıltaşı, sırasında da daha güzel bir deniz kabuğu bulan bir çocuk gibi görüyorum." - Newton
Hemen herkesçe bilinen bir espriye göre elmaların ağaçlarından yere düştüklerini ilk keşfeden Newton olmuş. Espri bir yana Newton gibi büyük bilimadanları hepimizin günlük hayatımızda karşılaşıp, üzerinde fazla durmadığımız olayları bilimsel bir merak ve metotla ele alıp, bunlardan içinde yaşadığımız evren hakkında genel sonuçlara varabilen şaşırtıcı insanlardır. Bu espri kadar yaygın olarak, bilinmese de Newton'un hayatımızda önemli yerleri olan pek çok buluşu ve keşfi vardır. Lise eğitimi almış olanlar, fizik dersleri sırasında Newton'un Mekanik Kanunlarıyla, Evrensel Çekim Kanunuyla tanışmış, matematik dersinde ise Newton tarafından bulunmuş olan binom açılımını kullanmışlardır. Su ile çalışan elektrik santrallerinin inşaasında Newton sayısı olarak isimlendirilmiş olan bir parametreyi kullanan mühendisler için de Newton ismi yabancı değildir. Optikte ise yine kendi ismiyle anılan Newton saçakları ile tanınır. Evrene "Newton'un gözüyle bakıyoruz" demek de yanlış olmaz. Çünkü bugün astronomlar Newton'un fikirlerine dayanarak yapılmış olan yansıtmalı teleskoplarla gökyüzünü tarıyorlar.
Daha çok uzaması mümkün olan bu listeye son olarak Newton'un az bilinmesine rağmen bize en yakın buluşunu ilave etmekle yetinelim. Newton,dan önce paralar günümüzde olduğu gibi yazılı ve resimli yüzleri olan ama çevrelerinde deşikler, izler taşımayan, genellikle de değerli madenlerden kesilen ince diskler şeklinde yapılırdı. Zamanın uyanık bankerleri, altın paraları çevrelerinden farkedilmesi zor bir biçimde keserek kasalarındaki pek çok altına yenilerini katma yoluna gittiler.
Kanunlar para hırsı karşısında yetersiz kalmaktaydı. Newton Londra Darphane Müdürlüğü'ne getirildiği yıl bu probleme bir çözüm bulmayı başardı. Madeni paraların basımı işlemi sırasında kenarlarına deşikler atacak bir alet icat etti. Günümüzde her ne kadar paralar altından yapılmıyorsa da, taklitlerine mani olmak amacıyla tüm devletler aynı fikri uygulamaktalar. Ne var ki uyanık bankerlerde paralarına para katmanın değişik metotlarını geliştirmekten geri durmadılar. Newton ismini yanlız bilim ve mühendislik alanında değil, İngiliz parlementeri olarak politakada ve İngiliz Bilimler Akademisi başkanlığıyla yöneticilikte de başarıyla duyurdu.
...
Kaynak : Popüler Bilim, Mart 1996 , Sayı 28, Sayfa 9
TÜRKİYE DEVLETİ, ÜLKESİ VE MİLLETİYLE BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR - T.C. ANAYASASI
Kanun No. : 2709 Kabul Tarihi : 7.11.1982
BAŞLANGIÇ (Değişik: 23.7.1995-4121/1 md.)
Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;
Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
(Değişik: 3.10.2001-4709/1 md.) Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.
BİRİNCİ KISIM
Genel Esaslar
I. Devletin şekli
MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
strong>II. Cumhuriyetin nitelikleri
MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti
MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.
IV. Değiştirilemeyecek hükümler
MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
V. Devletin temel amaç ve görevleri
MADDE 5. – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
VI. Egemenlik
MADDE 6. – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
VII. Yasama yetkisi
MADDE 7. – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.
VIII. Yürütme yetkisi ve görevi
MADDE 8. – Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.
IX. Yargı yetkisi
MADDE 9. – Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.
X. Kanun önünde eşitlik
MADDE 10. – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek: 7.5.2004-5170/1 md.)Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
(Değişik: 9.2.2008-5735/1 md.) Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
MADDE 11. – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
Temel Haklar ve Ödevler
BİRİNCİ BÖLÜM
I. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği
MADDE 12. – Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.
II. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması
MADDE 13. – (Değişik: 3.10.2001-4709/2 md.) Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
III. Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması
MADDE 14. – (Değişik: 3.10.2001-4709/3 md.) Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.
IV. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması
MADDE 15. – Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
(Değişik: 7.5.2004-5170/2 md.)Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
PANTOLON PAÇALARINIZI ÇORAPLARINIZA SOKUN!

Şimdi de piyasada bulunan domatesler can almadan önce önlemler almamız gerekiyor, çünkü neden, kakalayamadık, elimizde patladı, ne yapacağız iç piyasaya sunacağız, niye... bize bişi olmaz ondan.. Ha ya olursa diye korkuyorsanız ne yapacaksınız.. O zaman domatesi yıkayacaksınız, sonra sirkeli suda bekleteceksiniz, o da olmaz kabuklarını da soyacaksınız, ama bi de suların kirliliği var tabi.. şimdi bu yıkama işlemini çeşme suyu ile yaparsanız olmaz.. niye kızılırmağın suyunda mikrop var.. mazallah yağmurdan kaçarken, doluya tutulursunuz. Yani bi domates yiyeceğim diye kırk takla atmak istemiyorsanız o zaman bahçenize domates ekeceksiniz. Varsa tabi.. yoksa saksıya.. Ha diyelim bahçenize domates ektiniz.. Aman dikkatli olun kene var.. Hah işte o noktada pantolon paçaları çorap içine girecek..
Marul yemek istiyorsanız onu da aldıktan sonra, önce dışındaki bi kaç kat yaprağını koparıp atacaksınız, kaldı mı elinizde bi avuç marul, hah tamam, sonra yıkayacaksınız, (çeşme suyu tehlikesini atlamıyoruz) sonra sirkeli suda bekleteceksiniz.. Sonra gine yıkacaksınız.. Maruldan geriye hala bir şey kaldıysa afiyet olsun.. yok hışırı çıktı bu artık yenmez diyorsanız çöpe atacaksınız..
İşte böyle böyle iç piyasadan bu pisliği temizleyip atacağız.. Napıcaz tekrar edelim, alıcaz, yıkayacağız, atacağız. Efendim vitamini mi? ne vitamini kardeşim. Hormon var ya bi de zaten.. Vitamamini ordan alıcaz, bi de çoraplarımızı çıkartmayacağız. Atalarımız ne demiş, ayağını sıcak tut, başını serin.
Keramet çorapta yani unutmayın.. Hatta ben diyorum ki.. domatesleri, marulları da çoraplarımıza sokalım, hem keneden kurtulalım hem domatesten..
Amaan ne gam, benim milletim bırakmış pantolonun paçasını, çorabı bi tarafa, gömmüş kafasını kuma.. Bundan gayri çözüm mü olurmuş derde tasaya..
Sağlam kafa sağlam vücutta bulunuya ya hani..Boşverin hepsi hava civa..

BİR İNSANI NEDEN SEVERSİN GÜZEL KARDEŞİM?

1. Anneniz, babanız, kız kardeşiniz, amcanız teyzeniz vb gibi yakın ilişkide bulunduğunuz bir insandır.
2. Çocuğunuzdur canınızdan candır.
3. Eş, dost, ahbaptır paylaşımınız vardır, anlayışınız vardır, geçmişiniz vardır.
4. Ünlü/ünsüz biridir, hayransınızdır. İdolünüzdür. Olmak istediğinizdir.
5. Aşıksınızdır.
6. Alışkanlığınızdır.
7. Gönül borcunuz vardır.
8. O da sizi seviyordur.
Aklıma ilk gelenler bunlar. Ancak asıl sormak istediğim iki cins arasındaki sevgi aşk/meşk muhabbeti değil. Aileden biri hiç değil.. Herhangi biri.. Hatta öyle biri ki hayatınız boyunca hiç yüzyüze gelmemişsiniz, iki kelam etmemişsiniz.
Niye seviyorum biliyor musunuz?
1. Gönül borcum, vatan borcum var
2. İdolüm, kahramanım, olmak istediğim, olmasını istediğim, doğrularım, örnek alınacaklarım, değerim
3. O da bu milleti seviyor, bu ülkeyi seviyor.. Hayatını adayacak kadar seviyor..
Kevser Çakır: Bir tane fotoğrafı var evet. Evet, seviyorum ve saygı duyuyorum.
Nuray Bezirgan: Tabii ki. Önyargınızın temelinde 85 yıldır yürütülen laik sistemin dayatmalarının olduğunu düşünüyorum. Biz hiçbir zaman özgür olamadık. Hiçbir zaman kendimizi ifade edemedik. Siz hiçbir zaman başörtülü bir hakim tarafından yargılanmadınız. Dolayısıyla bu şekilde düşünüyorsunuz.
Fatih Altaylı: Senin rejimden istediğin ne? Üniversiteye gitmen, kamusal alanda görev yapman dışında ne isteğin var?
(Baş örtüsü benim Anadolu Kadınımın en güzel süsüdür.. Ama Zihin örtüsü ne benim ülkemin kadınına yakışır ne de herhangi bir insana)
4 Haziran 2008 Çarşamba
LAVABO MU, TUVALET Mİ, YOKSA NE?

Ne yaptım hemen bir araştırma içine girdim bu uyarının ardından ve bakın bakalım nerelere vardım.
"Üzerinde sıcak ve soğuk su muslukları bulunan porselen, emaye ve sacdan yapılmış el, yüz, bulaşık yıkamaya yarar yer..." (nedir.net)
"El, yüz yıkamada kullanılan su akıtma yeridir. Bir hazneden oluşan lavabo boşaltma deliği, sabunluk, taşıma deliği ve bazı tiplerde musluk deliği bulunur." (İnşaat Mühendisliği Terimleri Sözlüğü"
"fransızca bir kelime.kutsal perşembe ayinlerinde rahibin elini yıkadığı kaseye verilen ad." (nedir.net)
Şimdi ben söylemesi ayıptır tuvaletim geldiğinde, bunlardan birine gidince mi daha kibar olurum, yoksa bildiğimiz helaya gidip de ben aslında lavaboya gittim deyince mi daha kibar olurum bilemedim. Hayır yani şu tarif edilenlerin birinin tepesine çıkıp da tuvalet yapmak baya bi zorlar adamı diyorum. Verilen son tanımdaki kaseyi hiç düşünmek bile istemiyorum hatta.. Ama bu arama sırasında epeyce eğlendiğimi de itiraf etmek istiyorum, gerek gözümde canlanan karikatürize görüntüler, gerekse okuduklarımla..
Lavabo ile ilgili aramalarımda bulduğum diğer renklere bir göz atalım. Önce rüyanızda lavabo görürseniz ne olur öğrenelim.
"Bilinen lavabo süfli kadına, bilinmeyeni ise zina yapan kadına, Tıkanmış lavabo idrar yapmakta zorluk çekmeye delalet eder.Temiz, güzel lavabo başarı ve yükselmedir. Pis lavabo da başarısızlıktır.Rüyada lavabo gören, çok titiz ve temiz bir kimsedir. Bir baska rivayete görede: Rüyada lavabo, süflî(basit bir) hizmetçiye ya da süflî hanima isarettir. Bilmedigi lavabo, zina eden bir kadindir. Lavabonuzun kapandigini gören kimsenin idrar yapmasi güçlesir." (nekibu.com Rüya Tabirleri"
Yetmedi falınızda çıkarsa ne olur onuda öğrenmeden geçmeyelim.
"Şimdiye dek yaptığınız iyiliklerin nihayet karşılığını alacaksınız" (myburc.com kahve falı)
Bunları da bilmek de faide var tabi.. İnsan ne zaman rüyasında lavabo göreceğini, ne zaman bi fincanın dibinde lavabo ile yüzleşeceğini bilemez. Yanlız dikkat ederseniz rüyada görülen lavabo sosyetik bir duruma delalet etmekte ve direkt tuvalet anlamında kullanılmaktadır. Eğer rüyanızda el yıkanan bir lavabo görürseniz, o halde üstünüz açık uyumuşsunuz demektir ve yoruma sığmaz.
Bulduklarım bu kadar değil, bakın daha neler öğrendim bir de lavabo hakkında ;
"İçi suyla lavabonun deliği açılınca suyun sağa doğru(saat yönünde) dönerek boşalmasının sebebi nedir? Güney yarım kürede, saat yönünün tersine boşaldığını ve ekvator da dönmeden boşaldığını duydum nedeni nedir? Bunun nedeni Coriolis kuvveti olarak bilinen eylemsizlik kuvveti. Buna göre, dönen bir referans sistemine Newton'ın klasik hareket yasaları uygulandığında bir iç kuvvetin ya da eylemsizlik kuvvetinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Bu kuvvet, referans sistemi saat yönünde dönerken cismin soluna doğru, saat yönünün tersine doğru dönerken de sağına doğru etkir. Bir başka deyişle Coriolis kuvveti, dönen bir koordinat sistemi içinde hareket eden bir nesnenin yörüngesinde görünürde bir sapmaya yol açar. Nesne gerçekte yörüngesinden sapmaz ama koordinat sisteminin hareketinin etkisiyle sapıyor gibi görünür.Yerküre üzerinde kuzey-güney doğrultusunda, yani boylam çizgisi boyunca hareket eden bir nesne, kuzey yarıkürede sağa doğru, güney yarıkürede de sola doğru görünürde bir sapmaya uğrar. Bunun ilk nedeni, Dünya'nın doğuya doğru dönmesi, diğer nedeni de yer üzerindeki bir noktanın teğetsel hızının noktanın enleminin bir fonksiyonu olması. Bu hız kutuplarda sıfır, ekvatordaysa maksimumdur. Dolayısıyla bu kuvvet, birçok başka şeyi olduğu gibi okyanus akıntıları gibi akıntıları da etkiler." (megabul.com)
Lavabo hakkında bu kadar kültür edindikten sonra, tuvalet nedir diye düşünmeden edemedim tabi bir kısa arama da onun için yaptım. Bu arada anladım ki lavabonun alfranga, alaturka diye bir ayırımı yok, o ööle "unitoilet" bi isim. Ama lavabo değil de tuvalet konusuna gelecekseniz o zaman alafranga, alaturka diyeceksiniz.. Dahası demek için bir de (bilmiyorsanız) bu kelimelerin anlamlarını irdeleyeceksiniz. Ben de bu konudan daha nerelere varacağım durun bakalım.
"'toilette' Fransızcada kadın giyim ve donanımının genel ismi olarak kullanılırken (18.yy) 19. yy.da giyim ve makyaj odası anlamında kullanılmış. 'Helâ' anlamıyla kullanımı 20. yüzyılın başlarınada yani daha yeni.. Türkçeyede 1916 yılında girmiş bir kelime.. "(nedir.antoloji.com)
Buyrun bakalım aslında tuvalet de, tuvalet eyleminin yapılması anlamına gelmiyormuş.. Biz lavabo denir miyi tartışırken, hatta tuvalet yapmak da bu durumda bizim yaptığımız iş anlamına gelmiyormuş. Di bakali noolcak?
Şimdi bir başka tanıma bakıyoruz.
"tuvalet, abdest bozulan yer" (tanimla.com)"
İyice kafam karıştı, demek ki tuvalet yapmadan önce abdest alacağız ki, yaptığımız işin adı abdest bozma olsun, mazallah abdestsiz yaparsanız o zaman adı ne olur onu araştırmaya benim ömrüm yetmez herhalde..
Hela nedir?
Şimdi şunu anladım, lavabo değil, tuvalet değil, 0 zaman eskilerin dediği gibi "hela" diyeceğiz başka yolu yok. Durun merak ettim "hela" ne demekmiş acaba? Evet ilk bilgi helaların da alaturkası, alafrangası yok, ancak umumi ve umumi olmayanı var. Hela ile ilgili tanımların hemen hepsinde şu kelime yazıyor "Tuvalet". Daha bir şey demiyorum. Ben bu işin içinden çıkamadım. Ancak bu araştırmamın sonunda bir şey daha öğrendim ki onuda sizerle paylaşmadan geçemeyeceğim. Bu bilgiyi vehbitulek.com adresinden aldım umarım paylaştığım için bana kızmaz.
"FRANSIZLARA TUVALETİ BİZ ÖĞRETTİK
Paris’teki Versailles Sarayı’nda o gün iğne atsanız yere düşmez. Salonları dolduranların kalp atışları, nerede ise pencere camlarını zangırdatır. Kral 14. Louis ve eşi ile başbakanı yerlerini almışlar. Perukları pudralı şövalyeler ve dekolte elbiseli asilzâde düşkünü madamlar sıra sıra dizilmişler. Ortalıkta “çıt” çıkmıyor. Birisi bekleniyor. Hele başbakanın arkasında sarı benizli adam, bozuk bir saat gibi.
Laf değil, Paris’e ilk Osmanlı elçisi geliyor. Kendisine iki gün evvel, “Huzura kabul edileceksiniz...” demişler. Dudak bükmüş ve:— Biz kabul edilmeyiz, çıkarız... diye cevaplamış. Elçiler, elbette karşılıklı gider gelirler. İlk Fransız elçisi Jean De la Foret İstanbul’a 1534’te gelmiş. Kralının Türk Sultanı tarafından korunmasını istemiş.
Bilirsiniz hikâyeyi. Biz Paris’e elçi göndermeye gerek görmemişiz. Aradan 84 yıl geçmiş de, o zaman göndermeyi kabullenmişiz. Sebebi, zevkine doyulur gibi değildir.
O günün elçi hazretleri Baron de Sanay Kudüs’e kadar uzanmış. Orada kiliselere müdâhale etmiş. Yani içişlerimize burnunu sokmuş. İstanbul’a dönünce, bu densizliğine cevap olarak kendisini 15 gün Yedikule Zindanı’nda hapsetmişiz. Elçi zindandan çıkınca soluğu Paris’te almış.. Fransa Kralı, “Acaba Türkler af dilerler mi?” diye meraklanıp sual eylemiş. “Olur...” demişiz. Ve işte dostlar, 35 yaşının içindeki ilk elçimiz Hüseyin Çavuş, Paris’e bu sebeple gönderilmiş. Biz ki cihan devletiyizdir. Özür dilemeyi kabullenmişizdir. Vay, vay, vay...
Ve kapı açılır. Hüseyin Çavuş girer içeri. Bir uğultudur başlar. Hatta kral bile bir an ayağa kalkar. Saraydaki âdet odur ki, huzura girmeden kılıç dışarda bırakılır, hançer bile belden çıkartılır... Oysa bir de bakarlar ki, o gülle endam Hüseyin Çavuş’un; sarı, eflatun, ipek ve atlas kaftanının altından yatağanının ucu boy verir bakarlar ki Hüseyin Çavuş’un sol eli murassa kuşağının üzerindeki hançerine pençelenmiş. Kavuğunun altındaki erkek çehresi ki, bıyıkları şâha kalkmış küheylan yelesi misâli. Yürür, yürür. Sadece başı ile selâm verir. Ardında renk renk cepkenleri, sarı ve kırmızı çizmeleriyle kendisini tâkip eden yeniçeriler ve sipahiler bir kâğıt verirler eline. Başbakan Richelieu almak için uzanır. Vermez. Padişah’ın nâmesini krala uzatır. Frenkçeye çevirirler.
O zaman perukalı kral:— Peki amma, diye sorar, burada sadece sultanınızı temsil ettiğiniz yazılı. Özür dilemekten bahis yok... Hüseyin Çavuş’un dudaklarına bahar yeşili, seher esintili bir tebessüm yayılır. Der ki:— O da var. Onu da ben söyleyeceğim.
Cihan sultanının emri nâmede okunmaz, dinlenir sadece. Ve ilâve eder: İstanbul’daki adamınızın haddini aşması sonunda hapsolunmasına karşılık özür dilenmek dilemişiniz. Biline ki, bundan sonraki elçileriniz aynı hataya düşmedikleri takdirde hapsedilmeyeceklerdir. Kralın, asilzâdelerin ve madamların pudralı perukları Akıncı Beyi’ne toslamış şövalye zırhı gibi lime limeleşir. Bilirsiniz sanırım. Elçimiz Paris’e bu kabul merâsiminden üç ay evvel gelmiş. Oysa o salonda çınar endam boy verişi, 29 Aralık 1618 günüdür. Kral bir bina vermiş kendisine. Hâlâ o eski binadır asıl büyükelçiliğimiz. Şânına layık bir yapı. Ama, diklenmiş Hüseyin Çavuş:— Olmaz demiş, nerede o binanın helâsı?..O zaman Fransa’da kralın sarayında bile hela yok. Hemen o gün, önce hela nedir öğrenmişler ve sonra da binanın helasını yapmışlar. Paris’teki evlere tuvalet konması gibi bir usûlü, biz öğretmişiz kendilerine... İhtiyaçlarını görmek için oturak kullanmaktan vazgeçmeleri nice zor gelmiş onlara... Ama vermişiz o devlet ve tuvalet dersini... 380 yıl geçmiş aradan, geçmiş zaman olur ki.. " (vehbitulek.com)
ya işte böyle.. Bu gün kendini medeni sayan ülkeler meğersem bu helayı bizden öğrenmişler de, biz de kalkmış hela demeyi ayıp saymış, tuvalet, ve hatta fransızcadan dilimize geçen lavabo, tuvalet gibi binbir kelime kopyalamışız..
Bu arada hela ile ilgili araştırma yaparken bir de aşağıdaki yazıya rastladım. Bu yakında başımıza gelebilir diye düşündüğümden hepinizi bir uyarayım istedim.
"İDRAR VERGİSİ
Roma medeniyetinin pislikle haşır neşir olduğu dönemler… Helâ nedir pek bilinmediği için, insanlar sıkıştıkları yerde ihtiyaçlarını gidermenin çarelerini arıyor. O yüzden, başta Roma olmak üzere, bütün şehirlerin ara sokakları burun deliğini sızlatan kokular saçmakta.
Ama sokakların nispeten temiz kalmasını sağlamak üzere tedbir düşünülmüş. Bu da, belirli köşelere yerleştirilen büyük toprak küpler… Gelip geçenler, su dökmek isterse onlara yöneliyor.
Bu küpler, kontrol altında… Bir takım adamlar dolanları alıyor, yerine boşlarını alıp gidiyorlar. Peki, uzak bir yere dökmek için mi? Hayır… Toplanan idrarın çoğunu kumaş ve deri imalathanelerinde, kalan kısmını da ziraatta kullanmak için. Çünkü idrarın bileşimindeki amonyak, derileri ve dokunan kumaşları temizleyip beyazlatıyor, tarlada da gübre yerine geçiyor.
Şimdi, işin en çarpıcı yanına geliyoruz.
Bir vergi tahsildarının oğlu olan İmparator Vespasianus, herhalde baba mesleğinden aldığı ilhamla olacak, o günlerde bir garip buluşa imzasını atıvermişti. Bundan böyle, idrar toplama yetki belgesi olanlar, devlete her yıl belirli miktarda vergi ödeyeceklerdi.
Daha sonra babasının tahtında oturacak olan Titus, bu iradeyi hoş karşılamayan, ayıp bulanlar arasındaydı. Nitekim bir gün görüşünü açıkça dile getirdi; ama sert tepkiyle karşılaştı. Vespasianus, idrar vergisinden toplanan paraları onun burnuna uzatıp öfkeyle bağıracaktı.
“Kokla bakalım, idrar kokusu var mı bunlarda?... Para paradır! Nereden geldiği hiç önemli değil…”" (yesilpinargazetesi.com)
lavabo isim (l ince okunur) Fransızca lavabo
1 . Üzerinde su muslukları bulunan, porselen, emaye, sac vb.nden yapılmış, el, yüz, bulaşık yıkamaya yarar, çukur yer veya eşya: "Lavabonun kırık aynasında saçlarını taradı."- H. Taner.
2 . Ayakyolu, hela, yüznumara, tuvalet.
3 . mecaz Lokanta, gar vb. yerlerde bu düzenin bulunduğu yer.
tuvalet isim Fransızca toilette
1 . Yıkanma, tıraş olma, giyinme, süslenme, taranma işi: "Başımı, tuvaletimi ve makyajımı bile ezbere yapacağım, aynada kendi yüzümü görmeyeceğim."- P. Safa.
2 . Abiye: "Asıl mühimi oyun için bir giyecek şey, yeni, açık bir tuvalet."- T. Buğra.
3 . Vücut temizliği ve bakımı için gereken nesne.
4 . Sidik veya dışkı.
5 . İnsanın dışkısıyla idrarını boşalttığı yer, abdesthane, ayakyolu, yüznumara, hela, kenef, memişhane, kademhane: "Nerede ise herkesi belediyenin tuvalet çukurlarına kadar takip edeceksiniz."- F. R. Atay.
hela isim (hela:, l ince okunur) Arapça
Kalın sağlıcakla
Fasulye
ANLATASIM VAR ABİ!

- Anlamaya çalışıyorum
- Neyi?
- Seni
- O kadar anlaşılmaz biri miyim?
- Her zaman değil
- Neden anlamadığında bana sormuyorsun?
- O zaman keşfetmenin ne tadı kalır..
Geçenlerde bir forum başlığı açayım dedim, ama ortamı hiç tanımadığım ortaya çıktı ve vazgeçtim. Acemilik işte zamanla öğrenicem. Forumun başlığı şöyleydi "Neden blog yazıyorsunuz?" Oysa sadece yanıtlamak istediğim bir soruydu belki.. Taa ki "Acı var mı, acı?" sorusuyla ünlenen Reha Muhtar tarzı bir şey sorduğumu anlayana kadar.. Haklıydı insanlar hergelenin (hergele diil her gelenin) sorabileceği tarzda acayip sıradan bi soruydu aslında ama, benim o anki ruh halim " anlatasım var abi" olduğundan bunu düşünemedim. Hoş zaten anlatasım gelenleri yazacağım yer bu blog iken, ne diye gidip "abilerim, ablalarım" moduna geçtim bilinmez. Neyse bir hevesti geldi geçti peh peh peh..
Şimdi kendi çöplüğümde öteceğim bu yüzden, çünkü "naparsın abi, içimde kaldı" yani...
Bir an kendimi şöyle hayal ettim ; bir meyhane masasında sarhoşum, kolumu yanımdakinin omuzuna atmış, şöyle diyorum : "Biliyo musun abi ben nie blog yazıyorum?" Arkadaş zor kaldırdığı gözkapaklarının altından bakıyor ve sarsılarak soruyor "Nie abi?".
Durun durun bu tarz hoşuma gitti. Arkadaşın adı Şefik olsun.
"Bak şindi Şefik abi, bazen böyle içimden geçen her şeyi demek istiyorum da, olmuyor abi.."
"Niye abi?"
"Olmuyor, çünkü bir ünlümüzün de dediği gibi sen ne anlatırsan anlat, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır da ondan Şefik"
"Niye abi?"
"Niyesi var mı koçum, herkese içinden geçen her şeyi döktün mü olmuyor işte... Bazen öyle kimliksiz laflar etmek istiyo insan..Yani öyle kimliksiz derken, boş laf manasında değil, hedefi olmayan laflar yani, kuru sıkı salllamak, sesli düşünmek gibi bişiy.. Ya da hedef olmak istemiyorsun belki.. Şimdi benim bi blogum var annadın mı? Canımın istediğini yazıyorum, kimse bilmiyo kim ediyo o lafları"
"Niye abi?"
"Olm kim yazıyo bilirlerse hedef oluyon çünkü, yaralanıyo insan bazen. Aslında sahip çıkmak istemediğinden değil yazdıklarıma, nedense işte serbest atış oluyo, menzili geniş tutabiliyosun, konu komşunun diline dolanmıyosun falan, bi nevi maskeli balo yani. Taraf olan kimse yok bi defa, önyargı yok izleyici kitlende. Niye? Çünkü kimlik yok, ne bilecek adam ben hıyarın teki miyim, itin biri miyim.. Mahremimi döküyorum işte..Gariptir yine bir yerde taraftar buluyorsun kendine. Senden ayrı bişiy oluyo o yazılar. Ne kadar sana ait olduğunu sen biliyosun bi tek.. Ne biliim Şefik acayip bişi bu blog dünyası.. Şiişt Şefik uyudun mu koçum?"
"Yok abi, içiyorum"
"Ha iç iç, bak şimdi bloga yazıyorsun öyle gelen giden iki satır yorum yazıyo bi adamdan sayılıyorsun ya çok hoş oluyo. Ha adam diilmiyiz gerçekte.. Öyleyiz evelallah da yani senden habersiz, seni bilmeden, seni sevmeden ya da nefret etmeden yazıyo insanlar, in misin, cin misin, ırkın ne, rengin ne, cinsin cibiliyetin ne kimsenin haberi yok. Ama mesela gidip bi foruma yazdın mı olmuyo? Niye? Çünkü hedef oluyosun o zaman. Niye oluyorsun, O zaman cevap hakkı doğuyo çünkü, cevap istiyosun ki yazıyosun. E o zaman ne çıkarsa bahtına kabulleniyosun be Şefik.. Şefik senin blogun var mı?"
"Yok abi"
"Niye lan? Alalım sana da bi blog yaz dur"
"Yok abi ben yazamam, içiyorum ben"
"İç Şefik iç.. Keşfedilmek istiyo insan aslında bi yerde, hani anlatmadan anlaşılmak hesabı, İpin ucunu bi yakalayan olsa da, şu içimdekileri bi bulsa diyosun..Merak etse beni belki kim bilir? Bunları kim yazıyo dese mesela.. Belki onu bekliyoruz.. Yani tam böylemi anlatılır bilemedim şimdi..Şimdi hazır olanı, ortada olanı herkes görür alır, ama ya satır aralarını kim okur? Kim gerçekten anlar seni, onun mu peşindeyiz bilmiyorum. Şefik burnun kavuna giriyo oğlum kaldır şu kafanı"
"Tamam abi"
"Özgürlük bu herhalde ya.. Doya doya içini döküyosun, boşalıp rahatlıyosun bi yerde. Psikoloğa gitmek gibi bir şey.. İsteyene anlatılır, istemeyen dinlemez hesabı. Seviyorum ben bu blog işini Şefik, walahi de biilahi de seviyorum"
"Kimi abi?"
"Allah belanı versin Şefik, uyudun gene di mi? Hoop garson hesabı görelim"
Fasulyenin biri
2 Haziran 2008 Pazartesi
FAİDELİ BİLGİLER : NEDEN 4 FEET, 8.5 INÇ?
Çünkü bu tanklar fırlatma rampasına trenle gönderilmek zorundadır. Ve söz konusu tren yolu tünellerden geçmektedir. Tünellerin genişliği ise tren raylarının arasındaki genişlik olan 4 feet 8.5 inçten biraz fazladır.
Neden 4 feet, 8.5 inç ? Çünkü vaktiyle tren rayları İngiltere'de böyle yapılmıştır ve ABD demiryolları İngiliz göçmenler tarafından inşa edilmiştir.
Peki neden İngilizler bu genişliği kullanmışlar ? Çünkü ilk tren raylarını yapanlar eski tramvay yolu yapımcılarıdır ve tramvay yolunun genişliği tam olarak budur.
Tramvay rayları neden daha geniş değildir ? Çünkü bu ölçü vaktiyle at arabalarını yaparken kullanılan genişliktir.
* * *
Soru: At arabalarındaki tekerlekler arasında neden bu ölçü dikkate alınmış ? Çünkü çok eskiden beri İngiliz topraklarından gelip geçen araçlar bu ölçüyü ortaya çıkarmıştır. Arabalar için başka bir ölçü kullanıldığında tekerlekler engebeli arazi üzerinde kalmakta ve kısa sürede bozulmaktadır.
Bu eski yol izleri nasıl ortaya çıkmış ? derseniz...İngiltere'deki ilk uzun mesafeli yollar Roma İmparatorluğu tarafından kendi savaşçıları için açılmıştır.
* * *
Peki Romalılar'ın yol izleri neden bu ölçüdeymiş?
Çünkü Roma İmparatorluğu'nun ilk savaşçılarının arabaları yan yana getirilmiş iki atın çektiği araçlardır.
Ve iki atın poposunun genişliği 4 feet, 8.5 inçtir.
Sonuç olarak dünyadaki en gelişmiş ulaşım sisteminin füzelerinin dizaynı ikibin yıl önce yan yana getirilen iki atın popo genişliği ile belirlenmiştir.
Bu kuralı değiştirmek ise Ay'a giden, Mars'a gitme ve uzaya açılma planları yapan Amerikalı uzay aracı mühendislerinin bile harcı değildir.
NEDEN İNSANLAR ESKİ FOTOĞRAFLARDA DAHA GÜZEL GÖZÜKÜYOR

Eskiden özel günlerde falan fotoğraf çekilirmiş ya çünkü.. Öyle özel fotoğrafçıya gidilirmiş ailecek.. Haftalık resimler varmış o zamanlar, adına öyle denirmiş ama herhalde hafta da bir kez çekildiği için değildir. Fotojenik değilimdir Allah için (yani ben düzgünüm de resimlerde yamuk çıkıyorumun arapçası), ama bu kadar resimde de bir tane mi o eski fotoğraflarun asaleti olmaz canım.. Nesil mi bozuldu ne :)
O zamanlar insanların dışı da içleri kadar güzelmiş belki kimbilir.. Yüzlerine yansımış her birinin güzelliği, benim içim spastik olmalı ki resimlerde bu kadar spastik çıkıyorum..
İnsan nasıl ise fotoğrafda da öyle çıkar diyen olursa vururum biline..
"Aranıyor sahibi ruhumun,
Tam yerine mi düştüm..
...
Dört yanım akıllı, bir yanım deli...
Herkes akıllı, bir ben deli(Mor ve Ötesi)"
fasulye