30 Temmuz 2010 Cuma
Kıbrıs Tatili - Temmuz 2010
KUZUUM, NAAPANN ? :))
Bu yaz; kelimenin tam anlamı ile leyleği havada gördük :)
Eşim de ben de uzun zamandır tatil yapmamanın verdiği yorgunluğu ve keyifsizliği yaşıyorduk epeydir.
Üst üste gelen bu tatiller bize o kadar iyi geldi ki anlatamam… Zaten benim çok anlatmama gerek yok, fotoğraflar her şeyi anlatacak size :)
Yorucu Kilis gezisinin ardından, Erdek’te dinlenmiş ve inanılmaz güzel enerji depolamıştık aslında, annem sağ olsun bir hafta boyunca, benimde, yeni gelininde elini sıcak sudan soğuk suya değdirmedi :)
Döndükten birkaç gün sonra; “bu tatiller bizi bir yıl idare eder” diyorduk…
Sevgili Yaşar; arayıp; “itiraz istemiyorum, Cuma Kıbrıs’a gidiyoruz, benim davetlimsiniz” dediğinde ise sanki birkaç gün önce tatilden dönmüş olan biz değildik, içimizi tekrar tatil heyecanı kaplayıverdi :)
Hatta öyle bir heyecan ki bu, döndüğümüzden beri tekrar ne zaman gidebiliriz, en uygun uçak bileti ne zaman olur acaba, nerede kalırız diye internette dolaşıp duruyoruz, kısmet olursa bayramdan sonra tekrar gitmek niyetimiz, bakalım :)
Kıbrıs’a ikinci gidişim ve ilk gidişimde öyle kötü anılar ile ayrılmıştım ki; “bir daha asla gitmem” demiştim. Kaldığımız otel çok eski idi, personeli hatta tüm Kıbrıs halkı inanılmaz asık suratlı idi ve yemekleri hiç damak tadıma uymamıştı vs. vs.
Ama bu gidişimde bütün kötü düşüncelerim silindi, az önce dediğim gibi “tekrar ne zaman gideriz” hayalleri kurmaktayız :)
Düşüncelerimin değişmesinde otelin çok büyük etkisi oldu, bu nedenle Merit Crystal Cove Hotel’in tüm personeline buradan tekrar sevgilerimi gönderiyorum.
Birde bizi çok kaliteli bir rehberlik hizmeti ve güler yüz ile gezdiren taksi şoförümüz var tabi ki :)
Otel son derece konforlu ve yemekleri çok lezzetli idi.
Ama hepsinden önemlisi personelin tamamının, saygılı, cana yakın ve güler yüzlü olması idi.
Kendimi bir otel müşterisi gibi değil, çok değer verilen bir misafir gibi hissettim sürekli, e insan tatilde daha ne ister :)
İskelesi çok şık, denizi ise inanılmaz derecede temizdi.
Herkese gönül rahatlığı ile öneririm.
Odamızın manzarası ise muhteşemdi, günün her saati ayrı güzel fotoğraf veriyordu. Özellikle gün batımında ve gece…
Gün batımı manzaraları da yine balkonumuzdan, eşim hiç boş durmuyor, görüyorsunuz :)
Fotoğraflar arasından seçim yaparken o kadar zorlanıyorum ki her seferinde, hepsi birbirinden güzel…
Tatilimiz fazla uzun olmadığı için şehir turunu kısa tuttuk. Bellapais ve Mavi Köşk’e gittik, Maria’nın Küp Kebabı’nı yedik.
Tur belki kısa idi ama gittiğimiz iki yer de o kadar harikaydı ki, onları size ayrı ayrı yazılarda ve uzun uzun anlatmaya karar verdim :)
Bellapais Manastırı çevresindeki sokaklar.
Yalnızca Rum’ların oturduğu bir Rum mahallesindeki; Kilise…
Oldukça görkemliydi.
Yaşar Kıbrıs’a daha önce defalarca gittiği için, müthiş yerler keşfetmiş. Uzun süre Kıbrıs’ta yaşayan kişilerin bile duymadığı ya da gitmediği çok özel mekanlar.
Mavi Köşk bunlardan biriydi ve size uzun uzun anlatacağım Mavi Köşk’ü.
Diğeri de Maria’nın Küp Kebabı…
Yorgo Kasap Restoran; tam bir aile lokantası. Sahibi (muhtemelen Yorgo’nun eşi ya da kızı) her şeyle kendisi ilgileniyor, tüm yemeklerin hazırlanması, ekmeğin, yoğurdun, turşunun, zeytinin, zeytinyağının yapımı… Hepsi Maria’nın elinden.
Ayrıca çok ama çok güler yüzlü, Kıbrıs ile ilgili düşüncelerimi değiştirenler arasında o da var :)
Yemek öncesi gelen her şey o kadar lezzetliydi ki, anlatamam. Salatanın yağına ekmek banmak, mantar, turşu, kırma zeytin, off inanın şu anda yazarken bile ağzımın suları feci durumda :))
Hem önden gelenler ile büyük ölçüde doymuştuk, hem de Kıbrıs’ın sıcağında bu büyüklükteki bir eti nasıl yiyeceğiz endişesi vardı önce.
Ama etten bir lokma aldım ve nasıl bitti hatırlamıyorum… Üç saat boyunca toprak kapta ve ateşin içinde pişen bu et, çatalı değdirdiğiniz anda iplik iplik dağılıyordu.
Zaten ben çatalı falan bırakıp, elle yedim kendisini :)
***
Kıbrıs gezisi; genel hatları ile böyle.
Sonuç; ben artık Kıbrıs’ı çook seviyorum kuzuum, gene gidecek, hep gidecek ben :)
28 Temmuz 2010 Çarşamba
Erdek Tatili & 14-18 Temmuz 2010
KALBİMİN BİR PARÇASI HEP ORADA...
Erdek; benim için çok özel, çok anlamlı. Babamın, doğal olarak da benim memleketim.
Ve bana göre dünyanın en güzel tatil beldelerinden biri, üzgünüm objektif olamıyorum bu konuda :)
Hayatımın önemli bir bölümünü geçirdim Erdek’te. Her yaz okullar kapanır kapanmaz gider ve açılmasına neredeyse bir hafta kala dönerdik.
Bütün yaz sahilde tembellik eder, kağıt oynar, ölümüne midye dolma yer, akşam olup tatilciler gittiğinde bize kalan sahilde kano savaşları yapar, taş sektirir ve gündüz kalabalığında burun çevirdiğimiz denizde doya doya yüzerdik…
Çok şükür bugüne kadar sayısız yerde tatil yaptım, denize girdim ama hala Erdek’e adım attığımızda ilk dakikadan itibaren içimi bir heyecan kaplıyor.
Her sokağında, hatta her köşesinde ayrı bir anım olan bu tatil cennetinde; çay bahçesinde kahvaltı etmek, günün farklı saatlerinde sahilde uzun yürüyüşler yapmak, yağlı poğaça ve lahmacun yemek, eşsiz manzarası ile gün batımını izlemek, mütevazi eğlencelerine akmak :) hala çok mutlu ediyor beni.
Her yıl tatil anlamında nereye gidersek gidelim, birkaç gün de olsa Erdek’e de olsun planımızda istiyorum :)
Erdek’e çiçeği burnunda çiftimiz Hülya ve Orhan ile gittik. Aslında düğünden hemen sonra Bodrum’a balayına uğurlamıştık onları ama balayı dönüşü; “bize bu kadar tatil yetmedi” deyince ikisi de, bizde “hadi Erdek’e” gidelim o zaman dedik :)
İyi ki de demişiz, hem onlar için hem de bizim için inanılmaz güzel bir tatil oldu. Bütün gün sahilde tembellik edip, scrubbles oynadık, jet ski, hamburger ve sürat teknesi ile heyecan yaşadık, diyeti boş verip deliler gibi yemek ve dondurma yedik :) Gece İstanbul’u aratmayacak derecede başarılı ama fiyatları inanılmaz uygun olan eğlence mekanlarına gittik.
Bu arada mutlaka söylemeliyim, bir Erdek’li olarak bu yıl, ilk defa memleketim ile gurur duydum.
Erdek kendini inanılmaz geliştirmiş, sahile Bodrum, Alaçatı benzeri lüks plajlar yapılmış, Türkbükü tarzı uzun ayaklı sandalye, masa dekorları yapılmış, sahilin atıl durumda olan, yosunlar ve koku nedeniyle denize girilemeyen kısmı doldurularak, modern çay bahçeleri haline getirilmiş.
Gece canlı müzik yapan mekanlar her ayrıntısı ile dört dörtlüktü ve fiyatlar çok çok uygundu.
Dediğim gibi, gurur duydum bu yıl Erdek ile, eskiden Erdek deyince burun kıvıran, “oraya gideceğimize, başka yerler var gidilecek” diyerek beni üzen :( eşim bile; “ben sürekli gelmek isterim artık” dedi. :)
Akşamüstü neredeyse tüm Erdek sahile iniyor, kimisi çekirdeğini alıyor, kimisi rahat sandalyesini, şezlongunu…
Gün batımı Erdek’te bir başka güzel…
Güneş ağır ağır, nazlı nazlı batmaya başlar ve seyrine doyum olmaz…
Her bakış açısından ayrı güzel, ya da bana öyle geliyor :)
Denize girmek için en ideal saat, su pırıl pırıl cam gibi...
Muhteşemmm...
Kıyıların süsleri...
Abi, kardeş sevgisi...
Eskiden tüm seyyar satıcılar, gün boyunca kumsalda gezerek satış yaparlardı, ayakları yana yana :(
Şimdi onlarda çağ atlamışlar, kıyı kıyı gezerek satılıyor artık ürünler, hem ayakları yanmıyor hem de bence hoş bir görüntü oluşuyor...
Tatilimizin özeti :)
“Hünerli Bay” iş başında… :))
Tüm çabası; “En Güzel Anı” ve “Hünerli Bayanlar” için güzel kareler kazandırmak, dolayısı ile beni mutlu etmek adına…
27 Temmuz 2010 Salı
Kilis Gezisi & 30 Haziran-05 Temmuz 2010
KİLİS'LİYİZ, ACI DA TATLI DA BİZİM İŞİMİZ :)
Öncelikle itiraf ediyorum, bu sözü Kadıköy'de bir dükkanın tabelasında okudum ilk kez. Orijinali ise; "Antep'liyiz, acı da tatlı da bizim işimiz" idi. Ama ben eşimin memleketi olan Kilis'e göre değiştirdim, çok uzak değiller nasıl olsa :)
Kilis'e ilk kez gittim, eşimin kuzeninin düğünü vesile oldu.
Aslında gitmeden önce aklımda çok farklı bir gezi vardı, isterseniz önce planlarımı anlatmakla başlayayım, sonra da evdeki hesabın nasıl çarşıya uymadığını :(
Öncelikli planım; hem Kilis’i hem de Antep’i bir tam gün ayırarak baştan sona gezmek, kendi bücür fotoğraf makinem ile bol bol fotoğraf çekmekti.
Sonra bir tam gün; “nerede ne yenir” turu yapmak istiyordum, kendimi sizler için feda edip! gerekirse aynı gün içinde üç dört yer dolaşıp birçok lezzetin tadına bakmak ve yine fotoğraflamak.
Bir gün olmasa bile birkaç saat hanımlarla birlikte mutfağa girmek, onları yemek yaparken izlemek ve öğrenebildiğim kadar yöresel yemek tarifi ve püf noktaları kapmak.
Geceleri; bağ evinde yemek sonrası hamakta dinlenmek, tembellik etmek ve bıkana kadar okey oynamak :)
Bunlar hayallerimdi ve pek çoğu hayal olarak kaldı, çünkü daha biz gitmeden geçireceğimiz her gün, her saat, tatil köylerini aratmayacak derecede hassasiyetle programlanmıştı bile :)
Ne yapacağımız, nereye gideceğimiz, hangi gün, her öğünde, ne yiyeceğimiz belli idi hatta inanmayacaksınız belki ama tüm yiyecekler hazırlanıp, derin donduruculara yerleştirilmişti bile…
Sonraki günlerde her öğünde, sofrada en az elli altmış kişi olduğunu görünce, önceden hazırlanmanın ne kadar mantıklı olduğuna karar verdim :)
İlk gün; uçaktan iner inmez ve neredeyse sıfır uyku ile başladık maratona.
Mükellef kahvaltı, kahve keyfi ve gelin hamamı! İşte o hamam keyfi; benim bir yıllık stresimi, tüm negatif elektriğimi aldı götürdü, hücrelerime kadar dinlendim o birkaç saatte yedim, içtim ve göbek attım :) adı üstünde gelin hamamı!
Hemen her gün bir “günün esprisi” vardı, sürekli anlatıp güldüğümüz… O günün esprisi hamam sahibi hanımın benim olduğum kurnaya gelerek, musluğu kapatması ve “kapatalım da su bitmesin” demesi idi :) düşünün bendeki su keyfini :)
Gelin hamamı sonrası, meyan şerbeti, İskender ziyafeti ve ölümüne katmer yeme ile devam etti.
Sonra pasajlar gezildi, alışveriş yapıldı, -bu arada gün boyunca eşimi görmedim, nerede bilmiyorum- :)
Akşam bağ’a gidildi ve içli köfte ziyafeti çekildi.
Arkasından oyun havaları başladı ve ben o gün anladım ki burada düğün beş gün beş gece sürecek! :)
İkinci gün; kına gecesi telaşımız vardı. Gündüz eşimin akrabalarını gezdik, bol bol el öptük, sohbet ettik. Çocukluğunda her yıl en az iki üç ayını Kilis’te geçiren ama yıllardır gidemeyen eşim için çok duygulu anlar oldu ben de zaten gezentiyim değmeyin keyfimize :)
Akşam bütün ritüelleri ile; Kına Gecesi…
Üçüncü gün; tüm günler içinde nispeten tek sakin olanı. Rehberimiz kahvaltı sonrası; “serbest zaman” verdi :) Dün gidemediğimiz bazı akrabalar hızlıca görüldü, Fadıl'da baklava yendi ve hemen okey masasına oturuldu :) Dondurmalar, tatlılar kazanıldı ve zafer coşkusu ile akşam yemeğine bağ’a gidildi ve lahmacun, pide ziyafeti.
Arkasından yine oyun havaları ve düğüne devam :)
Dördüncü gün; büyük gün! Ülkenin, hatta dünyanın her yerinden tüm akrabaların orada olmasının nedeni; Düğün…
Kahvaltı sonrası, kahve keyfi ve tüm güne yayılan kuaför ve fotoğraf telaşları.
Ben baş nedime olarak :) sürekli güzel gelinimizin yanında idim, şekerim Burcu, kadar olmasa da, kendimce her anı fotoğrafladım, eşimden de geçer not aldım, daha ne isterim…
Düğünümüz her detayı ile muhteşem oldu, ama fotoğraf yok, bol bol hatta gecenin sonunda ayakkabıları çıkartana kadar oynamak var. :)
Beşinci gün; yine bağ’da, tüm detayları, ailenin en büyüğü Hayrettin amca tarafından hazırlanan mükellef kahvaltı ile başladık güne. Ömrümde yemediğim kadar lezzetli humus, menemen, tarçınlı ballı kaymak ve daha neler neler.
Sonra karaoke keyfi :), çimlerde güneş keyfi ve okey keyfi :)
Akşam; altı kişilik yemek masası büyüklüğündeki mangalda et, tavuk, ciğer, patlıcan kebabı ziyafeti…
Arkasından oyun havaları, düğün bitmez bizde :)
Altıncı gün; son günümüz :( kahvaltı sonrası, serbest zaman :)
Ben ufak bir çocuk gibi ayaklarımı yere vuruyorum artık, “cami gezemedim, tarihi yer gezemedim, sokakları gezemedim, lütfen ama lüütfeen” diye :)
Eşim acıyor halime tutuyor elimden ve iki saatlik sıkıştırılmış bir program uyguluyor :)
Bundan sonra göreceğiniz fotolar işte bu hızlı tur’dan…
Kilis sokaklarında tek hüzünlendiğim yerler işte bu boş sokaklar ve evler. Kilis halkı bu güzelim evleri terk etmiş, 250 m2 lik lüks apartman dairelerine taşınmışlar, tek tük oturanlarda pek ilgilenmiyor evleri ile.
Kendilerince haklılar elbet ama keşke bu evler ve sokaklar da korunsa, Safranbolu evleri gibi turizme açılsa, ne güzel olurdu.
Evlerin üzerindeki lekeleri, duvar yazılarını bilgisayarda sildim hep, keşke elimde sihirli bir değnek olsaydı da gerçekten tertemiz yapabilseydim hepsini :)
O kadar komik tabelalar gördüm ki, fotoğrafları düzenlerken neden sadece “burası satılık” olanı fotoğraflamışım, çok kızdım kendime!
“Gelin kaynana tişörtü”, “Bihter’in çay fincanı geldi” ilk aklıma gelenler :)
Hala ibadete açık olan Mevlevihane gerçekten büyüleyici. Özellikle duvarındaki yüzlerce yıldır silinmeden kalan Mevlevi figürü çok çarpıcı idi.
Burada annemin gayet safiyane bir şekilde söylediği söz de o günün esprisi oldu; “burası iyi güzelde, şöyle iyi bir badana istiyor” :)))
Peygamber efendimizin doktoru olduğu rivayet edilen; Hz.Muhammed Ensari'nin Türbesi.
Türbe günümüzde hala aktif, içeride tıbbı malzemeler var ve ayrıca hasta olan kişilerin içeride bir süre uyuduğu takdirde hastalığının iyileştiği söyleniyor.
Bize bu bilgileri veren beyefendide, bu türbede uyduğunu ve iyileştiğini söyledi…
Tekke (Tekye) Camisi de yüzyıllardır ayakta. İçi ayrı, dışı ayrı güzel…
Bahçesindeki şadırvanı, elli yıl önce eşimin bir akrabası yapmış, o zamanlar birkaç yıl içinde yıkılır demişler ama hala sapasağlam ayakta ve çok şık görünüyor bence…
Nerdeyse bin yıllık ama hala sapasağlam ve aktif olarak ibadet edilen muhteşem camiler var Kilis’te…
Kahke; nohut mayası ile yapılan çok özel ve buraya has bir kurabiye. Tatlısı da tuzlusu da nefis. Bolca satın aldım, belki yiye yiye formülünü çözer ve aynısından yapmayı becerebilirim diye :) “Bu lezzete en yakın ne var?” derseniz, evinize en yakın BİM markete gidin ve yağlı gevrek alın, benim son birkaç aydır bıkmadan yediğim, favorim kendisi :)
Kapanış fotoğrafı da bu muhteşem lezzet olsun, ağzımız tatlı olsun :)
Kilis’e giderseniz, bütün tatlıcıları, dondurmacıları es geçin, direk “Hacı Fadıloğulları” nı ziyaret edin!
Bu kadar da iddialı konuşuyorum.
Hayatımda yediğim ve belki de yiyebileceğim en lezzetli dondurmayı ve baklavayı burada yedim.
Deyim yerinde ise fıstık komasına girdim, dondurma ile ayıldım!
Muhteşemmmmmm ötesi….
***
Kilis gezimiz, muhteşem anılar, inanılmaz bir misafirperverlik, güleryüz, fazladan iki kg. :) ile sona erdi.
Bu misafirperverlik kısmını biraz açmak istiyorum yalnız, çünkü buradaki insanların enerjisine hayran oldum!
Ben on sekiz kişilik akraba grubunu ağırladığımda bile; “öncesi, sonrası ay çok yoruldum” derken, onlar günde üç öğün, ortalama ellişer kişiyi ağırladılar, hem de kusursuz bir organizasyon ile.
Hani bazen bir restorana gidersiniz, çok kalabalıktır ve bu nedenle garsona siparişinizi birkaç kez hatırlatmak zorunda kalırsınız, işte burada o bile yok :) İstediğiniz şey daha aklınızdan geçerken önünüze geliyor.
Sırayla, tıkır tıkır, tek bir aksama olmadan…
Her gecenin sonunda ise tek bir “of” yok, yüzlerde hep kocaman bir gülümseme ve “haydi oturmaya mı geldik” deyip, herkesten çok göbek atan, enerji deposu hanımlar.
Ne yiyorlar, ne içiyorlar, formülü nedir, en kısa zamanda tekrar gidip, öğreneceğim :)
Bu misafirperverlik kısmını biraz açmak istiyorum yalnız, çünkü buradaki insanların enerjisine hayran oldum!
Ben on sekiz kişilik akraba grubunu ağırladığımda bile; “öncesi, sonrası ay çok yoruldum” derken, onlar günde üç öğün, ortalama ellişer kişiyi ağırladılar, hem de kusursuz bir organizasyon ile.
Hani bazen bir restorana gidersiniz, çok kalabalıktır ve bu nedenle garsona siparişinizi birkaç kez hatırlatmak zorunda kalırsınız, işte burada o bile yok :) İstediğiniz şey daha aklınızdan geçerken önünüze geliyor.
Sırayla, tıkır tıkır, tek bir aksama olmadan…
Her gecenin sonunda ise tek bir “of” yok, yüzlerde hep kocaman bir gülümseme ve “haydi oturmaya mı geldik” deyip, herkesten çok göbek atan, enerji deposu hanımlar.
Ne yiyorlar, ne içiyorlar, formülü nedir, en kısa zamanda tekrar gidip, öğreneceğim :)
Her anı dolu dolu geçen, çok hareketli bir gezi oldu benim için. Şimdi hayalim; birkaç ay sonra ortalık daha sakinken yani düğün, kına gibi telaşların olmadığı bir zamanda gitmek ve yazının başında söylediğim güzellikleri yaşamak...
Bakalım kısmet…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)