Festivalde izlediğim filmin etkisiyle olacak, tuhaf tuhaf rüyalara gark oldum yine. Aslında evirip çevirsem, tartsam atsam tutsam elbet oturturum bir yere. Ama bu aralar pek bir kafam karışık, pek bir kafa yoruyorum bir kısım meseleye zaten. “Bir Şeyler Eksik” de olabilir bir taraftan, “Arketipsel” bir mesele de. Her neyse…
Yunanlı Theophanes, Rublyov’a inceden “göründüğünde”, Rublyov itiraf eder: “Bir adam öldürdüm ve çok büyük günah işledim.” Yunanlı Theophanes ise düşünceli, konuşmaya başlar: “Kötülük insan suretinde gelmeye başladığında, kötülüğü yok etmek için yapacağımız her hamle, aslında insana kasteder.”
Acayip…Çünkü, kendimizi yaptığımız şeyle ilgili iyi hissetmemiz için bu bilgiyi edinmememiz gerekiyor. Ya da bir insanın mutlak kötü olabileceğine dair kendimizi inandırmamız. Aslında bu kolay kabul edilir bir durum. Bazı insanlar için.
Jung, insanın içindeki iyilik yapma, iyi davranma ve iyi olma hali/potansiyeli kadar kötü olma/olabilme potansiyelinin de kabul edilmesinin bir tamamlanma yaratabileceğini söylüyor. Ben yalan söylemem, kimseyi aldatmam, karıncayı bile incitemem, kimseye zarar veremem. Yok böyle bir şey. Yeter ki şartlar olgunlaşsın.
Sanırım sorun tamamen bir kutuplaşma sorunu. Ya oradasın ya burada. Ya aşağıdasın ya yukarıda. Ya iyisin ya kötü. Bir çeşit sınırda olma hali. Çok da öyle olmak istiyoruz aslında. Diğeriyle uğraşmak daha zor. Ancak, hep bir şey oluyor içimizi kurcalayan değil mi? “İnsana kastetme” duygusu.
Diğer tarafa bakınca da bir süre önce yazdığım İnsan Denen Küçük Çılgın Şey yazısının motivasyonuyla karşılaşıyoruz. “Katilin de bir kalbi var”. E var tabi de, ben bununla ilgilenmiyorum, onun insan öldürmüş olmasıyla ilgileniyorum.
İşte, mesele burada düğümleniyor. İnsandır, iyi de olur kötü de. Şartlara göre değişkenlik gösterir. Peki…Ben de başımı önüme eğer giderim o zaman. Anlarım. Kabul ederim. Arıza çıkarmam. En olmadı ilahi adalete sığınırım. Bir gün bir yerde, nasıl olsa… Hayır efendim, ne münasebet! Ben gerekirse asarım, tümden yok ederim, haritadan silerim.
Ben çıkamıyorum işin içinden çoğu kez. Belki herkes için alan bırakmak gerekiyor. Çünkü “köprüleri atmak” bazen insanın içini kemiren bir fare haline dönüşürken (ama bazen de gerçekten çok işe yarıyor), anlamak, anlayıp durmak ve kabul etmek de insanı eylemsizleştiriyor, daha evvel de söylediğim gibi, hissizleştiriyor, kendine yabancılaştırıyor.
Bunu anlamanın, ya da en azından benim için ne anlama geldiğini fark etmenin, her türlü “fenomen”i anlamada çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kültürleri, sistemleri insanlar yaratıyor ve düşünceler çatallaştıkça, kültürler daha da çatallaşıyor.
Aslında bu kötü bir şey olmak zorunda değil elbette. Ama kafası çatallaşmış insanla uğraşmak…Bilmiyorum…
Yazarın Notu: Bu yazıyı yaklaşık 2 hafta evvel yazmama rağmen yayınlamayı tamamen unutmuşum. Acaba bu hayatımda nereye tekabül ediyor? :)