Pazartesi, Mayıs 21

Legom Oy..


Karayip Korsanları 3 vizyona giriyor. Fragmanlarını gördüm ve tabi Orlando Bloom'u. "Nerede hakkında koşmalar yazdığımız yiğit Legolas, nerede bu"diyerek kendisi hakkındaki eserimizi paylaşmak isterim.


LEGOM OY

Elf pelerinini çekersin
Orta Dünya’dan geçersin
Gözlerin şahin gibidir,
1000 metreden seçersin

Legom oy..

Sarıdır saçları uzar beline kadar
Sivri kulakları sanki birer radar
Karıyla kızla işi olmaz,
O kendini milletine adar

Legom oy….


Legoyu lego yapan bileğindeki güçtür
Lego gibi yiğit bulmak bilir misin ne güçtür
Bir vurdu, iki vurdu devirdi geçti,
Dedim Lego yetmez; Allah’ın hakkı üçtür

Legom oy…..

Naçar Arzu der ki Orta Dünya fani
Lego gibi yiğit şimdilerde hani
Yazdım, çizdim, methiyeler düzdüm,
Adamın umru değil; bu kadar da olmaz yani

Legom oy….

Perşembe, Mayıs 17

Üniversite Giriş Sınavı=Öbür Tarafa Gidip Gidip Geliş Sınavı


Sene 98. Haziran olmuş. Benim gözler de çalışmaktan 1.5 numara olmuş. Tartıda ibre 80'e vurmuş. İnsan değilim adeta. Sebep? ÖSS ve bizim zamanımızda aynı zamanda ÖYS. Şimdi bundan yıllar sonra her gün en az bir tane, ÖSS'ye girmeye hazırlanan çocukla görüşürken, onlara şu olacak bu olacak derken her gün kendi kaygılarımı ve korkularımı yeniden yaşıyorum. Bu, herkesin hayatının bir döneminde gördüğü bir rüya gibi: Sen üniversiteye başlayalı hatta bitireli çok olmuştur. Ama günün birinde o mel'un haber gelir. Sizin sınavda karışıklık olmuş aslında sınavı kazanamamışsınız. Ya da tercihlerde bir hata olmuş bir alt tercihinizi kazanmışsınız. Orası da hep saçma sapan bir yer olur. Yine okuyacaksınız. İşte o an üzerine atom bombası düşmüş gibi olursun. Hatta "huaaaaah" diye rüyadan uyandığında ve herşeyin yerli yerinde olduğunu gördüğünde bile peşini bırakmayan umutsuzluk, çaresizlik, "bitmiş"lik hissi her hücreni doldurur. İşte ben de her görüşmeden sonra, hele de gün yaklaştıkça, bunu yaşıyorum.

Üniversite sınavı bizim için travmaların travması olmuş bunu anlıyorum. Şu an geri dönüp baktığımda o gün için bile anlamsız ve olmayacak tercihleri can havliyle yaptırmış. Öküz gibi yedirmiş, hala kullandığımız kalem çevirme teknikleri öğretmiş, "sınavdan bir gün sonra, yok hatta sınavdan 10 dakika sonra"hayalleri kurdurmuş, saçımızdan teller götürmüş, alnımıza çizgiler getirmiş.

Ben bu ara fazla çalışıyorum galiba...

Cuma, Mayıs 11

Algıda Seçicilik....


Dün akşamüstü saatlerinde bizim ofis hareketli saatlere tanık oldu. Aşağıdaki elektrik zavazingosu (ki sonradan adının kofra olduğunu öğrendim) alev aldığından bizim apartmanda bildiğimiz yangın çıktı. Hayatımda ölüme bu kadar çok yaklaştığım bir zaman dilimi daha olmamıştı desem kesinlikle abartmış olmam. Bir anda ortalığı siyah bir is kapladı. Ofiste çalışan Çiğdem, hangi akla hizmet ederek indiği belli olmayan merdivenlerden, kendini kapıya doğru atarken siyah dumanı da beraberinde getirdi. O andan itiabren içerideki biri çocuk 9 kişi için dehşet dolu saatler başladı. Çiğdem zaten şoktan şoka koşarak ağlamaktan helak oldu. Çocuk "korkuyorum yeaaah" diye bağırıyordu ve ofiste çalışan diğer bir insan bana "yav ölecek miyiz biz" diye sordu. Bunu duyan Romina'nın gözleri yuvalarından fırladı. Herkes amaçsızca sağa sola koşarken siyah duman akciğerlerimizi ileri derecede kaplamaya devam edip solunumu güçleştirdi. Ofiste çalışan aklı evvel arkadaşlarımız daha yangın birinci kata bile ulaşmamışken 6. katta dışarıda asılı bir klimaya basıp yan apartmana geçmek üzere harekete geçmeye çalıştılar. Hatta ofisteki çocuğu geçirdiler de. Bir de ön tarafta toplanan ve yangını kendi imkanlarıyla söndürmeye çalışan kalabalığı görünce panik iyiden iyiye arttı. Bu arada itfaiyeyi 3 kez arayıp "Nerdesiniz biz mahsur kaldık burda, ölüyoruz biliyo musunuz?" diye bar bar bağırırken telefonda "Tamam hemen geliyorlar" diyerek sakin sakin benim öfke ve çaresizliğimi karşılayan görevliye ayrıca teşekkür ederim. Sonuç olarak itfaiye geldi, yangın söndü, biz uzun süre arka balkonda oksijen için birbirimizi ezerek bir süre geçirdik. en sonunda çıktık.


Tüm bunları anlatmamın başka bir nedeni var: Ertesi sabah haberlerde "Beyoğlu'nda çıkan yangın..." diye başlayan cümleyi duyar duymaz televizyonun sesini açtım ve dikkatle dinledim. Sonra kendime "yuh" dedim. Algıda seçiciliğin böylesi dedim. Başka zaman olsa kanal değiştirisin, kendi başına gelince böyle oluyor di mi dedim.



Çok ayıp dedim.

Pazar, Mayıs 6

Vahşetin Çağrısı


Arzu'nun evindeyiz. Başarılı bir beşamel soslu sebze ziyafetinden ve "Son zamanlarda öküz gibi yiyorum" yakınmalarından sonra çayı koyduk, keyifle sohbet ediyoruz. Ancak bir tuhaflık var:" Hodbiiiin, oolum gel! " çağırışlarıma yanıt alamıyorum ve o mel'un soruyu soruyorum. Hodbin nerde?

Saat 21:00, yağmur yağıyor ve ayağımızda terlik, sokakta Hodbin Bey'in peşinden koşuyoruz. Kendisi burjuva kedi görünüşüne aldırmadan- aslında muhtemelen farkında olmadan- gettoların bitirim kedilerine kafa tutuyor. Tısssslıyor, ani hareketler yapıyor, öbür kediler de cüssesine bakıp kaçıyor. Derya elinde bir sofra örtüsü Hodbin'in peşinden koşuyor, çevik bir hareketle örtüyü üzerine atmak üzere, ancak kendisi iyice terbiyesizleşip Derya'ya da tıssslıyor. Beyimiz adeta küçük dağları yaratmamış, bir de kendini o dağların fatihi ilan etmiş. Hobaaa...Arzu'nun bezginliği ve küfürlerimiz eşliğinde içeri girmeye karar veriyoruz. Birer çay içip ısınıyoruz, "ya hayvan sıkılıyor tabi, yok tabiat onu çağırıyor" gibi yorumlar eşliğinde biraz dinleniyoruz.

Saat 23:00 gene sokaklardayız, bir de bakıyoruz ki Hodbin , bir bitki topluluğu önünde ot kemiriyor. Biraz daha sakin mi derken-yine- fırt diye bir arabanın altına kaçıyor. Arabanın altında onu görebileceğimiz kadar bir mesafeye geliyor, ama tutamıyoruz. Hayvan oğlu hayvan dalga geçiyor bizimle. Fakat o da ne...Bir köpek sürüsü mahalleyi basıyor. Bizimki hayatında köpek mi görmüş, arabanın altından çıkıp karaoğlanı koklamaya başlıyor, hayvan bir havlıyor, arabanın alarmı çalmaya başlıyor. Bizimki hop tekrar arabanın altına. ancak sürü gitmiyor, biz de tehlike anında camı kırmak üzere apartman kapısına yaklaşıyoruz. Bizimki arabanın altından bahçeye iniyor, ama bir aptallık var üzerinde. Bu fırsattan istifade Derya koşuyor, karga tulumba eve atıyoruz.

Suratında her zamanki "N'oldu bana Allahım, hiç bir şey hatırlamıyorum" ifadesi. Ancak eve girmesinden memnun mu değil mi anlayamıyoruz. Aklı sokakta mı kaldı, yoksa sokağa dair tek hatırladığı kara köpekle travmatik deneyimi mi?

Aklımızda bir soru: bencil miyiz, vicdanlı mı?

Ne biliyim beeee!

Cumartesi, Mayıs 5

Açılış...



Hayırlı İşler Diliyorum...