27 Mart 2011 Pazar

BABAMA MEKTUP...




Babam arabasını ve gezmeyi çok severdi; hiç üşenmez, pazar günleri bizi mutlaka boğaza götürürdü. Emirgan, Sarıyer, Rumeli Hisarı, Tarabya, Bebek... Karmaşasız, gürültüsüz, mis gibi boğaz havasını her haftasonu içimize çekerdik.

İstinye deyince aklıma hep, artık tarihe karışmış olan gemi tersanesi gelir. Tersanenin hemen yanındaki sahilde; birkaç masalı, küçük çay bahçesi, haftasonları uğrak yerlerimizdendi. İstanbul'da trafiğin çile olmadığı; arabanın arka koltuğunda kendimi dünyada nokta kadar küçük hissettiğim yıllarda, ailece buraya gelirdik. Sahilden, kocaman gemileri barındıran tersaneye bakınca; masallardaki bir dudağı yerde bir dudağı gökte olan devleri anımsardım küçük aklımca... Çaycı saf delikanlı Sadık, koştura koştura çayları dağıtırdı; onun tavşan kanı çaylarına bayılırdı bizimkiler... Kağıt helva ve dondurma da benim olmazsa olmazımdı. Annemle babaannem sahilde oturup çaylarını yudumlarken; ben babamla elele, benim minik adımlarımla, Yeniköy'e dönen köşedeki dondurmacıya giderdik. Derme çatma, gösterişsiz, küçük; harika dondurma ve sütlü tatlılar yapan bu yer, bugünün ünlü Zeynel'i olacaktı... Sahilin yeşili, denizin mavisi, güneşin sıcağı başkaydı İstinye'de...

" Babacığım,

Son zamanlarda İstanbul doldu taştı, teknoloji çıldırdı, tüketim had safhada, ipin ucunu iyice kaçırdık... Artık insanlara mağazalar, marketler yetmiyor; neredeyse her semtte, devasa alışveriş merkezleri açıldı... Yaklaşık yirmi yıl içinde sayılamayacak kadar çoğaldılar. Buralarda lokantadan sinemaya, her çeşit mağazadan spor salonuna kadar, her ihtiyacını buluyorsun. İnsanlar burada buluşuyor, tüm aktiviteler burada gerçekleşiyor. Merdivenler bile hareketli ; o yürüyor, seni yürütmüyor, yormuyor...

Babacığım; İstanbul'da mesafeler öyle uzadı, trafik öyle sorun ki; bir yerden bir yere gitmek saatler alıyor. Çok istediğim halde, bugüne kadar bir sebep olup da buraya gelememiştim. İstinye semtinin adı, artık İstinye Park ile özdeşleşti, böyle bilinir oldu.

Maslak - İstinye sapağından sağa gidip, bayır aşağı inerken solda, büyük bir alanda inşa edilmiş. Üç katlı , semt büyüklüğünde bir mekan burası; küçük bir şehir adeta. Camlı asansörün üzerindeki ışıklı pano öyle canlı ve gözalıcı ki; teknolojiyi siyah beyaz televizyonda bırakan sen, buna inanamazsın. İnsancıklar içinden atlayıverecekler sanki. Tam karşıda, süs havusundaki fıskiyeler, üç kat boyuna ulaşıyor neredeyse... Renkler ve suyun uyumu harika. Göbekte; Vogue dergisi, "Cüretkar Bir Yıl" sloganıyla, siyah beyaz ve renkli binlerce resimden oluşan, kule şeklinde bir stand yapmış. Çok güzel bir isim bu; çünkü hayat artık çok cüretkar gerçekten. Bir bilsen...

Vitrinin birinde gözüme takılıyor: " Hayat Renklerle Güzel ". Evet; burası gerçekten çok renkli ve cezbedici... Şehir karmaşasından kurtulup, kapağı buraya atarak; yağmurdan, çamurdan, tozdan uzak bir gün geçirmek mümkün bu merkezlerde. Çoğunda olduğu gibi, burada da Türkçe kelimelere rastlamak zor. Hele burası, daha bir küçük Avrupa olmuş... Üst katta Hillside City Club var. Fast foodların yarattığı obeziteden, burada spor yapıp kurtulabilir ve form tutabilirsin. Ama tabi, cebin doluysa...




AVM'ye gelirken bir bütçe yapmak gerek zaten. Gezip eğlenip, yiyip içip, sinemada soluklanıp, bir de alışveriş yaparsan vay haline... Alt katta elini, cebini, hatta gözünü bile yakabilecek sebze meyvelerin sergilendiği İstinye Pazarı açılmış. Harika natürmortlar gibi hepsi; sadece seyirlik cinsten...

Son zamanlarda, insanlar bir nostalji tutturdu. Doğal olanı yok edip, sahtesini yaparak geçmişi yad ediyorlar. Eski evler, mis gibi Türk kahvesi, binbir çeşit aktar, geçmişi canlandıran yığınla obje... Hepimiz bu çarkın içinde ortama uyup gidiyoruz...

İstanbul'da yaşayıp, yabancısı olduğum bir köşesini ziyaret ettim bugün, bu megakentin... Birazdan dışarı çıkıp, eve ulaşmak için savaş vereceğim. Bu şehir çok değişti babacığım, hiç bıraktığın gibi değil... Görmeyeli İstinye de çok değişmiş... "

Bingül Egemen
18.Mart.2011
İstinye Park AVM