18.09.2008

tatil

Tatildeyim sonunda yakinda gorusmek uzere

9.09.2008

Renkler, sesler, çiçekler 2







Renkler, sesler, çiçekler 1






Sonbaharın yağmuru renkleri soldurdu, güneş öyle mi dans eder o, flört eder. Ağustos başında pazarda sebze, meyveden çok çiçek vardı o gün hi. çıkmak istemedim ve neredeyse hepsini fotoğrafladım ama ne gözüm ne gönlüm doydu güzelim rengarenk çiçeklere...Onları sonbahara sakladım hüzne ve solan çiçeklere nispet olsun diye... Mutfak dolaplarını da parlak kırmızıya boyuyorum. Doğa renkleri soldurdu şimdilik çaresi bir kutu boya ve fotoğraflar. Muhakkak yerini tutmaz benimkisi züğürt tesellisi. Yıldız çiçekleri, günebakanlar, papatyalar, lavantalar hem renkleri hem kokuları hayatın vazgeçilmezi...

5.09.2008

sükutu hayal

Hevesle başlamak için gittiğim gönüllü kütüphaneciliğe kabul edilmedim. Kütüphaneye gelenler kitaplar hakkında danışmanlık istiyormuş tabi ben kitapları okumadığımdan uygun değilmişim. Borges'te kütüphanede çalışmış tüm kitapları okumuş sonunda kör olmuş. Gözlerimi kurtardım ama gururum yaralandı. Bende Unicef'e başvuracağım bakalım ne olacak devamı var gönüllü çalışma maceralarımın...

3.09.2008

Kütüphaneci

Bugün Fransa' daki ilk işimi buldum. Gönüllü kütüphanecilik! Daha önce bahsettiğim gibi burda her işe gönüllü olan insanlar var ve bir çok kuruluş, organizasyon da bu şekilde devam ediyor. Fransızca hocamın verdiği bağlantı üzerine, heyecanlar içinde ve kapısına gelince nerdeyse vazgeçmek üzereyken, uzun bir yürüyüş sonucu mahalle arası kütüphanemi buldum "Bibliothéque Pour Tous" yani herkes için kütüphane. Camdan gözüktüğü kadarıyla tavana kadar tüm duvarlarında bir sürü kitap olan başkaca lüksü olmayan bir yer.
Kapıyı çaldım her ne kadar içerisi gözüküyorsa da daha kibar olur diye düşündüm. Ancak bu durum içerdeki yaşlı kadını tedirgin etti. Merhaba diyip gönüllü kütüphanecilik için geldiğimi söyledim. Zannediyorum aksanlı fransızcamdan dolayı (süslenip püslenip gittiğimden görünüşümden olamaz) gönüllü yani maaş yok dedi. İşin mantığı bu gönüllü demek maaş almadan çalışmak dedim ve acaba hızla kaçsam mı diye düşündüm ama hayır bu önyargılı ihtiyarın beni vazgeçirmesine izin vermeyecektim. Valeri' inin verdiği ismi söyledim ama Jacqueline tatilden 15 gün sonra dönecekti. Bu arada henüz içeri girememiştim kapıda laflıyorduk. Biraz daha konuştuktan sonra kadın benden zarar gelmeyeceğine ikna oldu ve beni içeri aldı detayları konuştuk ve cuma öğleden sonraları 2,5 saat kütüphanede durmam için anlaştık. İşi bilmediğimden önceleri biriyle beraber olmamın dah iyi olacağını söyledi kabul ettim. Adımı sordu söyleyince anlamadı kağıda yazdım, telefon numaramı da isteyip istemediğini sordum ve zannediyorum bu noktada biraz rahatladı hatta gülümsedi bile denebilir. Neyse sonuçta artık bir işim var bu memlekette eski avukat yeni gönüllü kütüphaneci Beste Bonnard :)

2.09.2008

Paris, Kitaplar, Anjelik ve Mutfaklardan Taşan Öyküler

Sonunda canıma tak dedi ve İdefiks'ten kitap ısmarlamaya cesaret ettim, bir haftadan az sürede evime teslim edildi. Tijen İnaltong'un son iki kitabı "Mutfaklardan Taşan Öyküler" ile "Turunç Kokulu Düşler", Ahmet Hamdi Tanpınar' ın "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" kaybettiğim için tekrar aldığım"Mahur Beste" ve Yahya Kemal'in "Anlat İstanbul"'u. Korktuğum gibi gümrük vergisi ödemedim zaten Fransa kitaba gümrük vergisi alsaydı ayıp ederdi. Artık annem ve arkadaşlarım kitap getirme zahmetine katlanmayacak hop internet, İdefiks. Kitap mevsimide başladı, Cherbourg'a daha da erken geliyor 1 eylül şipşak yağmur, sonbahar resmi olarak başladı. Hafta sonu ormanda Leonardo yere düşmüş yaprakları ayaklarıyla savurdu ve hışırdattı. Galiba burda yüzümüzü ısıtacak sonbahar güneşi olmayacak İstanbul' daki gibi.
Kitaplar geldi ama daha okumaya fırsat bulamadan Paris'e gittik annem, kardeşim, Sonia, Leonardo, François ve ben. üç türk, bir slovak, bir fransız bir melez Paris'i gezdi, ancak annem, kardeşim ve Sonia'nın hızına biz yetişemedik o yüzden Leonardo'nın ve bir yandan da çalışan François'in akışına göre hareket ettim ve genelde parklarda geçti. Bu durum işime geldi tabi "Mutfaktan Taşan Öyküleri" yaladım, yuttum. Zaman zaman gözlerimi dolduran, boğazımı düğümleyen bu kitap sımsıcacık, Türkiye'de yaşayan lezzeti tutku haline getirmiş insanların yaşamları ve onların ağzından öykülerini anlatıyor. Benim hiç gittiğim yada bana akrabalarımın yiyecek yolladığı bir köyüm olmadı. Bu kitapta anlatılan yöre mutfaklarının çoğundan haberim bile yok İstanbul'da olan Çiya, karadeniz hariç. Hatta birazda kendimden utanarak İstanbul, İzmir dışında yemek üzerine bu kadar kafa yorulduğunu, çeşitliliği tahmin edemezdim öncesinde yani hem ufkumu, hem gönlümü açtı bu kitap. Paris'e gitmişken "Malongo Cafe"ye uğranmadan olmaz hemde Tijen Hnım için makaron yeyip kahve içmem lazımdı. Bu kahvede dünyanın her yerinden gelen kahve çeşitlerini bulmak mümkün ayrıca yıllardır küçük üreticilerden kahve çekirdeklerini topluyor ve onlara destek oluyorlar sonuna kadar sömürmüyorlar ki bu biraz olsun insanın vicdanını rahatlatıyor, ahlaki ticaret yapıyorlar (çeviri türkçesi oldu farkındayım), kahveleri kaliteli ortam güzel daha ne olsun.
Kitaptan başımı kaldırınca kendimi hemen Çin, Tay ve egzotik ürünler satan Çin Mahallesine attım. Bayılıyorum buraya her seferinde başka bitki, ot, baharat keşfediyorum. Cherbourg'da bulamadığım ne varsa aldım lemon grass-citronelle, taze kişniş, litchi, Tay Fesleğeni, köri otu, köri karışımları, noodles, mirin vs ileride ayrıntılı bahsedeceğim. Ardından aromatik bitkiler satan Truffaut'dan nane, mercanköşk, bayıldığım başka yerde bulamadığım reyhan, uzakdoğu ve hint yemeklerimin vazgeçilmezi kişniş, dereotu otu, ve görünce gözlerime inanamadığım anjelik otu aldım. Bu ottan "Mutfaktan Taşan Öyküler" kitabında bahsediliyordu ve çok merak etmiştim. Bursa'da bir pastanede (kitabı Paris'te unuttuğumdan adını yazamıyorum) reçeli satılıyormuş, otunu baharda Uludağ'ın eteklerinden topluyorlarmış. Bu fransız angelique'de burda pastacılıkta, reçel, likör yapımında kullanılıyor ve çayı yapılarak tüketiliyormuş. İskandinavya'da da çok sevilen bitkinin sapları çiğ olarak reteyağlı ekmekle yeniyormuş. İkiside aynı ot bana kalırsa her ne kadar görmediysem de fransız olanın fotoğrafını koyuyorum bir bilen varsa bu bilgiyi onaylayabilir.

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin