18 Haziran 2021

rüzgârın sözü'

 

Hiçbir şey aynı kalmıyor. Bu, yaşanmadıkça anlaşılmıyor. Hayatın o durağanlığı kendi içinde bir sürü tohum atıyor toprağına... Zamanı ne zaman gelecek diye sabırsızlandığımız ne varsa; hazırlık yaptığımız, bütün o bekleyişe inat hep en beklemediğimiz anda oluyor. Hiçbir şeye hiçbir zaman tam teşekküllü duygularınla, kontrolünü yitirmeden dahil ve şahit olamıyorsun.

Şimdi başka bir yere kıvrılıyor yol. Alışkanlıkların son tüketim tarihi yaklaşıyor. Yağmurlarla uğurluyoruz yorulmuş, kışla yoğurulmuş umutsuzluğumuzu, yerleşikliğimizi...

Hiçbir şey tastamam görünmese de, baharını bekleyen çiçeklere ne çok inandığımız geliyor aklıma. Hatırladığım ne varsa göğsümde filizleniyor.

Sürekli çatlaklarını bir arada tutup, içindeki suyu sızdırmamaya çalışan bir vazo gibi  ayakta ve bir bütün olarak durabilmeye çalışmak, içimdeki çiçekleri soldurmadan, çürütmeden, öldürmeden o bir avuç suda yaşatmaya uğraşmak bazen bütün yaşam kaslarımı çok zorluyor.

Yine de bırakamıyorum. Bırakmak, bırakılmak...

Uçmayı unutmuş bir kuş gibi zaman...

Kendini öğrenip öğrenip geri unutman, unutup unutup yeniden hatırlaman, her baharda açman, her maviliğe kanat çırpman, illa ki kendini o hayatın bir köşesine teyellemen gerekiyor.

Taşlar nereye yuvarlanıyor, kaç yıllık çamların kozalakları nerede birikiyor, geldiğimiz yollar kendini mi siliyor, yoksa yarına çeyiz mi diziyor, güneş kimin için hangi dağın ardından doğuyor, bilmiyorum...

Bir ıslık gibi, iki dudağımız arasında ince bir nefes gibi gelip geçiyor mevsimler,

geriye kalanlar;

iç sarmaşıkları,

gövdemizde sızlayan ağaç kabukları,

hatırladıkça genişleyen mavilikler ve

rüyası ömrün.



8 Haziran 2021

Kader veya M'

 
 
Belki de hız yapamamamın sebebi sensin. 

Hiç beklemediğim bir anda sayfaların arasından kucağıma düştün yine.

Göğüs kafesimi sımsıkı sardı unuttuğumuz, unuttuğumuza yemin edebileceğimiz ne varsa. Isırganlarınla kaplandı yine içim. Acıttın canımı yine yokluğunun uzak bir hissiyle. 

Seninle bir sokak başında karşılaşma ihtimali nasıl depremse, öyle aniden bir kitabın içinden açık saçık göz kırpışının da bir farkı yok. 

Nerede olduğunu bilmiyorum, başına neler geldiğini.

Böyle diyorum çünkü biliyorum belaya tutkun yanın rahat durmaz. 

Sığınabildin mi bir yerlere felaketlerde, bilmiyorum onu da. Artık o liman ben değilim sonuçta. 

Hangi yıldı; şehrin sağında solunda "deniz misin, liman mısın?" duvar yazılarının peşine düşmüştüm. O zaman deniz değilmişim ben. Bunu da çok sonradan öğrendim. 

Oysa senin denizin olabilseydim eğer, beni öldüremezdin. 

Peki sen ne yaptın? Öldün mü yoksa güçlendin mi? 

Bence cılızlaşmışsındır. Hâlâ aynı şeyleri seviyor ama eskisi kadar iyi rol yapamıyorsundur. Belki de senin sevgin genel olarak böyle; sahneye yakışan, kuliste makyaj silen, sokakta yok olan bir şeydir. Onu da bilmiyorum. Hiçbir şeyi bilmediğim gibi.

Eve gidiyor musun hiç? 

Bir sebeple sokakları didiklemem gerekti geçenlerde, anneannenin evine baktım bir süre.

Anaokulumun ve ilk sevgililerimden biriyle sürekli buluştuğum lisenin olduğu, aynı sokaktaki o büyülü ev. Hiç düşünmemişim bunu da. Büyüyüşümün tek bir doğru üzerinde böyle konumlandığını. İçim üzüldü yan yana gelince hepsi.

Evi de terk ettin belki.. Belki üzerine toprak atman gereken kayıpların oldu, belki artık çam kokusu almıyorsun, ve hatta kalbinin haritalarından bile sildin yerleşimleri...

Ben de terk ettim belki, öldüğüm için.

Başka türlüsünü oldurmaya uğraşmadım, yalan yok. Gururum ve kalbimle birlikte en çok ilk gençliğim yara aldı. Galiba öfkemin kaynağında bu da epey bir yer kaplıyor.

Şimdi öylece, onca şey devrilmemiş ve o enkazın altından bir şekil kırık dökük, yarım yamalak da olsa çıkmamış ve her şeyi temize çekmemişim gibi aniden bir romanda kendine yer ediniyor ve kendini gözümün içine sokuyorsun. Ve lanet olsun ki hâlâ sevgim de gözyaşım da tetikleniyor kendini hissettirdiğin her aralıkta. Kemiklerimin arasındaki boşluklar daralıyor, nefesim yanıyor ve kurtaramıyorum kendimi. Bağışıklık kazanamıyorum sana, varlığına, yokluğuna, belki de hiç olmamış olmana.

Sen ve bütün felaketin bir hastalık gibi sardı içimi, zaman okşamıyor başını kırgınlığımın da hafızamın da. 

Devasız bir hastalık gibi büyüttüğüm bu sevgi, çekilmiş bir diş gibi boşluklar yaratıyor ama dilim de o boşluğa dolmaktan kendini alamıyor. Yadırganan bir boşluğu kendi yeni formuyla tanıdıklaştıramıyorum kendime.

Keşke demeyeceğim ama,

deniz olmayı bugün değil o gün başarabilseydim

belki eşit bir sonumuz olurdu.

Ve üzgünüm ki sen hep,.... neyse.

Artık hiçbir şeyin pek de bir öneminin olmadığı bu yerde gece gündüz neyi kazdığımı, neyle karşılaşırsam içimin soğuyacağını, kalbimin reddettiği neyi mantığımın bir ihtimal çözümleyebilme ihtimaline tutunduğumu, neden ömrümü buradan sıyıramadığımı bilmiyorum. 

Bilmek de istiyor muyum artık, emin değilim.

Sadece

bi' hıçkırık..;

engelleyemediğim.