30 Nisan 2010

ölüme güzelleme...


Kurak iklimlerden geçmeyeli çok olmuş, varlığım. Bu nisan, susuz kaldım. Boynuma dolanan imbat, nefesimi zorladı. Her kırmızı, karanfil bu mevsim.. Soluğumun çarptığı kent, gözleri yaşlı kız çocuğu. Savunmasız ve yitik yürüyoruz, büyütemediğimiz masalların acı sonlarında...
Artık bu kent nisanlar boyunca düşman; sürmeli, çapkın bakışlarına deniz kokulu kızların...
Zaman zor geçiyor, mevsimler bir o kadar kolay... Teni yakan güneş balkon altında gizli... Balkonlar, çiçek açan kaktüslere yuva... Fuşyalığını damarlarımda gezdirdiğimin dikenleri, aralıksız bileklerimi öper.. Akşamüstleri, sahile nazır, palmiye altı lise üniformalarıyla süslenir bu aylar, derinden varır karpuz kokusu ve vapurlar yorgun..., vapurlar denizin saçları; dalgaları tarar...
Kediler gebe bu mevsim ve güvercinler tembel. Eski aşkların birbirlerine göz kırptığı arka sokaklarda esnaf lokantalarından yankılanan çatal, bıçak sesleri... Okul dağılış saatlerinin arifesinde oyuncak zaman... Omuzları çıplak kadınların, varlıklarının fallarını duymayı bekledikleri taş sokaklarda şimdi arzu. Ve mahallesinden overlokçu eksilmeyen gün telâşı üç oda bir salonlarda...
Ben her erik mevsimde, boynum ağrıyarak bırakırım gözlerimi bu kente... Her nisan çekip gitme duygusuyla...
Yarın mayıs... Ve bu nisan, ölüm kokuyor kuş seslerinin doldurduğu sokaklar.. Yarın bir kez daha direneceğiz ve mevsim dönecek hiç beklemeden.
Teninde deniz kokusu, kalbinde mayıs heyecanıyla uğurladık, kirpiklerinden rüya dökülen kızı.. Bu bahar yokluğunla..., bize mezar...

13 Nisan 2010

on üç dalga..

Vanilya demiştin, kokundandır belki, ya da deli bahar karmaşası...
Sırdın, sır kaldın, sıra bulandın. Turuncudan mora deniz yıldızları, mercan koynunda.. Sualtı düşlerini bize bıraktım. Issız orman renklerinden gecendeki müziği damlattım..; tende ay ışığı kaldı...
Sormadım, sorgusuz gün doğumlarında gözyaşlarımı kavanozlara doldurup, valizlerini balkonlardan attım şiir kokulu geceliklerin.. Şimdi tırnaklarında sedefi çalınmış inci rengi, çizgine susar... Adımdan dökülen narlar vardı geçmiş zaman eklerinde, ellerinde yeşerip büyüyen...
Duvarlarım salı yorgunu, çarşamba çaresizliği.. Perşembe umutsuzluğu, cuma terk edilmişliği.. Cumartesiden pazara uzayan saatler bekleyiş tedirginliği, pazartesi dağınığım.
Bu gölgeler canımı yakarken senin ellerin nerede... Engin sulara bakamaz artık suretim bile.. Yol yorgunu sevinçlerim, uykuda öldü. Çok oldu geleli, gideli... Dakikalardan aylara..., o bankta... Ahşaplara kazıdığım lise aşkları şimdi gönül yarası..
Yaralarımın kabukları her gece yastığıma dağılır. Dağlanır kalbim, sevdam oynar yerinden deprem seslerine çarparak... Gözlerim sana kör, bu akşam saatlerinde.. Yıldızlar ayaklar altında.. Tozlu gerdanıma yetmiyor hiçbir öpüş. Özlemlerini silmiyor kahve kokusu. Ağlıyor varlığım... Dini yitik ibadetleri karalıyorum, günahlarım başımda papatyadan taç.. Sahi.., saçlarım.. O kıyamadığın, dokunmaya ürktüğün.. Kestim bir mesai sonrası, kimse duymadı..,
nazar boncuklarını mermerler arasında kırdım.., mavi cam kana karıştı.
İzmirliyim doğuştan.. Ankara yanımdır bu hırs. Kara toprak en derinimde.. Suyum oluk oluk, mezarlar etrafında...
Görünmeyen, okunmayan destanlar yazıyorum.. Kahramanları arka sokakta ölü.
İzmirliyim, Kadifekale'yi görmedim hiç.. Korku mu dersin, yüzleşme mi.. Belki de 'şehirsiz su' benim adım... Gökdelenler kadar zavallıyım bahar renklerinde.. İçime sinmiyor yol, haritamda yol alan bulantı inkâr ediyor soğuk odalarını çocukluğun... Tel kadayıfları ve menekşeli sabahları...
Kimse sevmiyor artık temmuzları. Karakalem kurudu bu gece. Duydun mu, yeraltı saraylarından kaçırılan kızlar hiç aşık olmazlarmış. Sus, kimse duymasın, ... aramızda yitip giden sularda..., kelimesiz, çıplağım...,...


"..Su çürüdü...
Adımdan gayrısını bilmiyorum."

11 Nisan 2010

af..


Soramadım soğuk odaların yalnızlığında... Bileklerimden ittim, güçsüz kalmaya bıraktım bütün iklimlerini denizlerin... Ağlasam da boş kaldı akan suların renkleri, boyayamadım, makyajım yetmedi...
Baharları peşinden sürükleyen kışlarında nöbet tutuyorum fahişe hayatların.
İslere bulaşan saçlarımı tutup çekmiyor artık yazamadığım masallar, nefes borumda taş taş üstüne. Dudaklarımdan kanlar akıyor. Bu mevsim, çağla yeşile boyalı duvarlardan kireçe bulanmış kirli sözcükler akıyor, sıvası atan tavanlardan akan senin öptüğün, gözbebeklerim...
Bastırıyorum dünü, yarına kulaklarımı tıkadım. Dakikaları sayıyorum elektronik sesler arasından. Beynimde çekiç, bileklerimde jilet öpüşü. İkindilerde çocukları yiyen sokaklardayım. Artık kâbus görebiliyorum.
Mideme inen yumruk, harfleri eksik tarih, yer... Buluşmamızı ertele sevgilim, kirli sulara batan bacaklarım sevdiğin renk nasıl olsa... Delinmeyen elbiseler diktiriyorum üzerime, onları açıkta bırakan... Tenimde neyin kokusu kalıyor metalden başka...
Boynumu kıran gidişin, kimseye ucuz tarife olmadı.
Sevişmedi kimse gül dikenleri arasında, burada mevsim herkese ölüm bu nisan gecelerinde..
Yağmursuz gün doğumlarından paslı varlığımla sesleniyorum, geç olmasaydı keşke...
Ömrümü tüketiyorum, herkes kendi cinayetinin katili...
Bırak ellerimiz aynı kana bulansın,
ona bile tamam bu gece..

6 Nisan 2010

ayraç'

"...

Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül, diyorsun...
Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
...
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr

Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
..
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı

...
"